Aksakallı ülküdaşlarımızdan her gün birinin, bazen de aynı gün iki veya üçünün ölüm haberini duyunca içimiz kavruluyor, ümitlerimiz tükenip, heyecan ve arzularımız biraz daha yok oluyor!
Bizleri yetiştirip Türk milletinin hizmetine amade kılan Ülkü Ocaklarımız birilerince öyle bir söndürüldü ki, bu söndürülüş, seyyar satıcılar gibi her fırsatta ''Beka çığırtkanlığı'' yapanlar tarafından Türk’ün bekasına indirilen acımasız bir darbe olup, Türk milletinin yarınlara kıymaktır!
İşte bu sebepledir ki gider ayak;
Sesimizi duyurmak, bu sokağın çıkmaz sokak olduğunu anlatmak için çaresizce ama delikanlıca haykırıyor, gençlerimize uzanmaya çabalıyoruz, lâkin Balgat öyle bir sis perdesi olmuş ki gerçeklerle gençler arasına, aşmak her gün biraz daha zorlaşıyor!
İki ölüm var ki, her duyduğumda içim yanar, sarsılırım, tahammül sınırlarını aşan acılar korlanır yüreğimde.
Biri emzikli bir kadının,
Diğeri ise aksakal bir ülkücünün ölümü.
Emzikli Anne, ölüm anında, benden sonra kundaktaki yavruma kimler bakacak, akıbeti ne olacak diye için için yanarken,
Nesli tükenmek üzere olan Aksakallı ülkücüler ise vatanı çerisiz ve sahipsiz koyup gitmenin, Türk'ü yetim bırakmanın dayanılmaz acıları içinde kıvranır.
Son yıllarda sıkça düşünür oldum;
Göç vaktim gelip, içinden TURAN İDEÂLİ VE TÜRKLÜK SEVGİSİ bir an bile eksik olmayan yorgun başımı ecel yastığına koyup Azrâil göründüğünde, şayet şuurum açık, aklım gitmemiş ise acaba neleri düşüneceğim, nasıl bir duygu hâli yaşayıp, ne gibi konularda hayıflanarak kahrolacağım diye…
Seksenine yaklaşan bir aksakal olarak;
Vicdanım rahat olarak ölmek, en büyük arzumdur.
Vicdanı, vicdansızlara anlatmak bilirim beyhudedir.
Vicdan, Allah’ın kulunun gönlüne fısıltısıdır.
Bu İlâhi fısıltı, Allah’ın yarattığı kulunu, vatanını sevmeye, Hak'ka, hakikate, kanaate, adâlete ve dürüstlüğe, merhamete, şefkate ve şükre davetiyesidir.
Vicdansızların kulaklarına ise, yaladığı çanağına yal döken Beyleri fısıldar, kini, nefreti, şiddeti ve hıyaneti.
Ali Emiri Efendi ‘’Divan ü lügati’t– Türk’ü’’ bulup Türk Milletine kazandırdıktan sonra, Talât Paşa kendisine ‘’Yeter ki iste, sana arzu ettiğin her makamda devlet memuriyeti vereyim’’ teklifini götürünce, Ali Emiri Efendi verdiği cevabında;
“Ben milletime edecek hizmeti yaptım. Bugün nazarımda hiçbir memuriyetin, paranın, malın, mülkün kıymeti yoktur. Benim en büyük arzum ve isteğim, başımı yastığa her koyduğumda, Allah’ın gönlüme fısıltısından ibaret olan vicdanımı rahat ve huzurlu hissedebilmemdir” der.
Ben de, vatanıma hizmetle geçen her günümün ardından Ali Emiri Efendi gibi başımı yastığa koyduğumda;
Rabbimin gönlüme fısıltısından ibâret olan vicdanımı rahat ve huzurlu hissediyor, onun sesini dinliyorum.
O ses bana hep;
‘’Yılanın gömleğinden sıyrılışı misâli dünya sevgisinden, mal, mülk, makam sevdasından sıyrılarak, vatanını koru, Türk’ü sev, Türk'ü yaşat ve Türk'ün bekasından başkasını düşünme, tasan yalnızca ihanete uğrayan Türk milletinin ırzı, namusu, vatanı ve bayrağı olsun’’ diye fısıldıyor.
Vicdanımın sesine karşılık veriyor ve diyorum ki;
‘’Ben ben değilim, ben, Türk milletinin varlığında eriyip yok olup benliğimden ve bedenimden sıyrılarak koca bir vatan oldum. Ben yokum artık, ben vatan oldum, vatan benim bedenim oldu. Bedenimin 783 Bin Kilometre kare oluşu bu yüzdendir. Hâliyle, böylesine bir bedeni taşıyanların yüreği ile, çanak yalayıcıların yüreği bir olur mu hiç?
Bedenim vatanlaşınca;
Ben ölürsem vatan da benimle beraber ölür diye çok korkuyorum. Yoksa benim korkum, üç beş çakaldan, dünyanın aldatıcı nimetlerinden mahrum kalmak değil.
Şair ne demiş;
Ölmek kaderde var, bize ürküntü vermiyor,
Lâkin vatandan ayrılışın ızdırâbı zor.
Hiç dönmemek ölüm gecesinden bu sâhile,
Bitmez bir özleyiştir, ölümden beter bile.