Doç.Dr. Necmettin HACIEMİNOĞLU: “Türkçeye ihanet, devlete ve vatana ihanetten daha vahimdir.”
SORU: Yani sizce bugün bir dil kaosu, bir dil çıkmazı mı var Türkiye’de?
HACİEMİNOĞLU: Hatta bir dil felaketi var. Bugün Türk aydını yedisinden yetmişine birkaç bin kelimenin dar çemberine sıkıştırılmış, lügat dünyaları adeta zindana çevrilmiştir. Türk aydını muayyen bir kaç kelimeyle düşünmek mecburiyetinde bırakılmıştır. Türk milletini tehdid eden en büyük tehlike işte budur. Düşünün ki, bir üniversitenin rektörü, bundan on yıl önce Ankara’da üniversite talebelerine hitaben demiştir ki, “Elli yıl sonra ne Türkçe kalacaktır, ne de Türk milleti.” Bu zat Ortadoğu Teknik Üniversitesi rektörü idi. Ve bu sözü, öğretimin İngilizce değil Türkçe yapılmasını isteyen talebelere söylemiştir. Bugün Türk dili bir yandan budanıyor, fakirleştiriliyor, kısırlaştırılıyor. Bir yandan da devlet kapısında hor görülüyor. Yani iyi Türkçe bilmek, iyi Türkçe yazmak bir meziyet değil bir suç, Türkçeyi iyi bilmemek onu dejenere etmek, cüceleştirmek bir kahramanlık oluyor. Bunun yanında, bütün kapıları açan bir anahtar olarak Türk çocuklarına ısrarlı bir şekilde yabancı dil gösteriliyor, onun propagandası yapılıyor. Bu da Türk dilinin aleyhine bir gelişmedir. Üniversitelerimiz de tedrici olarak öğretimlerini yabancı dille yapmaya yönelmişlerdir. Bu gün üç üniversitemiz yabancı dille öğretim yapmaktadır. Ortaokullarımızın da bir kısmı böyledir. Keza askerî liselerimizde de durum aynıdır. Kala kala bir İmam-Hatip okulları kalmıştır yabancı dille öğretim yapmayan. Bunun manası şudur: Türk dilinin hiçbir kıymeti kalmamıştır. Sadece sokakta, pazarda işe yarar.
SORU: Planlı bir ihanetten söz ettiniz. Bu noktayı tavzih mümkün mü?
CEVAP: Elbette. Tekrar ediyorum, iblisçe hazırlanan bir plandı bu ve hedefi şuydu: Birincisi; Türk milletini, Türk nesillerini kendi tarihinden kesin olarak koparmak. Yani Türkün tarihini elli altmış yıl öncesinden başlatmak, ondan öncesini ahlâkıyla, sanatıyla, irfanıyla, tarihiyle, kısaca top yekûn mukaddesleriyle unutturmak, silmek. Bunun için en büyük engel olan dili ortadan kaldırmak gerekiyordu. Kütüphanelerimiz on binlerce eserle doluydu. Bunları okuyamamalıydı yeni nesiller. Ancak o zaman nesillerin beyni yıkanabilir, istenen istikamete çekilebilirlerdi. Köprüleri yıkmak ve mazi ile irtibatı kesin olarak kesmek gerekiyordu ve bunun için bütün varlıklarıyla seferber oldular ve bugünkü noktaya getirdiler. İkinci hedef, Türkiye Türklüğünü dünya Türklüğünden koparmaktı. Çünkü gerçek Türkçeyi konuşan 150 milyon insan var dünyada. Ve bunlarla müşterek değerlerimizin en emini dildi. Bunun ortadan kaldırılması gerekiyordu. İhanet erbabı biliyordu ki, dil ortadan kaldırılınca yirmi otuz sene sonra artık Türk insanlarının birbiriyle anlaşmaları mümkün olmayacak ve kaynaşamayacaklar ve kopacaklar. Bu kopuş noktasında “Siz başka bir milletsiniz, onlar başka bir millettir.” telkini de yapılacağı için tam bir parçalanma ile Türklük mahvolacak. Nitekim Türkiye’de bile bunun böyle yapıldığını seyretmekteyiz.
Üçüncü hedefleri de şudur; Türk nesillerinin zihnini, düşünce kabiliyetini, sanat kabiliyetini dumura uğratmak. Dil medeniyetin en lüzumlu aletidir demiştik. Siz bu aleti alır yerine oyuncak bir alet verirseniz, bununla iş yapılabilir mi? Rahatlıkla iddia edebiliriz ki, bu gün mısraları kulaklarımıza zevk ve mana akıtan şairlerimiz Yahya Kemal’den Necip Fazıl’a, Faruk Nafiz’den Arif Nihat Asya’ya kadar büyük şairlerimiz uydurma ve suni dil silindirinden geçmedikleri için öyle güçlü olabilmişlerdir. Uydurma dil ile yetişen nesil içinden bir Yahya Kemal, bir Necip Fazıl beklemek hayaldir. Nesir sahasında da öyle. Bu günkü dille yetişen nesilden bir Halit Ziya, bir Gökalp, bir Ömer Seyfettin beklenebilir mi? Mümkün değildir. Kabiliyet ne derece üstün olursa olsun bu dil onu mahveder.
SORU: Peki, çare nedir sizce?
CEVAP: Bir defa Türk aydınına yaşamının birinci şartının Türk dilini muhafaza etmek olduğu iyice anlatılmalıdır. Çok cesaretle söylüyorum, Türkçeye ihanet, devlete ve vatana ihanetten çok daha vahimdir. Çünkü devlete ve vatana ihanet fark edilir ve hain yakalanır ama, Türkçeye ihanet edeni nasıl yakalarsınız? Bunun tespiti kolay değil ki. Çünkü bunun ihanet olduğunu anlamak çok az insanın başarabileceği şeydir. Böyle olunca hain cezalandırmak yerine mükâfatlarla taltif edilir.
Bir insanın Türk olduğunun ispat etmesi evvel emirde Türkçe bilmesiyle mümkündür. Kelimelerin arkasında bir şuur yatar, bir tarih yatar, hatıralar, renkler, şekiller yatar. Siz bunları alır yerine iki saat önce icat edilen uydurma kelimeler koyarsanız bütün muhteva yok olur. Kelimeler sadece lügat değildir. Her kelime bir tarihtir, bir sihir taşır. Onun yerine gelen kelime aynı sihri yaşatamaz. Kelime cıvata değildir ki, yerine geçen bir başka civatayla aynı işi görelim. İhanet zümresi bunu pek iyi biliyor. Boşuna değildir dil üzerindeki bunca mücadeleleri. Kelime gidince onunla birlikte mefhumlar, hacim, seciye gidiyor. Ortaya çıkan muazzam boşluğu icat edilen piç kelimeyle dolduramazsınız.
SORU: Yani kelimenin lügatle ilgili varlığından çok tedaileri önemlidir demek istiyorsunuz.
CEVAP: Evet onu demek istiyorum. Bir örnek verelim: Türkçede şeref, haysiyet, izzeti nefis, gurur, kibir, onur olmak üzere altı kelime var. Bunların her birinin delâlet ettiği mefhum başkadır. Her birinin canlandırdığı tablo, uyandırdığı his ve mana başkadır. Bu farklı manaları hiç okuma yazma bilmeyen adam dahi gayet iyice bilir. Şimdi Türkçeyi yıkmak isteyenler bu gerçeği bile bile bu altı kelimenin yerine bir tek kelime koyuyorlar: Onur. Üstelik onur kelimesi Türkçe değildir. Frenkçedeki onör’den türeme bir kelime. Anlaşılıyor ki, gaye dili arıtmak değil, dildeki İslâmi muhtevası olan kelimeleri temizlemektir. Çünkü bu uydurmacılar Avrupa dillerinden gelen hiçbir kelimeye dokunmuyorlar. Onların bütün işi Arapça, Farsça kelimelerle.
SORU: Yani sizin ihanet diye vasıflandırdığınız bu cehdin altında İslâm düşmanlığı da mı var?
CEVAP: Elbette. Evvela o var. Şimdi misalimize dönelim. Onur kelimesi kültürümüzün en güçlü beş kelimesini saf dışı ediyor, dedik. Şimdi bakın ne oluyor. Şerefi için ölen bir adam, şeref kelimesini unutup onurla başbaşa kalınca artık onur için ölmez. Bakın bir kelime bir seciyeyi, bir dünya görüşünü yok etti.
SORU: Çareler bahsini yine unuttuk sayın Hacıeminoğlu.
CEVAP: Şimdi oraya geliyorum. Efendim, resmi ve özel birçok müessese televizyon spikerinden yazarına kadar Türkçeyi dejenere edenlere bol bol mükâfat veriyor. Çareler bahsinde el atılacak konulardan biri de budur. Tarih şuuruna sahip, köküne bağlı insanlarımız böyle bir mükâfat usulünü geliştirmeli ve büyük ölçülerde mükâfatlandırmaya gitmelidirler. Dilimize yıkmak için kalem oynatanlar taltif ediliyorken, onu yaşatmak için seferber olanların ihmal edilmesi büyük bir gaflettir. Ve unutmayalım ki, ihanet gafletten yardım gördükçe beslenir. Rahmetli Peyami Safa, hainler ve gafiller diye tasnif yapardı. Derdi ki, “Türkiye’de hainlerin sayısı mahduttur ama, gafillerin sayısı namütenahidir.” Ben de şuurlu hainlerin sayıca az olduklarına inanıyorum. Türkiye’nin derdi hainlikten çok gafillikten çıkmaktadır. 1950’den beri iktidar olanlar tarih şuuru taşıdıklarına inandığımız gruplardı. Ne yaptılar? Hiç. Hiçbirisi dil meselesinin, bu ölüm kalım meselesinin önemini kavrayamadı, tedbir alamadı. Söylenenleri dinlemediler çünkü. Bizde ideal ve sermaye ile aksiyon asla bir araya gelemiyor. İlim, ideal, sermaye birleşip hizmete geçmedikçe hiçbir şey yapılamaz. Bugün temenni ve lafla iş görülemez artık.”
SORU: Müşahhas bir teklifiniz var mı?
CEVAP: Evvela bir vakıf kurulmalı ve bu dil meselesine büyük maddi imkânlar seferber ederek eğilmeli. Şimdilik bu kadar söyleyebilirim.
* 23 Ağustos 1979 tarihli Tercüman Gazetesi