1972 yılı Sovyet dönemi. Mesleğimle ilgili olarak Kırım’a görevlendirildim. Karadeniz’in gözyaşına benzeyen suları eşsiz bir güzelliğe ve harika bir tabiata sahip Kırım’ın eteklerini yıkar. Bu eşsiz güzelliğin bir köşesinde öğenciler için Artek adında uluslararası bir dinlenme kampı vardı. Her yıl burada sosyalist ülkelerinden binlerce öğrenci gelirdi. Bu öğrenciler bir taraftan tatil yaparken diğer tafaftan da Sovyet ideolojisi temelinde eğitim alırdı. Kampa yerleştikten sonra bizi şehrin tarihî yerlerini gezmeye götürdüler. Bahçesaray’a olan ziyaretimizde rehberimiz bize 1681 yılında Rusya ve Türkiye arasında imzalanan Bahçesaray barış anlaşması hakkında bilgi verirken “Bu barış anlaşması ile Kırım Rusya’nın terkibine katıldı ve böylece Türklerin işgaline son erilmiş oldu.” diyerek sözünü bitirdi. Duvarlarda asılmış panolarda da bu konuda hakkında pek çok belgeye ve resimlere yer verilmişti.
Aslında neler olup bittiğini çok sonraları öğrenecektim. İşte o seneler sonra öğrendiğim tarihî gerçekleri sizlerle paylaşıyorum. Kırım’ın Türk tarihi Türk birliklerinin Avrasya’nın doğusundan batısına doğru yayılmalarının ilk dönemlerinden başlar. 18. yüzyılda Kırım yarımadası, esasen, Roma ve Bizans imparatorluklarının sınırları altında olsa da birçok tarihî kaynak 5-6. yüzyıllardan itibaren bu bölgeye Türksoylu Kıpçakların yerleşmeye başladığı fikrinde birleşir. Sonraki yüzyıllarda diğer Türk boylarının da Kırım yarımadasına göç etmesi ile yarımadanın etnik manzarasını tamamen Türklerin lehine değiştirmiştir. Sonuçta, 13.yüzyılın başlarından itibaren Kırım topraklarında sürekli olarak Türkler hâkimiyet kurmuştur. Tarihsel olarak yayıldıkları alanlarda Türkler zengin devlet geleneklerini devam etmişlerdir. Bu durum Kırım’da da kendini göstermiştir. Altın Orda’nın ciddi şekilde zayıflamasını fırsat bilen Kırım Türkleri I. Hacı Giray’ın liderliğinde 1441 yılında ilk defa Kırım’da bağımsız bir hanlık kurdular. 1453 yılında İstanbul’un fethi tüm bölgede jeopolitik durum Türklerin lehine değişti. Yeni gelişen konjoktürden istifade eden Kırım Hanlığı Osmanlı İmparatorluğu ile ittifaka girmekle düşmanlarına karşı güçlü bir cephe oluşturmayı başardı. 1475 yılında Kırım Hanlığı Osmanlı egemenliğine girse de geniş bir otonomiye sahipti ve 18.yüzyılın sonlarına kadar kendi devletini koruyabilmişti. Böylelikle geçen en az beş asır boyunca bu bölgeye iliklerine kadar Türk ruhu sinmiş oldu. Türklerin Kırım yarımadasında uzun süren varlıklarını gösteren başlıca delillerden biri de bu yarımadanın adı ile bağlıdır. Zamanla fonotik değişime uğrayan Türk kökenli Gırım (Kale), Kurum (koruma), Kuri (korumak) sözcükleri nihayet Kırım olarak Türk toponimleri arasında kendine yer bulmuştur. Bu coğrafi mekânın ister kültüründe ister tarihinde Türk izleri çok net şekilde şimdi de görünmektedir. Kırım’ın eşsiz özelliklerinden biri de tarihsel olarak burada yerleşmiş çeşitli Türk boylarının karışmasından meydana gelmiş Türk birliğidir. Bu açıdan Kırım büyük ve renkli Türk dünyasının bütün zenginliklerini yansıtan benzersiz etnotarihî ve etnomedenî bir mekân olarak düşünülebilir. İslam’ın Türklerin yaşadığı bütün bölgelerde baskın dinî inanca dönüşmesi de Kırım’da kendini göstermiştir. İslam dini Kırım Hanlığı’nda devlet dini statüsüne sahipti. Fakat İslam’ın yayıldığı diğer bölgelerde faaliyet gösteren medreselerden farklı olarak (Bu fikrinize katılmadığımı belirtmek istiyorum. İslam dünyanın pek çok yerindeki –özellikle Türklerin olduğu- medereselerde dinî ilimler ve maddi ilimler beraber okutulmaktaydı.) Kırım medreselerinde sadece Kur’an öğretilmiyordu. Aynı zamanda astronomi, edebiyat, hukuk bilimi de okutuluyordu. Kırım Hanlığı’nın başkenti olmuş, Türk dilinin ve mimarisinin estetik güzelliğini günümüze kadar yaşatan Bahçesaray hem de döneminin bilim ve edebiyat merkezi olarak tanınmıştır. Kırım Hanlığı’nın arazisi Kırım Türklerinin yoğun olarak yaşadığı bugünkü Kırım yarımadasından daha geniş bir alanı kapsıyordu. 17. yüzyılda Kırım Hanlığı Ukrayna’nın güney topraklarının büyük kısmını ve Rusya’nın mevcut güneybatı topraklarını kapsıyordu. Farklı dönemlere ait birçok kaynak Kırım Hanlığı’nın yükselişinden korkuya düşen Rusların 16 ve 17. yüzyıllarda Moskova’nın savunma kalelerini sağlamlaştırdığını ve ek istehkamlar inşa ettirdiklerini yazar. O zamanki Kırım Türklerinin hiç aklına gelmezdi ki, bir zaman gelecek bu surların içinde Kırım’ın Türk tarihini değiştirmeye yönelik çirkin ve hain kararlar alınacak, insanlar anayurtlarından toplu sürgünlere gönderilecek.
Bu süreç ne yazık ki 18. yüzyılın sonundan itibaren kendini göstermeye başladı. Kırım Hanlığı’nın 1784 yılında Rusya İmparatorluğunun hâkimiyetine girmesi ile bölgenin idari sınırları imparatorluk çıkarlarına uygun şekilde değiştirildi, parçalandı. Rusların bu bölgeye toplu şekilde göçürülmesi ile Kırım Türklerinin asimile siyaseti başladı. Kırımı kontrol etmek tüm Karadeniz havzasına kontrol etmek anlamına gelmektedir. 1853-1856 yıllarında müttefik Fransa, İngiltere ve Osmanlı İmparatorlukları ile Rusya İmparatorluğu arasında gerçekleşen ünlü Kırım Savaşı’nın de esas sebebi işte bu idi. Savaşın temel amacı Rusya İmparatorluğu’nun Batı’ya yönelmesini önlemek olsa da, Kırım Türklerine karşı ciddi olumsuz neticeleri oldu. Müttefik güçler bu savaştan üstünlükle ayrılsa da, Kırım Türkleri bir sonraki savaş ateşinden ve Rusya’nın emperyalist gazabından kurtulmak için diğer komşu devletlere göç etmek zorunda kaldılar. Aslında, Kırım Türklerinin toplu şekilde diğer bölgelere zorunlu olarak göçürülmesi işte bu dönemlerden başlamıştır. Aradan 150 yıldan fazla zaman geçse de, bu çekişmelerin doğurduğu yaralar Kırım Türklerinin bağrında bugün de fark edilmektedir. Çarlık Rusyası’nın yıkılmasına neden olmuş 1917 Ekim devrimi Rusya hâkimiyetindeki diğer Türk toplulukları gibi Kırım Türklerinin de devletlerine tekrar kavuşması için tarihî fırsat vermişti. Kırım bağımsızlık hareketinin temsilcileri bu fırsattan yararlanarak kısa süreliğine de olsa Kırım Türklerinin bağımsızlık arzusunu gerçeğe dönüştürmeyi başardılar.1917 yılının aralık ayında Kırım Tatarları Kurulu’nun kararı ile Kırım Halk Cumhuriyeti kuruldu. Fakat Bolşevikler bu süreçte yarımadada yaşanları ideolojik tehlike kaynağı olarak gördükleri için bu devleti yıkma adına bütün güçlerini seferber ettiler. Kırım Türklerinin yeniden doğan istiklal mücadelesini daha beşiğinde iken boğmak için yarımadada bir sonraki baskı dalgası başlatıldı. Bölgede etnik temizlik ve Ruslaştırma siyaseti daha seri ve daha acımasız bir biçimde uygulanmaya başladı. Sonraki yıllarda da bu baskı ve zulüm savaş durumunun getirdiği imkânlardan istifade eden Stalin döneminde artarak devam etti. Çünkü Türk dünyasının Batı’ya açılan penceresi olan Kırım Türklerinin Türkiye ile olan coğrafi ve manevi yakınlığının Stalin rejimini rahatsız etmemesi düşünülemezdi. Gelecekte bu yakınlıktan doğabilecek istiklâl mücadelesini başlamadan yok etmek için totaliter yönetim Kırım Türklerinin toplu bir şekilde sürgün edilmesine karar verdi. O zaman vatana ihanet gibi sözde suçlamalarla karşı karşıya kalan Kırım Türklerinin o zaman bu çirkin çirkin siyasete karşı koymaları mümkün değildi.
10 Mayıs 1944 yılında Beriya tarafından Kırım Türklerinin Hitler Almanyası ile güya işbirliği yaptığı ileri sürüldü. Bu iddia ile resmî olarak Kırım Türklerinin sürgün edilmesine başlanıldı. Yapılan plan çok kısa zaman diliminde hayata geçirildi. Sadece 18-22 Mayıs tarihlerinde (toplam 4 gün boyunca!) 200 bin Türk -bazı kaynaklar bu rakamın 400 bin olduğunu bildiriyor- kendi topraklarından sürgün edildi. Sert iklimi ile seçilen Taşkent, Semerkant, Andican, Fergana Kazakistan, Tacikistan ve Ural Kırım Türklerinin zorunlu yerleşim meskenlerine çevrildi. Kendi yurtlarından uçsuz bucaksız bir ülkenin her tarafına sürgün edilmiş Kırım Türkleri 40 yılı aşkın bir süredir yurt özlemi ile yaşamaktaydılar. Sovyet rejimi bununla kalmayarak, daha bir tarihî adaletsizliğe karar verdi: Kırım ve Türk kavramlarını birbirinden ayırmak ve sınır dışı edilmiş yerli nüfusun gelecek nesillerini bu topraklara yabancılaştırmak için Kırım yarımadasında bulunan birçok Türk toponimleri(yer adları) değiştirildi. Temel amaç, her ne pahasına olursa olsun tarihî gerçekliği yok etmek ve yarımadada Türk izini kaybetmek idi. Lakin amansız baskı dalgası Kırım Türklerinin maneviyatını, iradesini kıramadı. Kendi tarihî köklerine olan bağlılıkları hiçbir zaman sarsılmadı. Belki de Kırım Türklerinin yerine başka bir toplum olsa idi, bu asimilasyon siyasetinden kurtulamazlardı.
Kırım Türkleri şerefli ve zor bir mücadele yolunu seçtiler: Kendi kimliklerine ve tarihi geçmişlerine bağlılık göstererek, ne pahasına olursa olsun anavatanlarına dönme yolunu! Geçen yüzyılın 80’li yıllarında Sovyet İmparatorluğunun zayıflaması ile Kırım Türklerinin millî mücadelesi tekrar harekete geçti. Nihayet verilen mücadele netice vermeye başladı. SSCB (Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği) yönetimi Kırım Türklerinin vatana ihanet kararını resmen iptal etti. Böylece, Kırım Türkleri 43 yıl sonra topraklarına dönmeye başladılar. Ne yazık ki, onlar geri döndüğünde hiç de her şey eskisi gibi değildi. Yıkılmış, yüzünü kaybetmiş ata yurtları, sonradan iskan edilmiş yabancı toplum, Rusça konuşan nüfusun baskısı gibi Kırım’ın gerçek geçmişini silmek amacı ile sistemli şekilde gerçekleştirilmiş sistemli politikaların doğurduğu birçok acı manzara ile karşılaştılar.
Ama acı günlere tarihten ders alma gözüyle bakan Kırım Türkleri ruh enginlikleri ile sadece Türk insanının değil, bütün insanoğlunun eğilmezlik, kahramanlık ve iyimserlik örneğine dönüşmeyi başardılar. Kırım, aynı zamanda, Umumtürk entelektüel hareketinin ocaklarından biri olarak kabul edilmektedir. Kırım, Türk dünyasına parlak zekâya sahip birçok siyaset ve fikir adamı yetiştirmiştir. Mesela sadece Türk dünyasının değil, aynı zamanda tüm İslam coğrafyasının siyasî ve kültürel reformlara, modernleşmeye ihtiyacı olduğunu açık bir dille ve mantıkla ifade etmiş olan İsmail Gaspıralı bu düşünürlerden biridir. İsmail Gaspıralı aynı zamanda tüm hayatını bu fikrin gerçekleşmesine adamıştır. Onun kurduğu ve 35 yıl faaliyet göstermiş Tercüman gazetesi Türk halklarının birliği fikrinin yayılmasında önemli rol oynamıştır. İsmail Gaspıralı’nın “Dilde, fikirde, işte birlik” sloganı Türk dünyasının birliğinin yolunu ve yöntemini belirlemiştir. Her ne kadar farklı mekânlarda olsalar da aynı amaç için mücadele eden İsmail Gaspıralı ile Türk dünyasının diğer önemli şahsiyetlerinden olan Azerbaycanlı Hasanbey Zerdabi, Elimerdan Topçubaşov ve Nesib Yusifbeyli arasında da sarsılmaz bir dostluk bulunmakta idi.
İki eski Türk yurdu olan Kırım ve Azerbaycan’ın manevi bağlılığını gösteren bir diğer tarihî kanıt Türk dilciliğinin gelişiminde önemli yer tutmuş Kırımlı Bekir Çobanzadenin Türkoloji alanındaki faaliyetini 14 yıl sadece Bakü’de devam ettirmesidir. Sovyetler döneminde Türkoloji alanında ilk doktora sahibi olan Bekir Çobanzade de ne yazık ki, diğer aydınlar gibi Stalin zulmünün kurbanlarından biri olmuştur. Kırım topraklarının yetiştirdiği III. İslam Giray, İsmail Gaspıralı, Çelebicihan, Bekir Çobanzade ve Cengiz Dağcı gibi önemli siyaset, ilim ve sanat adamları sadece Kırım yarımadasında yaşayan Türklerin kültürel, sosyal-siyasi fikrinin gelişimi için değil, genel olarak Türk dünyasının Rönesansı için çalışmışlardır.
2014 yılının Şubatında başlayan meşhur Ukrayna olayları Kırım sorununu artık bir halkın kaderini etkileyen bölgesel bir sorun olmaktan çıkarmış, onu dünya barışını tehlikeye atan küresel bir tehdide dönüştürmüştür. Bu süreçte ise en büyük zararı dünyanın zıt kutuplarını teşkil eden küresel güçler değil Kırım Türkleri görmektedir. Ne yazık ki tarihin vurduğu yaraları daha sarmaya fırsat bulamamış Kırım Türkleri yeniden Rusya’nın boyunduruğu altına girdiler.