Bugün, hem de bir Millî Mücadeleye atılırken demokrasiye geçişimizin 100. yıl dönümü, “kutlu” olsun ! 100 yıl önce bugün, esareti kabul etmeyenlerin, İmparatorluklar bakıyyesi güzel yurdumuzu emperyalist emellerine yem etmek isteyenlere “Dur !” diyenlerin, hem de demokrasiye geçip “millî” bir “mücadele” başlattığı gündür; asla esir olmamışlardır ki kurtulmak için bir “Kurtuluş Savaşı” başlatmış olsunlar !.. Millî Mücadeleyi demokrasi içinde gerçekleştiren ilk ve hâlâ tek milletin aydınları, o “altın nesil”, “2. Ergenekon”u başlatırken milletin “vekil”leriyle önce düşmanı kovmak, ardından yaşamak amacıyla, şart olan inkılâpları gerçekleştirmek için “o günün çağdaş demokrasisi”ni benimsemişlerdir.
O günün çağdaş demokrasisinde, “Hâkimiyet milletindir”; “irade milletindir” yani “millî irade”dir; irade, krallara, şahlara, padişahlara yani toplumu yönetme yetkilerini sözde Allah’tan almış sülâleden doğanlara ait değildir. Hâkimiyet, elbet küllî iradenin verdiği akılla yöneticilerini tayin edecek cüz’î iradeye yani insana aittir... Sahtekârların kılıçla elde edip, elde tutmak için “gökte” gösterdikleri soyut irade böylece “yere inip” insana ait olmuş, insan da vatandaş yani fert hâline gelmiştir. “Zübde-i âlem”, yaratıkların en şereflisi olan insan, “kişi” olmaktan “kişilik”e yükselmiştir. Ama hâkimiyetin verildiği o kişi, bir milletin geleceğini tayin hakkını bütünüyle elde etmiş değildir. “Çevreyi dedelerden mirası değil, torunlarımızdan ödünç aldık” diyoruz da, dedelerimizin bıraktığı millî ilkeleri miras yedi gibi harcıyor, onlar hakkında karar verme konusunda torunlarımızın da yetkisi olduğunu göremiyorsak ne diyelim? Çevre önemli de Cumhuriyetin kurucu iradesince benimsenen ilkeler önemsiz mi?
Millî irade, her düşünen kafa gibi, her milliyetçinin de yalnız inandığı değil, iman ettiği “varlık”tır. Milliyetçi, millî iradeye her zaman, her yerde, her durumda iman etmiştir, edecektir. Milliyetçi, daha düne kadar her yere “Hâkimiyet Allah’ındır” sloganı yazarak millî iradeye Allah’ı alternatif yapma alçaklığı, ahmaklığı, istismar şerefsizliğine gömülmüş sahtekâr Allah İle Aldatanlar sürüsü gibi lâfta değil, millî iradeye gerçekten baş koyar. Milliyetçinin iman ettiği, uğruna baş koyduğu millî irade, belli bir zamanda, çoğunluk da olsa milletin belli bir grubunun, bilip bilmediği konuda oy vermesiyle tecelli eden pratikler değil, zaman ve mekâna yayılmış, kitlelerin akılla, gönülle, kültürle benimsediği, hayvan hattâ bitkilerde bile bulunan, artık içgüdü hâline gelmiş, yaşama, iyi yaşama, varlığını ve neslini devam ettirme arzusudur. Onu, yanlışlıkla böcek yutunca böcek ölsün diye böcek ilâcı içip ölen saf köy kadınının verdiği bir oy ekseriyet getirdi diye kimse değiştiremez.
Millî irade, dünyanın her tarafında ve her zaman milliyetçilerden sorulur. Milliyet düşmanları, meselâ komünizm ona düşmandır. Hele ümmetçi anlayış, millî iradenin tek güçlü rakibidir. Onlar her zaman her yerde daima kendilerini Allah’ın gölgesi, askeri, fedaisi, hizmetkârı vb gösterip Allah’ı kalkan yaparak millî iradenin üzerine yalın kılıç yürüyenlerdir. Bugün, daha düne kadar hep küçümseyip alay ettikleri, yerine Allah’ın iradesi diye kendi sınıf anlayışlarını sokuşturmaya çalıştıkları millî iradenin lâfını ağızlarında düşürmemeleri, Allah ile aldattıkları şu milletin üç beş sahtekâr din pazarlamacısı tarafından beyinlerine zerk edilen uyuşturucu neticesi en fazla oyu almış olmalarıdır. Yarın, belki yarından da yakın, muhalefete düşüp ardından lâyık oldukları yerlerde iskân edilince ne millî irade kalacaktır bu taife için, ne de ağızlarında lâfı.
1930 hattâ 40’ların o günler için çağdaş demokrasisinde “kayıtsız ve şartsız milletin” olan, bu hemen her yer ve zamanda lâfta kalan hâkimiyet, bugün çok değişmiş günümüz dünyasında, ‘insan hak ve hürriyetleri’ ile kısıtlı ‘çağdaş hukuk anlayışı’ kayıt ve şartına bağlı “kayıtlı ve şartlı hâkimiyet”e dönmüştür; tıpkı Cumhuriyeti kurup devrimleri gerçekleştiren TBMM gibi ! Yani o meclis, çağının çok ötesindeydi; “bilâkay ü şart” yani “kayıtsız ve şartsız” değildi (Bkz resimler). Her yere asılı bu güzel vecizenin “Egemenlik Ulusundur” hâlinde kısaltılması, boyadan tasarruf için mi yapıldı sanıyorsunuz? Fransız İhtilâlinde çağ öncüsü bir ‘devrim’ mahiyetindeki bu söz, Atatürk devriminde çağdaş demokrasinin tanımı ama günümüzde sadece halk dalkavukluğundan öte bir anlam ifade etmeyen demagoji lâkırdısıdır. Dünyada çalışan kafalar bunu böyle anlar ! Günümüzde esas olan, arkasına her tip fırlamanın saklandığı, sürtük kıza, hattâ eşeğe benzetilen ‘demokrasi’ lâfı değil (Balkanlarda “eşek”e “demokrat” denir), onun gerçeğini içine alan ama ondan çok daha geniş, istismara izin vermeyen ‘Hukuk Devleti’dir.
100 yıl sonra hiç kimse, ‘hukuk devleti’ anlamındaki demokrasiyi tek adam iktidarına, yani ‘seçilmişin diktatörlüğü’ne çeviremeyecektir. Tarihte bu ‘seçilmişin diktatörlüğü’ örnekleri vardır; en ünlü ve güzel örneği Almanların ünlü ‘Führer’i Hitler’dir. Führer ne cumhurbaşkanıdır ne başbakan; ikisi birlikte o tek uğursuz megaloman bedende toplanmış bir ‘ruh’tur. Führer’e göre “bakanlarım, subaylarım, gençliğim, memurlarım” diye kendi ruhunun bir parçasıyla (?) özdeşleştirdiği ‘kişi’ler ve bir de o mevcuttur; başka kimse yoktur. O ve herkes !.. Allah ona benzer megalomanlardan baş düşmanlarımız dahil herkesi korusun !
Görüntünün olası içeriği: masa ve iç mekan
Görüntünün olası içeriği: 1 kişi, iç mekan
Görüntünün olası içeriği: şunu diyen bir yazı 'EGEMENLİK ULUSUN'
Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi