Tomris Hatun anamızdan yüzü beri gerek kamu yönetimi ve siyasette, gerekse edebiyat ve kültürün çeşitli alanlarında kendi aklı, bilgisi ve yeteneği ile farklanmış yüzlerce Azerbaycan kadınının adı tarihin hafızasında tutulmaktadır. Ve kendi zamanında çok tanınmış, tarihte iz bırakmış bu kadınların her birinin acılı-şirinli bir hayat hikayesi vardır. Hakkımda yazacağım Ağabeyim ağa Cavanşirin hayatı gurbette, Vatan ve toprak hasreti, nakam sevgi nisgili ile geçmiştir.
Karabağ Hanı İbrahim Halil Cavanşirin kızı Ağabeyim ağa 1780 yılında Şuşa'da doğdu. Güzelliği ve yeteneği ile seçilen Ağabeyim ağa Karabağ Hanlığı'nın o dönemlerdeki veziri, büyük Azerbaycan şairi Molla Penah Vaqif'den ders almış, gençliğinin ilk çağlarından kendisi de şiirler yazmaya başlamıştır. Fakat felek genç Ağabeyim ağa'nın gelecek hayatının üzerine siyah üzüntü perdesi çekiyor. Ağa Muhammed Şah Kacar 1797 yılında Şuşa'da öldürüldükten sonra İbrahim Halil Han arada yumuşaklık yaratmak için onun cenazesini büyük ihtiramla Tahran'a gönderiyor. Kacarların yeni hükümdarı Feteli Şah İbrahim Halil Han'ın bu hareketinden memnun kalır ve onun adamlarını hediyelerle geri göndermekle beraber, İbrahim Halil Han'la akraba olmak niyetini bildirir. Kalbinden olmasa da İbrahim Halil Han bu teklifi kabul etmek zorunda kalır ve genç ve güzel kızı Ağabeyim ağa'yı 200'den fazla hizmetçisiyle birlikte Tahran'a şah sarayına gönderir. Böylece Han kızı kendisi istemese de çok sevdiği Karabağ'dan, Şuşa'dan ve ilk ve son aşkı olan kuzeni Muhammed bey'den ömürlük olarak ayrılır.
Feteli Şah büyük saygı ve izzetle Ağabeyim ağa'nın nikahını kıldırıp, onu sarayın birinci hanımı ediyor. Söylenenlere göre, Feteli Şah'ın heremhanasına gitmemişten önce kadınlar ilk olarak çok pahalı ve şık kıyafetler olan odaya girmeli, bu kıyafetlerden yürekleri isteyen en pahalısını seçmeli ve Şah'ın huzuruna bu elbisede gitmeli imişler. Ağabeyim ağa biliyormuş ki, Şah'ın annesinin kıyafetleri de bu kıyafetler arasındadır ve düğün gecesi bilerek bu kıyafetlerden birini seçip geyinmiştir. Görülüyor ki, Ağabeyim ağa nakam kalmış aşkına sadık kalmak için keskin bir zihin ile bu tedbiri dökmüştü. Feteli Şah zifaf gecesi Ağabeyim ağa'yı annesinin kıyafetinde görünce kendinden geçmiş, on beş dakika sonra odadan deli gibi çıkmış ve öfkeyle kendi odasına gitmişti. Bundan sonra Feteli Şah hiçbir zaman Ağabeyim ağa'ya yakın durmamışdı, ama boşamamışdı da. Feteli Şah onun aklını, güzelliğiniyüksek değerlendiriyordu.
Salnameciler yazıyorlar ki, Ağabeyim ağa sadece güzelliği ile değil, keskin hafızası ve yüksek konuşma kültürü ile de ün kazanmıştı. O, İran'ın sosyo-kültürel hayatı ile, siyasi meselelerile ilgilenen ilk kadınlardan olmuştur.
Arap ve Fars dillerini bilen Ağabeyim ağa Şah sarayında Fransızcayı da öğrenmişti ve bu dillerden istifade ederek, Doğu'nun ve Avrupa'nın birçok prensesleri ve kraliçeleri ile iletişim kurmuştu. O, 1811 yılında Fransa imparatorunun karısı ile görüşmüş, onun aracılığıyla Napoleon Bonapart'a mektup göndermişti. Rusya ile Kacarlar Sarayı arasındaki ilişkilerin yoluna konulmasında da Ağabeyim ağa'nın rolü az değildir. Rus çariçası Ağabeyim ağa'ya gönderdiği mektubunda yazıyordu: "Ey Beyim, siz kendi müdrikliğinizle merhametli şahın ikinci Zöhresi, tale yıldızı olmuşsunuz".
Kaynaklarda yazıyor ki, İran seferine çıkmış İngiltere kralı Ağabeyim ağa'nın güzelliğine ve aklına hayran olarak kendi eliyle ona "Kutsal Georgi» nişanı takdim etmişti. Bildiğimize göre Ağabeyim ağa bu ödülü almış tek Türk kadınıdır.
Ağabeyim ağa sarayda cah-celal içerisinde yaşasa da, kalbi Vatan hasretiyle çırpınırdı. Bu becerikli Han kızının hem de şiir tebi vardı. Bazı kaynaklar onun "Tuti" mahlasıyla Türkçe ve Farsça bayatı, şiir yazdığını bildirir. Fakat ne kalem, ne bayatı, ne de göz yaşları onun kalbindeki üzüntüyü, nisgili avutuyor.
Ağabeyim ağa'nın şu satırlarla başlayan Vatan hesretli bayatısı dilden dile düşmüştü:
Əzizinəm, Qarabağ,
Şəki, Şirvan, Qarabağ,
Tehran cənnətə dönsə,
Yaddan çıxmaz Qarabağ!
Araştırmacılar bu bayatı ile başlayan ünlü "Karabağ şikestesi"nin sözleri ile beraber müziğinin de Ağabeyim ağa'ya ait olduğunu bildirirler.
Ağabeyim ağa'nın gönlünü şad etmek, onu sevindirmek için Feteli Şah Tahran'da muhteşem bir bağ saldırır. Karabağ'dan, Şuşa'dan ağaç, çiçek getirdib dikdirir ki, Ağabeyim ağa doğma yerlerin havasını bu bağdan alabilsin. Hatta bahçıvanı da Şuşa'dan getirirler. Bu gülüstanın da adını "Vatan bağı" koyuyorlar. Dikilen her şey biter, sadece Harıbülbül adlı gülden başka. Sadece Şuşa'da biten bu gülü defalarca yol dikseler ve ne kadar hizmet etseler de, solup yok olur. Ağabeyim ağa bu bağa seyre çıkarken çok kederlenermiş, ah çekerek ağlarmış. Saray adamları onun bu halini anlamıyordular - çünkü "Vatan bağı" öyle Karabağ'ın bir parçasıydı. Onda Ağabeyim ağa üzüntüsünü şöyle ifade eder:
"Vətən bağı" al-əlvandır,
Yox üstündə Xarıbülbül.
Nədən hər yerin əlvandır,
Köksün altı sarı, bülbül...
Yani "Vatan bağı" denilən bağda Şuşa'nın Harıbülbülü yoktur.
Yaşamının sonuna yakın Ağabeyim ağa Şah sarayını terk ederek Kum kentine göç etmiş ve ömrünün sonuna kadar orada ona ait sarayda yaşamıştır. Ağabeyim ağa 1832 yılında 52 yaşında vefat etmiş ve Kum şehrinde hanedan sahiplerine ait mezarlıkta defn olunmuştur. Bazı bilgilere göre Şahbanu kendi eceli ile ölmemiştir, onu ruslar sarayda muteber konumda bulunan ermeni casusların eliyle zehir vererek öldürmüşlerdir.
Ağabeyim ağa Karabağ Hanı'nın kızı, Kacarlar Şahı'nın eşi, zeki ve güzeldi ... Ama bunlar onun mutluluğu için yetmedi. Ömrünü Vatan özlemi ve nakam sevgisinin nisgili ile geçirdi. O, gurbette rehin gibi, barışın garantörü olarak yaşadı, fakat Vatan'a olan sevgisi sönmedi; hayatı ve şiirleri ile adını tarihe yazdı ...