İlk ve Orta çağ dünyasında çok tanrılı dinlerden tek tanrılı dinlere geçişin sancıları, zorlukları yüz yıllar almıştır. İnsanlar buna ”günahlardan arınma seremonisi” derlerdi. Günahlardan arınmak isteyen insanlar, bunları notlar ve muskalar halinde yazarak keçilerin boynuna asar ve bunları çöle, ölümlerine yollarlardı ve günahlardan arındıklarını düşünürlerdi. Bazılarımız bunu garip hatta korkunç bulabilir ancak etrafınıza şöyle bir bakın. Sabah, yağmur yağdığı için sırılsıklam olan ve bunun için yağmuru suçlayan adamla, keçiyi günahlarından arınmak için çöle yollayan adam arasında işin temeline indiğimizde fark nedir? Her ikisi de kendi hataları için somut bir varlığı, günah gibi soyut varlığa dönüştürmemişler midir?
Konuya giriş yapmadan önce bir konuda hemfikir olmamız gerekiyor: Beynin ve mantığın kandırılması çok kolay iki olguda olduğu gibi… “Zihin, tutkuları konusunda kendisini kandırır. İnançlarına ters olsa bile, hayali ve gerçekdışı nesneler yaratmayı, yaslanacağı bir şeyleri olmamasına tercih eder.” demiş Montaigne. İnsanlar başlarına gelen talihsizliklere daima bir sebep bulur çünkü suçu kendisinde bulmaktan daima korkar. Korkar çünkü eğer suç kendisindeyse, bunun altında daima bir yükü ve sorumluluğu olacaktır. İşte o yüke biz “suçluluk duygusu” diyoruz ve bunu ortadan kaldırmak için de beyin kendini korumaya programlanmıştır. Gerçekleri bir sis perdesi gibi örter ve bize bizim olan “günah keçilerimizi” verir. Peki ya yağmurdan sırılsıklam olan adam suçlamak amacıyla yağmur yerine duyguları olan daha somut bir varlığı seçseydi?
Tarihin başlangıcından beri, insanoğlunun iliklerine kadar işlemiş olan yegâne duygulardan biri” bencilik’’ duygusudur. İnsan, kendini zor durumlardan kurtarmak için arkasına bile bakmaz. Onlar tıpkı Zümrüdü-Anka kuşları gibi, günahlarını başkalarına yükledikçe, soğuyan olayların küllerinden tekrar yeni hayatlara uyanacaklarına inanan “vurdumduymazlardan ” oluşan toplumun en geniş kesimidir. Bu grup, amacı kendi sorumluluklarından kaçmak ve hayal dünyasında yaşamak isteyen her yaştan insanlarla dolup taşmaktadır. Ancak arkalarında bıraktıkları insanlara ne olduklarını bir kere bile düşündüler mi acaba? O zavallı insanlarla birlikte çöken bir adalet ve güç dengesi… Bu konuda çok beğendiğim bir Rus atasözünü sizlerle paylaşmak isterim: ” Yalancılık, bozuk para gibidir. Uzun süre geçindirmez.” Hâlbuki insanlar arkalarına bakıp bir kerecik de olsa sorumluluklarını ve günahlarını üstlerine almayı deneseler her şey çok daha farklı olur, vicdanen ve ruhen hiçbir yükümlülükleri kalmazdı. Ancak o zaman insanoğlunun işi çok kolay olurdu, değil mi?
Kabul etmek gerekir ki, insanoğlunun işi hiçbir zaman kolay olmadı ve olmaya da niyeti yok gibi duruyor. Ancak bu kadar büyük bir karmaşanın içinde bile bir ayaküstünde kırk yalan söyleyip, nasıl bu kadar bahane üretebiliyoruz en basitinden üretilen beyaz yalanların ve bahanelerin bile bu kadar nankör olduğu bir dünyada? Burada sizlere bunların zararlarından bahsedip öğüt vermeyeceğim ancak en basit yapamadığımız işlere bahane üretirken ne kadar saçma ve gereksiz bahanelerin üretildiğini fark etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Bir kerecik bile olsa artık “günah keçilerini” bir kenara bırakıp bazı şeylerle yüzleşmemiz gerekiyor.
Zamanın birinde, çok ama çok zengin bir adam yaşarmış. Yaşadığı ağır bir hastalık sonucunda doktoru ona işlenmiş ve tuzlu olan etleri kesin bir dilde yasaklamış. Doktor gittikten sonra ise etrafına bağırıp çağırmaya başlayan adam hırsını alamayınca suçlayacak bir şeyler aramaya başlamış ve sonunda da bulmuş. Pastırma… Pastırmaya bağırdıkça sinirinin, stresinin ve hırsının azaldığını fark eden adam bağırmaya devam etmiş. Ta ki hırsı geçinceye ve kendini daha iyi hissedinceye kadar… . Bizde de bu işler böyle yürümüyor mu zaten. En basitinden iş hayatı mesela. Güçlü olanın zayıf olanı ezdiği o hayat. Eğer birisi büyük bir hata yaparsa şayet, işte o zaman olan alttakine olur çünkü kendisine asla açıklama fırsatı verilmemiştir… Bunun tek nedeni beynimizdeki “savaş ya da kaç ” metodudur. Bu sadece bu örnekle de geçerli değildir “Savaş ya da kaç metodu” aslına temeline indiğimiz zaman bize “Günah Keçileri”nin sebebini verir. Bunun sebebi ise beynin iki farklı yönde çalışıyor olmasından kaynaklanır. İlk bölüm hata oranlarını ve zararlarımızı tespit ederken ikinci bölüm ise bu konuda atacağımız adımları belirler. Tahmin edebileceğimiz gibi de beynimiz “kaç ” komutunu seçerken bir kez daha “günah keçileri” bizimledir ve bizden yanadır…
Bütün suçu da insana yıkmamak gerekir ancak. Bazen bazı durumlar, bazı gereklilikler getirir ve biz de bunlardan kaçmak isteriz. Bazı hayati durumlar ve aciliyetler… Kimin doğru kimin yanlış davrandığını karar vermeden önce de insan doğru ve yanlışı tanımlamalıdır öncelikle. Kiminin işine yarayan bir şey başkasının felaketi; birinin felaketi ise başka birinin faydasına dokunabilmektedir şu garip dünyada. Bütün bunları anladıktan sonra ise dönüp şöyle de bir kendine bakınmalıdır. İçindeki doğrunun ve yalanın asıl gerçekliğine… Ancak o zamandan sonra insan birini, içinde bulunduğu durumdan sebep bahane üretmiş birini, suçlayabilir.
Eğer bu söylediklerimi toparlamak istersek, insanoğlu geçmişten günümüze kadar sayısız gelenekle birlikte günahlarından arınmak ve bunlara gerekli gerekçeler bulmak istemiştir. Ve işte o zaman bize “günah keçilerimiz” yani her sıkıntıda yardımımıza koşan tatlı küçük bahaneler gelmiştir. Aslında kullanılmasında kimi zaman pek bir sıkıntı görülmeyen bu küçük yardımcılar, aşırıya kaçıldığı zaman işleri çığırından çıkarabilmekte ve hatta insanlarda güven problemi denilen şeyi ortaya çıkarabilmektedir ve daha da kötüsü bunun duyguları olan biz insanlara da dönüştürülebilmesidir. Kimi zaman zararsız bir yağmura, kimi zaman da pastırmaya örneklerde de görüldüğü üzere soyut olan düşüncelerimiz ve hatta öfkemiz çevrilmiş ve bunun sonucunda da artık bahanelerimiz gözle görülebilir bir hale gelmiştir. Ancak aslında insanın ihtiyacı olan şey bunlar değildir. İnsanın asıl ihtiyacı olan şey sorumluluk duygusu ve biraz da vicdandan oluşan o asil duygudur işte. Eğer bir işte herhangi bir sorumluluğun yoksa sen neden o işe atılıp aradan çekilesin ki? İnsani duygular çok karışık ve her ne kadar da yüzbinlerce yıl geçmiş olsa bile hala çok yabanidir. O içimizdeki bir işte sıkışınca kaçma durumu maalesef hala bulunmaktadır ve bu gidişle bitmeyecek gibi görünmektedir. Ancak biz insanların yapabileceği tek bir şey var: Sorumluluk almak… İnsanın sorumluluğu kadar değer aldığı şu koca dünyada, bazen işler içinden çıkamayacak hale gelse bile mutlaka her kilitli kapının bir anahtarı vardır. Size tavsiyem bu kilitli kapıdan kaçamamanızdır. Çünkü eğer o kapı bir kez elinizden yitip giderse bunun bir daha geri dönüşü olmaz. Sözlerimi Paulo Coelho’nun bahaneler ile ilgili söylediği çok kıymetli bir sözle bitirmek istiyorum; “İnsanlar fırsatların gelmesini bekler, fırsatlar da insanların… Fırsatlar bekler, insanlar bekler; Kazanan hep mazeret olur…”
***
Özel bir Lisenin birinci sınıfında öğrenimini sürdüren torunum Buse GÜL’ün ödev olarak kendisine verilen yukarıdaki konuyu analitik bir düşünceyle işlemesi, olması gereken doğru davranışlar üzerinde bilinçle vurgu yapması, bir eğitimci olarak benden tam not aldı.
Çok daha önemli olan başka bir şey: Bağımsız ve laik Türkiye Cumhuriyetini kurarak Türk gençliğine emanet eden Gazi Paşamızın vasiyeti bu analitik düşünce sistemini önceleyen aydın beyinlere haiz yavrularımızın omuzlarında ebediyete kadar yaşayacaktır.
Yeterki Gazi Paşamızı ayrıntılarıyla tanıtmakta bu aydınlık yüzlü çocuklarımıza sorumlu bir veli olarak yardımcı olalım!