Toplum olarak yaşadığımız felâketler bir büyük bedduanın karşılığı mı?
Yoksa günahlarımızla bizim davet ettiğimiz ilâhi kaynaklı bir musibet mi?
Böyle giderse, bütün musibetlere rahmet okutacak daha büyük bir belây-ı musibetle mi karşılaşacağız?
Çektiğimiz bunca eza, cefa ve sıkıntılar, acaba daha büyük felâketlerin artçı dalgalarından olup, Allah'ın bizlere ikazı mıdır?
Mâna fukarası, merhametsiz, ibâdetsiz, ciddiyetsiz, sorumsuz, liyakatten uzak şükürsüz bir toplum haline geldik ki her türlü belâya açığız, Allah korusun.
Vatan, bayrak, namus ve istiklâl endişesi kaybolmuş!
İnsanlarımızda sadece makam, ulufe, menfaat kapabilme arzusu hakim!
Bu mudur Müslümanlık?
Bu mudur insanlık?
Bu ne hal böyle?
Allah’ın mülkünde,
Allah’ın nimetlerine aldırmaksızın,
O’nun emir ve yasaklarına sırt çevirip,
O’na karşı muhalefet ve kendi tarihine nankörlük eden milletler, büyük felâketlere uğrayarak;
Maişet darlığı ve çeşitli karışıklıklara mahkûm bir şekilde zelil ve sefih bir hayatın esiri olurlar. Gidişatımız bu yöndedir ve dönüş için en küçük bir çabamız yok!
İşte millet olarak bugün siyâsilerin elllerinde büyük belâlara duçar olup geleceğimiz karartılarak her gün bir önceki günden daha zelil bir hayat yaşamak mecburiyetindeysek, bunun tek sebebi, Allah’a ve tarihimize sırt çevirmemizdir.
Belâ yalnızca, yabancı istilâ, deprem, sel, salgın hastalık, yangın ve de kuraklık şeklinde gelmez.
Belâ bazen, bir siyasi iktidar olarak gelir.
Ve senin;
Andına,
Orduna,
Bayrağına,
Üniter yapına,
İstiklâl Marşına,
Bağımsızlığına,
Ve dahası;
Seni sen yapan tüm milli ve mânevi kutsallarına saldırarak diğer tüm âfetlere rahmet okutturur!
Yoksa bugün biz bunu mu yaşıyoruz, ne dersiniz?
Bence, evet biz bugün bunu yaşıyoruz.
Allah’ın hışmı, siyâsi bir belâ olarak tecelli etti!
Bizim sözümüz inanan iman ehli mümin kişileredir!
Münafıklar ve vatansızlara ayıracak vaktimiz, tüketecek nefesimiz yok.
Bu hal, bir büyük bedduanın karşılığı mı?
O zaman bu bedduayı kimden aldık dersiniz?
Siyâsilerin tamamı kirlenmiştir,
Ayırım yapmadan konuşuyorum!
Allah’ın mülkünde, O’nun verdiği bunca nimetlere şükretmeyerek Allah’a muhalefet eden toplumların bireyleri; huzura hasret kalıp acı acı kıvranır, inler, tükenirler!
Bir müddet sonra da, rezil, sefil ve sefih bir hayat yaşamaya mahkûm edilirler.
Çile ve sıkıntılarımızın temelindeki tek şey;
Kulluk şuurundan koparak vahyi itip, azgın nefsimizi merkeze koymamızdır!
Netice olarak;
Gerçek hürriyeti, huzuru ve güveni Hakk'a esarette değil de nefsimize esarette arayıp bulduğumuzu zannetme yanlışlığına düşmemizdir.
Diyanet, yüzlerce Müftü, Vaiz, binlerce İmam ve bunca ilâhiyatçı, şayet siyâsetin iğrenç dehlizlerinde kimlik ve kişiliklerini kaybetmeyip, görevlerini sırf Allah rızası için yaparak, halkı irşad edip, Hakk'ı, sabrı ve kardeşliği tavsiye etmiş olsalardı, bugün huzur ve güven içinde kardeşçe yaşayan bir toplum olurduk.