Korku denen şey, iman zafiyetinin neticesinde ortaya çıkan mânevi bir hastalıktır ki insanları teslimiyetçi bir halet-i ruhiyenin esiri kılar. Bu hastalığın sirayet ettiği toplumalar için, içinden çıkılması imkânsız felâketler kaçınılmaz bir akıbet olur.
GÖNÜL DENEN ŞEY;
İnsanlara has bir iç âlem olup, Allah’ın sevgisiyle tecelli ettiği bir mübarek mekânın adı ve adresidir. Bu mekânda, Allah sevgisi, iman, ihlâs ve teslimiyetten gayrısına yer olmamalıdır.
İnsan gönlüne bunların dışında her hangi yabancı bir şey düşerse ki korku, kin, haset, dünya sevgisi, mal, mülk ve makam hırsı vs. gibi, gönle düşen bu yabancı şeyler, büyüklüğü kadar imanın gönülden dışarı atılmasına sebep olur. Aynen Arşimet prensibinde olduğu gibi. Yâni, sıvı dolu bir kaba düşen her hangi bir cismin, hacmi kadar sıvının dışarı taşmasına vesile olması misâli.
Bugün, vatanımız üş beş çapulcu tarafından bir halı gibi ayaklarımızın altından çekilip alınmaya çalışılırken, hainlerin karşılarına dikilip;
Sen kim oluyorsun bre alçak?
Sen kimsin ki dokuz bin yıllık Türk topraklarını asıl sahipleri olan bizlerden kopartarak birilerine peşkeş çekme cür'etinde bulunabiliyorsun? diye sorma cesaretini gösteremeyip korkuyorsak, bilinmelidir ki bu korkumuzun temelinde iman zafiyeti yatmaktadır. Dünyaya ve içindeki aldatıcı nimetlerine meylederek, makamı ve rahatımızı ön plana almışız demektir.
Dünya sevgisi ve rahat yaşama arzusunun düştüğü gönüllerimizden bir o kadar iman dışarı çıkmıştır. Bu hal imani zafiyettir, sonu küfre kadar varır!
Bu günlerde, gönüllerimizde müzminleşen ve hastalıklı bir hale gelen korkularımızı atmamız ve cesur olmamız şarttır. Bunun tek yolu iman tazelemek ve depolamaktır.
Tek kurtuluş çaremiz korkuyu yenmek ve asla korkmamaktır.
BİLİNMELİDİR Kİ;
Gönle düşen her korku, büyüklüğü oranında imanın gönülden taşmasına yâni eksilmesine sebep olur.