Dünyevi yönetimle alakalı Eşrefül Mahlûkat olarak yaratılan insanın mutluluğunu esas alan ve kendisini ilim üretmeye teşvik eden Kur’an’ın ekseninde birbirini tamamlayan üç ana faktör: ‘’Şura-Adalet-İşin ehline verilmesi’’ kavramları Yüce Mevla’nın sorumlu tuttuğu insanın kulluk mükellefiyetinin başlıcalar olduğuna göre:
“Küfür ile belki amma zulüm ile payidar kalmaz memleket” der, Selçuklu veziri Nizamü’l Mülk… Siyasetnamesi’nde geçen idare teorisinde, “adalet” olmazsa olmaz bir şart olarak takdim edilir. O’na göre “Adaletin tahakkuk etmesi için, mutlak surette İslam olmaya lüzum yoktur. Tabir caizse, denilebilir ki “adalet” mertebe olarak vezirin devlet teorisinde İslam’dan üstündür.”
Müslümanlar çağın gereklerini okurken, algı kalıplarını da yenilemek zorundadır. Bireysel, toplumsal ve milletlerarası ihtilaflar, çağdaş kurumları, sistemleri, kavramları zorunlu hale getirdi. Adalet bu kavramlarla, bu kurumlarla ve hukukun işletilmesiyle ancak gerçekleşebilir.
“İslam etrafında birleşelim” demek, bu coğrafyadaki onlarca İslam anlayışını da dikkate alırsak, “tarihin tekerrür etmesi” demektir.
***
İSLAM ÜLKELERİ ÇAĞIN OLMAZSA OLMAZLARININ NERESİNDE?
İnsanlığın sahip olduğu güç unsurlarının en sonuncusu kapital/paradır.
Sanayi parayı, teknoloji sanayiyi, loji teknolojiyi, bilim lojiyi, düşünce de bilimi üretiyor.
Bunların hiçbirisi eğer bir ülkenin malı değilse, hangi katmandan katılırsan katılsın, diğerlerine mahkûm konumda! İslam ülkelerinin durumu gibi…
Hangi İslam ülkesi teknolojide ve bilimde var?
Kuşkusuz dünya beşten büyük denir ya… Fakat 57 Müslüman ülke beş ülke ediyor mu; sorun bu!
“Düşünce” üretemeyen ülkelerin her konuda “düşünce” üretenlere bağımlı kalacağı bir hakikat… Hakeza, adalet üzere olamayanların birliktelik kuramayacağı da bir hakikat…
Temennimiz, İslam Ülkeleri İşbirliği Toplantılarının gerçek anlamda Kur’an’ın ruhuna, Hz. Peygamber’in verdiği kutsal kavganın ruhuna samimiyetle sarılmaktan geçecek olmasıdır… Ancak bu otokritik sistem ve liderleriyle mi?
***
Ülkemizde Onyedinci yılına merhaba diyen iktidarın ülkeyi demokratik parlamenter sistemden partili Cumhur Başkanlığı Sistemine taşıdığı bu iktidar sürecinde kendilerine münhasır anlayışla toplum düzenini olumsuz yönde etkileyen, kutuplaştıran söylemlerin, eylemlerin ve gergin ortamların artışını yaşadık. Kadına yönelik şiddet ve cinayetlerin ivme kazandığını gördük. Darbe planları kurgulaması/ oyunları ile sahnelenen ve gözaltına alınan, toplumda kalemleriyle, mesleklerinde gösterdikleri başarıyla öne çıkmış insanların tutuklandığını gördük. Ülkemizin iç ve dış güvenliğinin teslim edildiği ve millet olarak onurlandığımız Türk Silahlı Kuvvetlerine mensup her kademeden subaylarımızın iftiraya uğradığını, itibarının zedelendiğini gördük.
Toplumda mesleğindeki üstün başarılarıyla saygınlık kazanmış, toplumumuzun her kesiminden elit dediğimiz ve Türk insanına hizmet etme aşkıyla bu aziz milletin kıt imkânlarıyla ödediği vergilerden beslenerek bugünkü konumlarını elde etmiş ve başarılarıyla övündüğümüz insanların devletini karşılarına alması iddiası, aziz Türk Milletine karşı içine düşürüldükleri zül ve zavallılık açmazında olmaları halini gördük.
Türk Milletinin ezici çoğunluğuyla kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesinin temelini oluşturan ‘’Türk Milliyetçiliği’’nın ayaklar altına alındığını gördük. Cumhuriyet değerlerine savaş açarak saf ve mütedeyyin Müslüman vatandaşımızın sömürülen duyguları üzerinden beslenen iktidarın samimi olmadığını, Türk Milleti kavramını içlerine sindiremediklerini gördük.
Ekonomik veriler üzerinden sosyal adaletsizliğin zirve yapığını, zengin sayısının çoğaldığını, fakirliğin toplumun her kesiminde genişleyerek zirve yaptığını gördük. Vasıflı elemandan vasıfsızına kadar işsizliğin tavan yaptığını gördük.
Velhasıl, bizi biz yapan değerlerin, hayati ilkelerin, eğitim-öğretimin, adaletin zulme dönüştüğü, giderek büyüyen açıklarla ekonominin, yalnızlığa sürükleyen dış ilişkilerin, toplumsal barışı yıkan ayrımcılıklarla partizanlığın ve kadrolaşmanın, gençliğe bakış bozukluğuyla geleceğimizin ne durumlara düşebileceğinin farkına vardık.
****
Türk milletinin bir ağaç gibi kökünden, bedenine, bedeninden dallarına, dallarından yapraklarına kadar birlik ve beraberlik içinde yaşamaya, ağaç gibi dik durmaya her zamankinden daha çok ihtiyacı var.
Zenginiyle fakiriyle, köylüsü şehirlisi, bürokratı işadamı, eğitimcisi sporcusu ile bu ağacı birlikte sulayacak, birlikte koruyacağız.
Artık şucu bucu ayrımını bırakacağız.
Evin içinde kavga etmeye devam edersek, dışarıdan kapıyı kimlerin zorladığını anlayamayız.
Maalesef muktedirlerin iktidarlarını sürdürme adına işledikleri ayrıştırıcı kirli politikaları yüzünden kırılan gönülleri onarma vakti, dilde fikirde, örülen duvarları yıkma günü, aynı topraklarda yaşadığımızı ve yaşamak zorunda olduğumuzu hatırlama, aynı dine, aynı dile, aynı kültüre, aynı kadere, aynı değerlere sahip olduğumuza göre fikirlerde birliği sağlama, birlikte davranma zamanı.
Düşmanlarımızın evet ve hayırcı ayrımı yapmadan bu ülkenin bütün insanlarına düşman olduğunu,
3 ayrı biri ayrı topladığımızda sonucun 3, birlikte yazdığımızda 111 gibi bir güce eriştiğini, kırmak için elimize aldığımız bir tahta parçasını kırmanın kolay olduğunu,
iki veya daha fazlasının ise kırılamayacak kadar güçlü olduğunu bilme zamanı.
Özetle,’’ bölünürsek yok oluruz, bölüşürsek tok oluruz’’.
***
Son yıllarda Türkiye ekonomisini etkileyen gelişmelerin normal olmadığını iş dünyasının sıkıntıya düştüğünü gördük.
İş adamları 2016 yılına girerken biraz daha belirgin bir gelecek bekliyordu.
Ne kadar sıra dışı olay varsa hepsi 2016'nın içerisinde gelişti.
Rusya'ya ile yaşanan sıkıntılar, seçim yoğunluğu, terör, patlamalar hepsi 2016'nın içerisine sığdı.
Dışarıdaki durumlar da Türkiye'yi etkiledi.
Türkiye'den sermaye çıkışı, doların yükselmesi, Amerika'da Donald Trump'un seçimi kazanması, FED'in faiz çıkışı gibi...
Bütün bunların içerisinde sanki bu tablonun bir eksiği varmış gibi bir de 15 Temmuz darbe girişimi bir sonuç alma kalkışması olduğunu gördük.
***
Bu adice düzenlenen darbeye giden süreçte cemaatçiliğin halktan gizlenen arka labirentlerinde kurgulanmış gizli ve netlikten mahrum şeffaf olmayan niyetlerle beslenmiş iktidarın cemaat içi çıkar ve güç kaygısı kavgasıyla ayrışan ve birbirilerini paralel ilan eden gayri milli hale düşmüş zavallılıklarını gördük.
Siyasi otoritenin içinde bulunduğu bu hal ile askeri ve sivil bir kısım otoritenin haksız ve yakışıksız yere içine düşürüldükleri itibarsızlaştırma karşısında, icraatlarıyla samimiyetten uzak güven vermeyen otokritik bir yapı sergilediklerini gördük.
Kanaatimizce, dürüstlüğe dayalı Kurum Kültürüne şiddetle ihtiyacın var olduğunu gördük.
Din üzerinden siyaset yapan iktidar çevreleri Kuran’ın bu hükmüne ne diyecekler?
‘’Ey iman edenler! Son derece adaletli olun, kendinizin, ana babanızın, akrabalarınızın aleyhine de olsa Allah için doğru şahitlik edin! Hakkında şahitlik yaptığınız kimse ister zengin ister fakir olsun, adaletten ayrılmayın. Çünkü Allah’ın hakkını korumak ( adaletten ayrılmamak), zengin ve fakirin, ana baba ve akrabaların hakkını korumaktan daha önemlidir, onların haklarını Allah daha iyi gözetir. Boş arzu ve hevesinize uyarak adaletten ayrılmayın Gerçeği çarptırır ya da şahitlik etmekten kaçınırsanız bilin ki, Allah yaptıklarınızdan haberdardır.-Nisa 135
***
Bir kısım basın-yayının ve ilgililerin ifadesiyle; Cumhuriyet döneminin yapılan en büyük yolsuzluk ve rüşvet olayında, bu yolsuzluk ve rüşvet olayını gerçeklendirenleri mağdur göstermeye, ortaya çıkaranları ise tertipçi olarak niteleyen yüksek perdeden söylem ve icraatları, zikredilen ayete göre nereye koyacağız?
***
‘’Güzel ahlakı tamamlamak için’’ gönderildiği toplumda ‘’Hanifelerdendi… Herkesin babasının adıyla anıldığı o toplumda onun adının önünde ‘’Emin’’sıfatı vardı… Müslüman’ı, ‘’Elinden ve dilinden’’emin olunan olarak tanımladı…’’Birbirinizi namazlarınızla değil, şu üç şeyle imtihan ediniz; sır verdiniz ifşa etti mi, yola çıktınız sizi yarı yolda bıraktı mı, emanet verdiniz emanete sahip çıktı mı?’’
Onun ardında bıraktığı ilkelerine sadakat, onu ardından yaşamak, ana ilke ise, bu yaşanan ilkesizlikleri yüksek perdeden savunanları hangi verilere göre tanımlayacağız?
***
Hz. Ali: ‘’Dünyada lekesiz bir alından, daha güzel bir şey var mı?’’diye ilahi ölçüyü koyuyor. İnsanların alınlarındaki lekeler el eliyle değil kendi zaaflarıyla vurulur. Hiç kimsenin kendisinden başka düşmanı olmadığını öncelikle siyaset adamları bilmeli, bu ölçüden ve salim akıldan ayrılmamalıdır.
Özellikle birlikte düşünemeyeceğimiz iki kavram: ‘’Dindarlık ve Güvensizlik’’
Millet olarak kendi halimize, içinde bulunduğumuz duruma bakalım. Güvensizliğin altında yatan sebepler, yönetimin icraatlarında yapılan haksızlıklar, adaletsizlikler, yolsuzluklar, ötekileştirmeler, baskılar vb. İnsanların ötekine veya birbirine karşı güveni kalır mı? Sevgi, şefkat, birlik, dayanışma, iyilik, hoşgörü gibi asıl muhafaza edilmesi gereken temel değerler hayata geçirilebilir mi? Özgür düşünce yoksa üretilebilir mi?
***
Dini öğretiler Erdemli, Bilge ve Kamil insanı yaratabilme üzerinde odaklanmalıdır. Kamil insan kendisinden kerametler zuhur eden insan değildir. Kamil odur ki, halkı ile düşüp kalkar, onlarla alış-veriş eder, onların arasında dolaşır, fakat Hak’tan bir an gafil olmaz.
Kamil, bilgin ve erdemli insanlara yönetimlerde yer verilmezse, bu yüce özelliklere haiz insanlara şaşı bakılırsa ne olur? Günümüz İslam Coğrafyasında olduğu gibi güçlü devletlerin şamar oğlanı olunur, maskarası olunur.
Evet, ‘’akıl, bilim ve sanattan mahrum bırakılan Müslümanların’’, İslamcı fasıklar, münafıklar güruhuna karşı uyanık olmaları gerekir. İçlerinde var olan iman ile bu tiplerden uzaklaşmaları gerekir. Zira ses çıkartmadıkları, tepki göstermedikleri için bunların işlediği günahlar yüzünden saf ve temiz müminler de sorumlu olurlar.
Sözün özü: Algılardaki yanlışlıklar düzeltilmeden doğru din anlayışını oluşturmak mümkün değildir. Elimizde bir rehber/ mesaj var. Bugün adına, bugün için, bugüne göre değerlendirilmesi gereken bir mesaj… Ancak bunu algılayabilecek bir seviyeye ihtiyacımız var. Ve seviyeyi yükseltecek seviyeli yorumlara.