Türkçülüğün yabancı malı ve İkinci Vilhelm Almanyası tarafından Türkiye`ye sokulmuş bir fikir olduğu hakkındaki iddia baştanbaşa yanlıştır. Bunu ileri sürenler zekâdan mahrum değillerse, bozguncu fikirleri var demektir.
“Türklerin başka uruklardan üstünlüğü” düşüncesi demek olan Türkçülük pek eski çağlardan beri Türkler arasında yaşayan bir ülküdür. Eserini 1077`de tamamlayan Kâşgarlı Mahmud`da bu fikrin, bütün samimiyetiyle, yaşadığı görülüyor. “Tanrı`nın Türkleri has ordusu saydığı ve tedip etmek istediği milletlerin uzerine Türkleri gönderdiği” fikrini, Kâşgarlı Mahmud, kitabında zikreder. Millet fikrini tanımayan Müslümanlığın en koyu çağında, hilâfet merkezi olan Bağdat`ta bu sözlerin yazılması Türklerde bir üstünlük duygusu olduğunu göstermez mi?
Abbasî ordusundaki Türkler, Türkçeden başka dil bilmemekle övünürlerdi. Çünkü insan dili olarak yalnız Türkçeyi tanıyorlardı. Mevlâna gibi Acem kültürüyle yoğrulmuş ve acemce büyük eserler meydana getirmiş olan bir mutasavvıf bile acemce bir şiirinde “Türk gibi çevik ol, Acem gibi mıymıntılık etme” diyecek kadar Türkleri üstün görüyordu.
15. asırda yaşayan Türkistanli Alişir Nevaî`nin Türkçeyi Acemceden üstün tutması ve bunu ispat için eser yazması, ayni asırda Aydınlı Visalî`nin dilimizden yabancı kelimeleri atarak saf Türkçe ile şiirler yazmağa kalkması ve bu hareketin 16. asırda Nazmî ve Mahremî adında iki şair daha yetiştirmesi hep aynı Türkçülük ve üstünlük duygusunun eski görünüşlerinden ibarettir. Tanzimattan sonra ise Türkçülük duygusu asrı bir şekil almıştır. Sebebi Osmanlı hâkimiyetinde yaşayan Hristiyan ve Müslüman unsurların yavaş yavaş devletten ayrılmağa çalışması idi. Türk`e ancak Türk`ten fayda geleceğini münevverler kavrıyorlardı.
İlk çağdaş Türkçü olan Ali Suav’i (1839 – 1877) zamanında İkinci Vilhelm henüz tahta geçmemişti. Ali Suavî 1877`de öldü. 2. Vilhelm ise 1888`de tahta çıktı. Halbuki Suavî siyasî, içtimaî, tarihî fikirleriyle Türkçü ve Turancı idi. Kısa hayatında Fransa ve İngiltere`de bulunmuş, Almanya`ya gitmemişti. Zaten o devirde bütün temasımız hemen hemen yalnız Fransız kültürü ile idi. Türkçülüğün mutlaka yabancı bir memleketten geldiğini kabul etmek gerekirse İngiltere ve Fransa tarafından icad olunarak Türkiye`ye sokulduğunu iddia etmek daha akıllıca olur. Çünkü ilk çağdaş Türkçü olan Ali Suavî bu iki ülkede bulunmuş, onların kültürüyle beslenmişti.
Türkçülüğün Almanlar tarafından çıkarıldığını iddia edenler bu fikrin yalnız İttihat ve Terakki fırkası tarafından yürütüldüğünü sanmaktan doğan bir yanlışa saplanıyorlar. Halbuki Tanzimattan sonraki çağdaş Türkçülüğün tarihine bakanlar bu düşüncenin pek yanlış olduğunu derhal anlarlar. Çağdaş Türkçülüğün 4 büyük şahsiyeti vardır: Ali Suavi, Süleyman Paşa, Ziya Gök Alp, Rıza Nur.
Ali Suavî hem fikrî, hem siyasî Türkçülük yapmıştır, Türkçülük kaygısıyla, yani Ayastefanos barışı gibi kötü bir barışın kabul edilmemesi için ihtilâl çıkararak Çırağan sarayını basmış, fakat başaramayarak bu uğurda şehit düşmüş bir kahramandır. Almanlarla hiç bir ilgisi yoktur. Süleyman Paşa ilmî Türkçülük yapmıştır. İlmî tarihî) Türkçülük yaparken tanınmış Türkiyatçı Fransız De Guignes`nin tesirinde kalmıştı. Onun da Almanlarla hiç bir fikrî ilgisi olmamıştır. Ziya Gök Alp ise bütün fikri gıdasını Fransız Durkheim`den almıştır. Asıl başarısı Türkçülük ülküsünü bir sistem hâline getirmiş olmasıdır. Bu üç ilk Türkçüde ırkçılık fikirleri yoktur. Hatta Ziya Gök Alp ırkçılığa muarizdir (fakat düşman değil). Rıza Nur mütedil bir ırkçıdır. Fransızcayı iyi bilen Rıza Nur Batı kültürüne bu dil vasıtasıyla girmiş yıllarca Fransa`da kalmış, Almanya ve İngiltere`ye ancak kısa yolculuklar yapıp müze ve kütüphaneleri gezmiştir. Rıza Nur hem siyasî, hem fikrî, hem de amelî Türkçülük yapmıştır. Yani maarif ve sıhhiye vekillikleri sırasında Türk olmayan unsurları çıkarmış, bütün memurları öz Türklerden seçmeğe çalışmıştı.
Görülüyor ki çağdaş Türkçülüğün dört büyük şahsiyetinden hiç biri Alman kültüründen gıdalanmış kimseler değildir. Hiç bir millete aşırı sempatileri yoktur. Hepsinde de Türk milletinin üstünlüğü ve büyüklüğü düşüncesi hâkimdir. Vicdanlı ve namuslu insanlar kabul ederler ki bu dört büyük ölü sağ olup da memleketin başında bulunsalardı her halde faşist devletlere: “Buyrun ! Bu ülke sizin olsun. Dilediğinizi yapın” demezlerdi.
Irkçı Türkçülere Alman ajanı demeğe gelince bu, namussuzca bir iftiradan başka şey değildir. Irkçı demek kendi ırkının üstünlüğüne inanmış adam demektir. Böyle bir adam nasıl olur da başka ırka ajanlık edebilir? Bunu biran düşünmek bile budalalıktır. Bizim ırkçılığımızı da Alman yardakçısı olduğumuza tanık diye gösteriyorlar. Yoldaşlar şunu iyi bilsinler ki Almanya cihan haritasından silinip Almanlığın kökü kazınsa bile biz yine ırkçı kalacağız. Alman ırkçılığı yalnız Yahudilere karşıdır. Anası veya babası Çek, Lehli gibi Alman düşmanı milletlerden olan fertleri Almanlar yabancı saymıyorlar.
Bizim ırkçılığımız ise bütün milletlere karşıdır. Bu ırkçılık Türklüğün ihtiyaçlarından doğmuş olaylarla gelişmiş bir ırkçılıktır. Uzun, acı, denemelerden sonra anladık ki pasaport vatandaşlarından fayda yoktur. Atalarının kanıyla, diliyle, geleneğiyle bu toprağa bağlı olmayan insanlar en ufak menfaati görünce ihanetten çekinmiyorlar. Biz bunun için ırkçıyız.
Türkçüler ırkçı ve savaşçı oldukları için “Almancı” veya faşist yahut nasyonal sosyalist olmakla itham olunuyorlar. Bu düşünce de yanlıştır. Alman devleti ırkçı olmakla bütün ırkçıların Almancı olması gerekmez. Bugün revaçta olan bütün siyasî ve içtimaî fikirler yabancı malıdır. Demokrasi, Faşizm ve Sosyalizm ( keza onun aşırı şekli olan Komünizm) fikirlerinden hiç birisi Türklerden doğmamıştır. Acaba, bir Türk demokrasiyi kabul ettiği zaman niçin İngilizci sayılmıyor da Faşizm’e taraftar olunca Almancı olduğuna hükmolunuyor? Yabancı fikirleri benimsemek o fikrin çıktığı milleti benimsemekse Türkiye`de aşağı yukarı Türk yok demektir. Halbuki hakikat hiç de bu merkezde değildir. Demokrasi ve Faşizm taraftarları “millet”i kabul ettikleri için hiç bir yabancı devlete Türkiye`nin kapılarını açmak istemezler. Fakat solcular (yani komünistler) “millet” denilen varlığı “yapmacık” saydıkları ve kabul etmedikleri için, bütün dünyanın bir “birleşik şuralar cumhuriyeti” biçiminde idare olunmasını istedikleri için onlar Türkiye’nin kapılarını yabancı devlete açabilirler. Açabilirler değil bunun için çalışmaktadırlar.
Irkçı Türkçülerin hangi millete taraftar oldukları meselesine gelince: Türkiye vicdan ve düşünce hürriyetini kabul etmiş olduğundan bugün Türkiye`de her vatandaş şu veya bu millete taraftar olabilir. Taraftarlık demek, kendi milleti aleyhine olmadığı zamanlarda, o milletin başarısını istemek demektir. Yurttaşlar hükümetin siyasetini bozacak şekilde propaganda yapmadıkça veya daha ileri giderek fiiliyata geçmedikçe düşüncelerinde hürdürler. Irkçı Türkçüler Türk tarihinin verdiği hükümlere baş eğerek dostu ve düşmanı ayırmışlardır. Biz ırkımıza düşmanlık edenle etmeyeni, topraklarımızda gözü olanla olmayanı biliyoruz. Bizim dostluğumuz ve düşmanlığımız bu esaslara göredir. Bize düşman olana düşman olduğumuz için kimse bizi ayıplayamaz. Irkçı Türkçülük siyasî bir fıkra olmadığı için ırkçı Türkçülerin gündelik siyasetle ilişiği yoktur. Bizim ülkümüz, davalarımız asırlıktır, millîdir.
Balkan savaşında Arnavutlar, Cihan savaşında Araplar ihanet ettiği için ırkçıyız. Selânik`i Yunanlılara tüfek atmadan teslim eden Tahsin Paşa ve Sevr paçavrasını imzalamaktan sevinç duyan Rıza Tevfik Arnavut olduğu için, Harp Okulu öğrencilerini zehirlemek isteyen Nazım Hikmetof Yoldaş Polonyalı olduğu için ırkçıyız.
Bizi ırkçılık ve Alman yardakçılığı ile itham eden yoldaşlar Türkiye hükümetinin de ırkçı olduğunu unutmuş gözüküyorlar. Birçok okullara alınacak öğrencilerin Türk soyundan olmasının şart koşulmuş olduğuna acaba ne buyururlar? Örnek mi istiyorlar? İşte, Tasviri Efkâr’ın, talebeye kolaylık olsun diye neşrettiği listelerde bazı okulların girme şartlarından birkaç örnek: 1. Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü: Okula kabul şartlarından birincisi: “Türkiye Cumhuriyeti tebaasının ve Türk ırkından olmak” ( 13 Temmuz 1943 tarihli Tasviri Efkâr). 2. Hava Gedikli Erbaş Okulu: Okula kabul şartlarının birincisi: “Anası ve babası Türk soyundan olmak” (14 Temmuz 1943 tarihli Tasviri Efkar). 3. Deniz Gedikli Erbaş Okulu: Okula kabul şartlarının birincisi: “Aslen ve neslen Türk olmak” (16 Temmuz 1943 tarihli Tasviri Efkar). 4. Askeri Orta Okul: Okula kabul şartlarının birincisi: “Anası babası Türk soyundan olmak” ( 20 Temmuz 1943 tarihli Tasviri Efkar). 5. Askeri Liseler: Okula kabul şartlarının birincisi: Türk soyundan gelmek” (22 Temmuz 1943 tarihli Tasviri Efkar). 6. Harp Okulları: Okula kabul şartlarının birincisi: “Türk ırkından olmak” ( 24 Temmuz 1943 tarihli Tasviri Efkar). Görülüyor ki ırkçı olmakla muhakkak faşist olmak gerekmiyormuş. Çünkü faşist olmayan Türk hükümeti de ırkçılık yapmaktadır. Irkçı Türkçülerin istediği, bu ırkçılığı daha ileri götürerek bütün okulların Türk soyundan gelme talebe almalarını, hattâ Türk fikir ve ahlâk hayatında rol oynayan bütün insanların Türk ırkından olmasını; bütün doktor, mühendis, mimar ve öğretmenlerin de kan bakımından Türk olmalarını temin etmektir. Ta ki bir Yahudi Sabiha Zekeriya çıkıp da “ben bu vatana babamın babasının babasının kanıyla bağlı değilim” diyemesin.
Şimdi benim hakkımda söylenenlere geliyorum: Bana faşist diyorlar. Kötü bir kasdı olmayarak bunu ilk defa söyleyen Cihan Baban olmuştur. Cihat Baban 1933`te "Hitler ve Nasyonal Sosyalizm" adıyla yazdığı bir kitabın 53-60`ıncı sayfalarında "Atsız Mecmua"nın son sayısında neşredilen programdan bahsederken Hitler’in programı ile bunun arasında benzerlikler buluyor ve 57`inci sayfada benim için "Türk faşist`i" tabirini kullanıyor. Atsız Mecmua`nın son sayısında (25 Eylül 1932, 17. sayı) neşredilen o programı arkadaşlarımla birlikte hazırladığımda (1925) Türkiye`de Hitler’in adını bilen yoktu. Hitler’in Türkiye`de tanınması 1930`dan sonradır. Hitler’in programıyla bizimki aynı olsa bile bu, nihayet koyu ırkçılar ile milliyetçi düşünen insanların aynı sonuca vardıklarını gösterir. Cihat o kitabında bana faşist diyor, fakat beni itham etmiyordu. (1) Yanıldığı nokta bizi Hitler’den mülhem sanmasıydı.
Halbuki ben faşist değilim. Ben yalnız Türkçüyüm. Türk tarihinin içinde yüzüyorum. Diyebilirim ki her günüm 27 asrın içinde geçiyor. Bize kimin dost, kimin düşman olduğunu biliyorum. Onun için de hiç bir yabancı milleti sevmiyorum. Fakat bu duydu bazı milletlerin bazı meziyetlerini görmeme engel değildir. Çünkü sevgi başka şeydir, takdir başka şey... Bana faşist diyenlere şu (2) manzumeyi takdim ediyorum. Bunun tamamı Sivas`ta çıkan "Yıldız Dağı" dergisinin 1 Mart 1939 tarihli 9`uncu sayısının 6`ıncı sayfasında basılmıştı. Burada arkasını yazmağa lüzum görmediğim bu manzumeden başka benim "Davetiye" adlı manzumem de yüzlerce, belki binlerce kişinin elindedir (3). İsteyenlere de takdim ederim. Buna bir göz gezdiren iz`an sahipleri benim Türklük duygusundan ve millî gururdan başka hiç bir duyguya ve prensibe bağlı olmadığımı anlarlar. Hakkımda türlü türlü sözler söyleyen insanlara ve hakikî fikrimi soranlara şunu söylemek isterim ki ben ne faşistim, ne demokratım. Ben, yabancı kaynaklı hiç bir fikri benimsemeğe tenezzül etmeyecek kadar millî şuur ve gurura malik bir Türk`üm. Siyasî, içtimaî mezhebim Türkçülüktür.
Atsız
(1 Ağustos 1943, Maltepe)
__________________
Mehmet Yazar’ın açıklamaları:
(1) Çünkü Cihat Baban da, 1941’de ansızın Rusya’ya saldırıncaya kadar komünistler dahil, zamanının, milliyetçiler hariç neredeyse bütün aydınları gibi Hitler ve Nazizim hayranıydı.