Babam Halil ibrahim Arslan 28 Ekim 1981 vefat etmişti.
Bizim üzerimize öyle titriyordu ki....
Minnacık başarılarımızdan o kadar çok memnun olup herkese övünerek anlatırdı...
Tarihi çok severdi benim babam... Benim tarihe karşı aşırı sevgimde payı çok büyüktür...
Benim babam törenin kanundan çok daha etkin olduğu bir zamanın adamı olarak yaşadı...
Hem töreye uydu hemde kalıplarını kırdı...
Benim babam çocuklara ve insanlara karşı çok merhametliydi...
Misafiri ve misafirlere ikram etmeyi çok severdi.
Konuşulacak konularımız olduğu zaman ya bir lokantaya ya da bir çay bahçesine giderek bir arkadaş gibi bir baba oğul gibi konuşurduk ama baba ile konuşulabilinecek her şeyi konuşabiliyorduk...
Öğretmenlik ve müdürlük yaptığım senelerde bütün velilere babamla olan baba evlat ilişkisinin tavsiye ederdim.
Yeni öğretmen olmuştum ve her şeyi bilirim havasında idim. Bunu fark eden babam.
-"Bak oğlum kaç üniversite bitirirsen bitir. Öğretmen değil vali bile olsan, hatta sen 80 bende 99 yaşında olsam seni hep evlat bilirim ve seni korumak için kendimce önlem alırım. Seni hep çocuk gibi görürüm sen mazur gör babalar böyledir oğlum" demişti...
Babam müteahhitliği bırakmış köye dönmüştü.
Bende öğretmen olmuştum. Artvin Yusufeli Demirken Ortaokulunda Öğretmenliğimin 10. ayındayken Kurban Bayramına yolun uzaklığı ve memleketten daha yeni geldiğim için gitmemeye karar vermiştim. Ama bayram yaklaşınca içime bir sıkıntı bir hasret ateşi düştü arkadaşlarım bir gün önceden gitmişti. Bende 7 Ekimde Artvine oradan Beşikdüzüne oradanda köye geldiğimde babam çok mutlu olmuş ve sevinçten gözleri dolmuş ve bakışlarını benden kaçırmıştı. Kurbanımızı kesmiştik. Babam bir sanatçı dikkatiyle kavurma yapıyordu. Ben bu ana kadar yediğim kavurmalarda babamın yaptığı kavurmaların tadını inanın hiç bulmadım.O kavurmadan bana da vermişti...
Bayram tatilimizin son gününde babamla vedalaştık ve Yusufeli'ne geri döndüm... Meğer bu son görüşüm ve bir ebedi vedaymış meğer...
Ve 28 Ekim 1981 tarihinde bir meselenin halli için gittiğim Gaziantep'te ağabeyimin evinde gece saat 22.00 de kapı çalındı. Kapıyı çalan kişi Mehmet Arslan kim deyince. Gelen PTT özel kuryesine babam mı öldü dedim. O da bilmiyorum seni Gaziantep PTT sine bekliyorlar dedi ve geldiği motosikletin arkasına atladım. PTT ye vardığımızda köyümüzden Beşikdüzünde PTT santral memuru Ayşe Kudu'nun aradığını anladım. Ve aynı anda bana bir de yıldırım telgrafla "Halil Amca düştü komada acele gel" deniliyordu. Öldüğünü Ayşe Abladan öğrendim. Gece Adana'ya vardım. Uçak aradım ve ya en azından uçakların ne zaman kalkacağını öğrenmek istedim. Garajlarda yazıhanelerin telefonları kilitli ve özel jetonla açılıyor. Jetonları da yazıhane sahipleri gece kalanlarla güvendikleri giderken kilitliyor. Hepsi öyle. En yakın karakola havaalanına telefon edebilmek için girdiğimde sıkıyönetim olduğu için bana iyi davranmadılar. Komiserle atıştık. Ne diyorsun sen be babam ölmüş babam. Cenazeye kavuşmak istiyorum seni dinler miyim? Bir telefon ettirmiyorsunuz. Yazıklar olsun size diyerek komiserle sert bir tartışma yaptım. Belki de cenazem olduğu için bana şiddet uygulamadılar. Garajlara geri döndüm. Ve gece Ankara'ya vasıta olmadığı için sabahladım. En erken kalkan otobüsle Ankara'ya vardım. O zaman her taraf yazıhane simsarlar ile dolu ve başıma üşüştüler. Bakın babam öldü ve cenazeye yetişmek istiyorum Trabzon'a en erken bilet istiyorum sakın geç zamana olmasın diye uyardım. Az sonra kalkıyor dediler hemen bileti kesip bana getirdiler. Parasını verdim simsarlar kayboldu. Perona geçtim otobüs yok. Sordum bu saatte yok ikindiye doğru dediler. Bilete baktım akşam 16.00 yazıyordu. Firmanın yazıhanesine gittim bağırdım çağırdım. O zaman otogarlarda sıkıyönetim elemanları duruyor ve bu vb hareketlere çok büyük ceza kesiyorlardı. Tam oraya giderken bana yalvardılar. Babanın ruhu için gitme. Bileti kesen simsarlar yanlış yaptılar ama komisyonunu aldı gitti. Babamın ruhu bahis olunca durdum.
Görev yaptığım okula telgrafla babamın öldüğü için cenaze defin işleri için Trabzon'a gideceğimi ve bu sebeple okula gelemeyeceğimi bildirdim.
Saat 16.00 bindiğim otobüsle Vakfıkebir'e yarı gecede geldim. Sabah Beşikdüzün'e oradan da Köyümüze vardım.
Babam evimizin için aşhana ile odalar arasında tahtalarla yükseltilmiş bir yerin üstüne konmuş iki sandalyenin üstüne konmuş tabutta yatıyordu.
Yüzünü açtım ve çok az güzel günler yaşamış babamın yüzüne baktım canlı gibiydi. Yüzü çok güzeldi. Zihnimde hep canlı gibi kaldı.
Onun için babam bir gün bahçemizin olduğu sol kapıdan çıkıp gelecek ve kapıya vuracak bizde kapıyı açaçakmışız gibi hayal ettim...
Bir evladın babası için şahit olmak istemedikleri anlar vardır. Birisi de evladın babasının ağlamasına sahit olmasıdır.Halbuki babam silahla yatıp silahla kalkan zorluklara dayanıklı bir adamdı. Benim babam hayatını katı bir delikanlılık anlayışı ile geçirmesine ve kimseye eyvallah dememesine rağmen duygusal birisiydi. İçimi yakan üç kere ağlamasına şahit oldum.
Birisi yaptırdığı bir devlet binasına ait inşaatın büyük rüzgârla çok büyük zarar görmesi ve devletin karşılamaması üzerine çok büyük zarar ettiği için ağlamıştı ve ben ilkokul 4 de idim. Diğeri ise işleri ters gittiği bir zamanda benim orta birinci sınıftayken bir talebimin karşılanamadığı içinn çocukça şarf ettiğim söz üzerine ağlaması, sonuncusu ise yeni polis olmuş ağabeyimin İstanbulda ki evinde 25 yaşındaki bütün gençlerde olan kendine gereksiz güven hareketi neticesinde ağabeyimin babamın isteği dışında cevap vermesi üzerine ağlamıştı.
Babam Halil İbrahim'e hayatım boyunca hep ihtiyaç duydum. Her zaman keşke yaşasaydı da şu, şu ve şuuu konularda ondan fikir alabilseydim diye hep istedim...
Hayatım boyunca ona öyle ihtiyaç duydum ki bunu ifade edebilmek çok güç. Yani bir tarafım hep eksik kaldı.
Babasız olmak güçlü bir candan dayanaktan mahrum olmak demektir.
Hep keşke dedim ki ona evlatlık görevimi yapabilme fırsatım olsaydı diye hayıflandım...
Babama ve bu yazıyı okuyanlardan ölmüş olan babalarına rahmet hayatta olanlara ise sağlıklı uzun ömürler diliyorum.
Giden geri gelmiyor ve babalarınız hayattayken değerlerini bilin lütfen....
Tekrar rahmet diliyorumve mekanın cennet olsun diyorum benim güzel ve bitanecik babammmm.
Not: 1. Fotoğraf: Kucağında kız çocuğu amcamın torunu yıl 1966
2. Fotoğraf Burdur Yeşilova Hükümet Konağı depremden zarar görmüş babam müteahhit olarak onarımını yaptırıyor. Yıl 1972