Uzun zamandır ara verdiğim köşe yazılarıma günümüzde özellikle “memur, öğretmen, yönetici” atama ve görevlendirmelerindeki adaletsiz uygulamaları görünce yine başlamaya karar verdim. Konumuzun kahramanları; bürokratik fahişeler, fikir travestileri, son düzlükte nefesi kesilenler, karakter yaşlıları, mülakat simsarları ve rahmetli Galip Erdem’in deyimiyle “ikbal yokuşunda asansör gibi kullanılanlar” olacak….
Bunlardan en çok acıdıklarım ise yaşları kemâle erse de, emekliliğine birkaç yıl kalsa da, ömrü mücadele ile geçmiş olsa da “son düzlükte nefesi kesilenler”dir. Düşünsene bir ömrü harcadığın davayı satıp ömrünün veya görevinin son birkaç yılında tüm hayatını bir kıçı kırık geçici koltuk için çöpe atıyorsun! Ne uğruna; birkaç siyasiye yaranmak, törenlerde zamanın gücünü memnun edici birkaç kelam edebilmek, bir de ast ve üstten gelen baskılar ile kan ter içinde o koltuğu muhafaza edebilmek adına… Söyleyin ne var ki bundan başka? Eğitim ile ilgili bir derdinizin olmadığı açık! Böyle derdi olan insan idealist olur, bir ülkü yolunda dimdik durur, savrulmaz kaybolmaz. O zaman dert ne? İşte burada şahsiyet devreye giriyor…Bu son düzlükte nefesi kesilenlerin bir sonraki jenerasyonu ise “karakter yaşlılığından” genç yaşta karakter ve şahsiyet yönünden malulen arkadaşlarını satanlardır. Bunlar en kalabalık grubu oluşturur. Bir kemikte bize düşer mi diye sürekli “kul hakkı kasapları”nın kapısında dilenir dururlar. Zaman zaman kendileriyle vicdan muhasebesine girseler de sonra pes edip günü gün etmeye bakarlar. Dava arkadaşlarına yapılan kötülükler önemli değildir bunlar için. Hatta bırak dava arkadaşını anasını babasını dahi menfaat uğrunda bir kenara koyabilecek karaktersizliğe sahiptir. Bunlar gücün sahiplerine hep sırıtırlar, onu överler ve elleriyle beslerler. Arada “ya devran dönerse” diye düşünüp, etrafını şaşırtan tutarsız ve cılız çıkışları olsa da kirlenmiştir bir kere! Bunları herkes böyle de kabullenmiştir. Sonra günün birinde gücün sahibi bunun hakkını da iğfal edip, bu karakter yaşlısını mendil gibi kullanıp attığında feryat figan derler. Bunlara hayatın içinde “kaybolmuşlar” da diyebiliriz…
Bu kahramanların (!) içinde bir de “ikbal yokuşunda asansör gibi kullanılanlar” var. Bunlar her devrin adamı olmayı beceren ama kimseyle de kötü olmayan, herkesi memnun eden, bir nevi “şahsiyet fahişesi” olup, işlerini ustalıkla yaparlar. Bunların şahsiyeti yanında etini satıp ekmek kazanan bir hayat kadını dahi daha şahsiyetlidir; Bunlar sadece bedeni değil tüm benliği kullanılmaya müsait şahsiyet fukaralarıdır. Bu tipler bazı siyasiler tarafından beygir olarak kullanılır. Sırtına vur yükü, koltuk uğruna taşıyamayacağı, temizleyemeyeceği pislik yoktur! Bunlarda kazan-kazan ilkesi işler. Hem sırtında taşıdığı kazanır, hem de taşıyan beygir kazanır…
Diğer kahraman (!) çeşidimiz de “fikir travestileri”dir. Bunlar hormonal/cinsi travestilerden farklıdır. Görünüşte sesleri, kılığı, kıyafeti, duruşu, şeysi yerinde gibi görünür ama ruhu-fikri travestilik eder. Olduğu “fikrî ameliyat”la artık eski düşüncelerinden arınmış ve yeni bir fikriyat (!) kazanmış gibi görünür. Tek amacı bu yolla ikbal yokuşunu tırmanmaktır. Tırmanırken geçirdiği değişim umrunda değildir. O yokuşu tırmanırken yorulduğunda kucaktan kucağa taşınmış olmak önemli değildir onun için. Yeter ki o yokuş çıkılsın!
Görüldüğü gibi yazmaya o kadar sebep var ki, yazmamak ihanet gibi geliyor! Ne sayfa yetiyor ne de kelimeler. Okuyucularım, kullandığım tabirler için kusura bakmasın ancak bu derece iğrenç şahsiyetleri başka türlü ifade etmeye kelime bulamadım! Mevlana’nın dediği gibi “Söz dar, mana ise pek geniş; söz manaya daima kifayetsiz”. İlk önce bizden görünüp de aslında kaybolan, ihanet eden, fikrî ameliyat ile değişen, karakter yaşlılığından eğilmiş, bükülmüşler üzerine yazmayı daha uygun buldum. Daha bitmedi; bürokratik fahişeler ve mülakat simsarları üzerine sonraki yazımda devam edeceğim. Ve sonunda da vaktin Yusufları üzerine birkaç kelâm edeceğim inşallah.
Yaşasın vatan, yaşasın Türk Milleti!
29/07/2017
Burak CANDAŞ