Dilsiz halk olmaz. Bu bir aksiyomdur. Edebiyatsız da halk olmaz. Eğer bir halkın edebiyatı yoksa o halk asemile olmaya, başka halklara karışmaya hazır demektir. Çünkü edebiyat tarihle beraberdir. Çünkü edebiyat güzel dille yazılmış bir tarihtir.
Gagauz öyküsü konusunu açmak için kısaca Gagauzların tarihinden ve dilinden bahsetmek gerektiğini düşünüyorum. Gagauzlar, toplu olarak Moldova Cumhuriyeti’nin Güney tarafında, Bucak denilen bir arazide, Gagauz Özerk Bölgesi’nde yaşamaktadır. Gagauzlar Moldova nüfusunun %4’ünü teşkil etmektedir. Sayıları 170 000 civarında olan bu halkın dili Anadolu Türkçesi’ne çok yakındır. Gagauzlar Hristiyanlığın Ortodoks mezhebine bağlıdır ve tam sayısı 300 000 civarındadır.
Gagauzların kökeniyle ilgili çok tartışmalar oldu ve hâlâ da devam etmektedir. Bu tartışmaların 20’den fazla versiyonu mevcuttur.
Yabancı tarihçiler kendilerine uygun bir tarih yazdı. Aslında Gagauz dilinin, folklorunun, kültürünün, fizyolojik yapısının vs. incelenmesi Gagauzların Türk olduklarını ispatlamaktadır.
Bazı kaynaklar Gagauzlar’ın Müslüman Osmanlı Devletinden kaçtığını söylerken bazıları da Rus-Türk savaşlarından dolayı Balkanlar’ı bıraktığını yazıyorlar. Basarabiya’ya ilk göçler 1780 yıllarında başlamıştır ve 1812’ye kadar devam etmiştir. Rusya İmparatoriçesi Ekaterina Basarabya’dan, doğdukları yurtlarından Nogay Türklerini sürgün eder ve yerlerine Gagauz Türklerini yerleştirir. Bu topraklarda yurt kurmuştur Gagauzlar. Çadır kasabasında 1861’da Gagauz Millî Lideri din adamı Mihail Çakir doğdu. O zamanlarda Rus İmparatoruna mektup yazar; Moldovan ve Gagauzlar için ana dilinde eğitim almaları gerektiğini yazar. İki halk için de derslikler, sözlükler hazırlar.
1918’den 1940’a kadar Basarabya toprakları Romanya İmparatorluğuna geçer. Burada Türkiye Türkleriyle 18 yy. sonunda kopan bağ yeniden canlanır. Romanyadaki Türkiye Büyükelçisi Hamdullah Subhi Tanrıöver Gagauzlara özel bir duygular besliyor. Romanya Yönetimine danışılıyor ve Gagauz köy okullarında Türk dili dersi verilmeğe başlıyor. Türkiyeden kitaplar getiriliyor. Öğretmenler gönderiliyor.
1940 yılında Molotov-Ribentrop antlaşmasına göre bugünkü Moldova Gagauzlar’la birlikte Sovyetler Birliği’ne giriyor. O yıllarda rejime uyum sağlamayanlar Sibiryaya sürgün ediliyor. 1941 yılında başlayan savaş, Romanya Krallığı’nda zorluk ve yoksulluk çeken Gagauzları biraz daha zayıflatıyor. Gagauzların bir kısmı Romanya ordusunda Rusya’ya karşı savaştı, 1944’te de Rus ordusunda Almanya’ya karşı savaştı. Savaştan toparlanamayan halk 1946-1947 yıllarında kuraklık ve yöneticilerin politikası sonucunda büyük bir açlık süreci geçirdi. Halkın üçte biri açlık ve hastalıklardan dolayı hayatlarını itirdi.
Savaştan sonra kolektivizasyon (kolhoz) başlatan Sovyetler Birliği uyum sağlamayan zenginlere sürgün cezası devam etti.
Gagauzlar’a Sovyetlerle birlikte yaşadığımız zamanda Türklere karşı nefret hissi aşılanırken, Stalin’in eliyle sürgün edilmiş halka Stalin’i sevdirebildiler. Savaştan sonra yoksulluk ve cahillik içinde yaşayan, çoğunlukla Rusça’yı bilmeyen Gagauzlar’a Rusya’dan öğretmenler ve diğer bilim dallarında uzmanlar gönderildi. Böylece Gagauzlar’ın içinde Rusça yayılmaya başladı ve bununla kalmayarak resmî yerlerde, okullar vb. yerlerde Gagauzca yasaklandı. Gagauzlar, Gagauzluklar’ından utanmağa başladılar.
Basarabyada ilk Gagauzca edebî yazılar 1960 yıllarında yazılmaya başladı denebilir. Bu yıllara kadar Gagauzlar hiçbir şey yazmadı mı? Yazdı elbet ama bulundukları devletin alfabesiyle yazdılar. Rusya hakimiyetindeyken eski Slav, Romanya hakimiyetinde ise Romen alfabesiyle yazdılar. Gagauzcada bulunan özel seslerin o dillerde olmaması okunuşta zorluk çıkarıyordu. 1908’de Mihail Çakır’ın çıkardığı ilk Gagauzca dini gazete kiril harfları ile 1918’den sonra ise aynı araştırmacı Gagauzca metnleri latin harfları ile yazmağa başladı. Ama bu yazılar edebî eser değildi.
Evet, Çağdaş Gagauz Edebiyatı geçikmiş durumdadır. Bunun sebeblerini araştırırken Prof. Dr. Hülya Argunşah şöyle izah etmektedir: Gagauzlar tarih boyunca siyasî bir birlik oluşturamamışlar, küçük topluluklar halinde değişik ülkelerin siyasi sınırları içerisinde yaşamışlardır. Mensubu oldukları ülkenin diliyle ve alfabesiyle o ülkenin edebiyatına katkıda bulunmuşlardır. Gagauzlar bu topluluklar içerisinde köylü sınıfa mensup olmalarının ve nüfusun azlığı, ana dilde eğitimin olmaması, alfabenin geç verilmesi, edebiyatın geçikmesine sebeplerden bazılarıdır. Bu kısa geçmişte bir roman, on kadar hikaye kitabı, kırka kadar şiir kitabına rastlanmaktadır. (Argunşah, Hülya. 2007: 89-118)
1950 yılında Moskova İlimler Akademisi’nde Gagauzca araştırılmaya başlandı. 1957’de Gagauzca’ya Kiril alfabesi resmiyeti verildi. Sovyetler Birliğinde yazılarımız yine kirilce oldu. Bu olay Gagauz Edebiyatının bir uyanışı oldu. 1959 Moldova Gagauzlarında Bucaktan Sesler adlı ilk kitapta ilk Gagauzca edebî örnekler, halk edebiyatı örnekleri basıldı. Dile ve edebiyata ilgi arttı.
İlk öyküler ve şiirler yazılmaya başladı. Tabiki Yeni Gagauz Edebiyatını Sovyetlerlerin propogandası istila etmişti. O yıllarda çıkan şiir veya öykü kitapları çok ciddi bir sansürden geçiyordu. Basına verilen kitap lokomotif olmalıydı. Lokomatif Lenin, Stalin, Kolhoz, Sovyetler Birliği, onun verdiği güzellikler demekti. O Lokomotif yoksa o zaman o kitap geri çevirilir ve bunların ilavesi yaptırılır. Tabi kitabın çıkmasını isteyen yazarlar bunu yapmak zorunda kalıyordu.
Öylece Gagauzların 20 yy. ortalarında toplanan Halk Edebiyatının bazı tarihi türkülerinde iki versiyon mevcuttur. Gagauzları araştıran Prof. Dr. Mustafa Argunşah bazı tarihi türkülerin Tahrife uğratıldığını yazıyor (Argunşah, 2007: 173-181).
Yapılan tahriflerin siparişi yukardan geldiği âşikar, amacı da belli: İki kankardeşi birbirine düşürmek ve Türk tarihini karalamaktır. Sovyetlerde yaşayan Sovyet Gagauz halkını kendi kökünden soğutmak ve uzaklaştırmaktı.
Gagauz edebiyatının folkorla sıkı bağı olduğunu yazmak gerekir. Şiir de öykü de çok sade bir dilde yazılmaktadır. Şiirler mani tarzında yazılmakta, öykülerde de mitoloji, masal tarzı ve masal dili hissedilmektedir.
Lakin Gagauz edebiyatında öykü az gelişmiş bir edebiyat türüdür. “Yeni oluşan genç edebiyatlar için bu durum tipik, normal bir durumdur. Yazarlar kısa edebiyat türleri ile başlar, genelde. Düzyazı daha sonra gelişmeğe başlar.” (P.Çebotar, 33) Edebiyatın gelişmesi okuyucuya bağlıdır. Edebi eserler yayılsa da okuyucu sayısı yok derecesindedir. Bunun da ayrı sebepleri var: Büyük nesil Latin yazılarına hazır değildi, gençlerse genelde kitap ve üstelik Gagauzca kitap okumağa meyilli değiller maalesef.
1986-87 yıllarında okullarda Gagauz Dili ve Edebiyatı dersleri verilmeye başlandı. O olay edebiyatın nefes almasına sebep oldu. Öyle ki 1988 yılından 1990 yılına kadar ağırlıklı olarak şiir ve birkaç öykü Gagauzca kitap basıldı.
Nikolay Baboğlu kendi köyünde öğretmenlik, okul müdürlüğü yapmış en çok öykü yazan edebiyatçılardan oldu. Kullanılan dil çok basit, sokakta, ailede kullanılan dildir, dialoglar çok canlı, anlamlı ve ilgi çekicidir. Masallardan, efsanelerden ve mitolojilerden esinlenildiği belli. “Legendanın İzinden”, “Karanfiller Açtılar Yeniden”, “Buruk Beyin Eceli”, “Tabeet”, “Traktorculuk”, “Gaydacı”, “Ecel”, “Demirçu” yazarın güzel öykülerindendir. Öykülerin dili ata sözleri ve deyimlerle zenginleşir. Konular hayatın ta kendisidir. Kader, keder, sevinç, günlük heyacanlar, mizah... her şey yerli yerindedir. Öykü vasıtası ile zamanı, o zamanlarda insanları rahatsız eden olayları, onların fikirlerini açıkça görüyoruz. Öykü kahramanları köylü insanlardır: çobanlar, çiftçiler vb....
Açlık, 2. Dünya Savaşının getirdiği fakirlik, sürgün konuları Nikolay Baboğlu’nun 1990’lı yıllardan sonra yazılan öykülerine yansımıştır. Masallı Toprak adlı kitapta bu tür öykülere rastlarız. Bu öykülerin bazılarını bu dosyada okuyabilirsiniz. Bu konulardan bahsetmekten önceleri korkuluyordu. Yazarın birçok öykü kitabı ve bir Tarafımın Pietleri adlı şiir kitabı var.
Diğer Gagauz yazarı Dimitri Karaçoban, Moskova Edebiyat Enstitüsü mezunudur. Köyüne dönen Dimitri Karaçoban âdeta bir kültür adamı, bir edebiyatçı olarak tanınmaya başlar. Büyük bir misyon da üstlenir. 20. yüzyılın ortaları ama Gagauzların her şeyi, sanatı, şiiri, kültürü dünyadan çok geri kalmıştır. Yazı yok, kitap yok, edebiyat yok, tarih yok. Toparlanmamış folklor var, kendisini korumuş, temiz Gagauz halkı var sadece. O günden itibaren milletini sırtlayan, milletinin kültürünü sanatını omuzlayan adam oluyor Dimitri Karaçoban (Karanfil, 2013: 32).
Edebî hayatına şiirle başlayan Karaçoban, daha sonra düz yazı türünde de eser verir. Aslında öykü ve şiir türleri paralell olarak ilerler. Deneme ve öyküleri kısa ve felsefi bakımdan güçlüdür, zengin bir köy diliyle yazılan eserlerdir. Bir sıra öyküleri 1920-1930 yıllarını, tarihi olayları, köylülerin zor durumlarını anlatmaktadır. Bu tür öykülerden biri de Düşer Yıldız adlı bir öykü. O yıllarda yaşayan bir Gagauz aileden bahseder, nerede umut, sevinç ve kayıp yanyana yürümektedir. Karaçoban’ın öykülerinin çoğu kendisini anlatmaktadır. Fanatik, Lafın Paası, Yolda karı, Karaspandit, Zlata ve diğer öykü ve denemelerde kendisini tanımak çok kolay.
Gagauz Öyküsüne yeni nefes getiren diğer isim Stepan Bulgar’dır. Karaçobanın öğrencisi olan Stepan Bulgar neredeyse öğretmeniyle yarışır. Öykülerin dil ve uslubundan Bulgara ait olduğunu anlar okuyucu. Gagauz edebiyat eleştirmeni Petri Çebotarin tabiriyle, “Gagauz edebiyatında böyle bir şey olmamıştı.” Bu yazar da neredeyse tüm yazarlar gibi folklor örneklerinden yararlanmış. Bunun âlâsını Trakalı Öküz öyküsünde görmekteyiz.
Bulgarın, Utasncak, Sıkı Mirçu gibi espirili öyküleri okuyucuyu neşelendirir ve aynı zamanda düşündürür.
Bazı öyküleri âdetleri, ananeleri takip ederek yazılmıştır. Mesela, Damga adlı öyküsünde kahraman, bir şiir buluşmasına giderken cenaze yerine uğrar ve orada gördüğü her şeyi anlatır.
Çocuk öyküleri de oldukça azdır. Burada Stepan Bulgar’ın, Todur Marinoğlu’nun adlarını verebiliyoruz. Kendi Köyünde Gagauz Dili ve Edebiyatı öğretmeni olarak çalışan Todur Marinoğlu’nun öykülerin ana hattı çocukları hoşgörülü, cömert, merhametli yetiştirmektir.
Stepan Bulgarın amacı ise çocuklara öykü vasırtası ile halkın âdetlerini, mitolojisini, kültürünü anlatmaktır.
Evet, maalesef Gagauz öykücülerinin sayıları ve bazılarının da yazdığı öykü sayısı çok azdır: Nikolay Tanasoğlu, Nikolay Baboğlu, Konstantin Vasilioğlu, Dimitri Karaçoban, Mariya Kuyumcu (Durbaylo), Stepan Bulgar, Mariya Mercanka (Kapaklı), Stepan Kuroğlu, Saveli Ekonomov, Petri Çebotar, Todur Marinoğlu, Ekaterina Ganeva, Dimitri Kihayoğlu ve diğerleri.
Genelde olarak Gagauz öyküsü, edebiyatımızın 1950’li yıllarda gelişmeye başlamasına rağmen, edebiyat türü olarak hâlâ ikinci derecede bir yerde durmaktadır. İlk sırada duran şiir türünden çok geridedir.
Çoğunlukla folklordan esinlenen öykülerin genel çizgisi halkın yaşanmış hayatını, onun başından geçen olayları anlatmaktadır. Birçoğu ise bioğrafik karakter taşımaktadır.
Öykü türünün gelişmesi için gençlerin arasında Meras Derneği her yıl Şiir ve Öykü Yarışmaları düzenlemektedir. Sonuç olarak Tükenmez Umut Kaynaa ve Akar Sel Gücü adlı iki şiir ve öykü seçkisi bastırıldı. Bu kitaplardan da belli ki yine de öykü türü şiirden çok geridedir. Kendini şimdi deneyen genç öykücülerden Pelageya Filioğlu, Mariya Köse, Nikolay Esir, Viktor Kopuşçu, Alla Büyük, Anjela Mutkoğlu, Aleksandra Kristeva gibi genç yazarlara umudumuzu bağlıyor, Gagauz öyküsünün gelecekte daha güçlü olacağına inanıyoruz.
Kaynak:
Hülya Argunşah, Gagaguz Edbiyatı.
Mustafa Argunşah-HülyaArgunşah. Gagauz Yazıları. Türk Ocakları Kayseri Şubesi Yayınları, 2007:89-118
Mustafa Argunşah, Tahrip Edilen Bir Türk Tarihi ve Bir Türkü.
Çebotar, Petri, Gagauzskaya Hudojestvennaya Literatura /50-80g./ Oçerki. Kişinyov, Ştiinsa, 1993, 33.
Karanfil, Güllü, Dimitri Karaçoban: Milletini Sırtında Taşıyan Adam, Balkan Türküsü der. Sayı 5. 2014, 34-38.