Görülen odur ki Türk toplumunun mevcut bulaş riski yüksek hastalık karşısında disiplinle hareket ettiğini, hatta disiplin içinde hareket edeceğini beklemek hayal gibi görünüyor. Bilakis oldukça cüretkâr ve bencilce davranışlar da azımsanmayacak kadar çoktur. Hiçbir alanda, ne asker uğurlamada, ne cenazede-camide, ne düğün dernekte, ne çarşı pazarda, ne de miting genel kurul gibi siyasi faaliyetlerde hassasiyet gösterildiği söylenemez. Hal böyle olunca bunca sorumsuzluk varken ister istemez yalnızca sorumlu olmayı küçük yavrularda bekleyerek okullar açılmasın demek mantıklı gelmiyor. O zaman okullar neden açılmasın ki, diye sormak geliyor?
Siz hiçbir zorunluluğunuz ve hayati önemde olmayan faaliyetlerden geri kalmayacaksınız ama söz konusu okul heyecanıyla yatıp kalkacak öğrencileri eğitim almaktan mahrum bırakacaksınız. Yine gücü yeten yetene demekten kendimizi alamıyoruz. Biz büyüklerin şu küçük yavrulara kastımız ne Allah aşkına, neden bu kadar düşüncesizce hareket edip vakaların artmasına neden oluyoruz ve bu yüzden okulların açılmasına engel teşkil ediyoruz, sonradan utanmadan onu bunu suçluyoruz.
Alanda edindiğimiz izlenime göre genellikle öğretmenler okulların açılmasını istiyor. Elbette risklerin asgariye indirilmesi de yönetenlerin asli görevidir. Sözde ya da kâğıt üzerinde şunu yapacağız bunu yapacağız demek yetmiyor. Gerçekten kararlı bir şekilde riskleri azaltacak tedbirleri uygulayıp sürdürmek gereklidir. Aksi olursa üç beş gün disiplin içerisinde uygulamalar daha sonra gevşemeler hiçbir anlam ifade etmez.
Bilindiği üzere Türkiye de okul ve sınıf mevcutları oldukça farklılık gösteriyor. Bir yandan tekli eğitim yapan okullar öbür yandan ikili eğitim yapan okullar. Bir yandan derslik başına düşen öğrenci sayısı on beşlerde okullar, öbür yandan derslik sayısı doksanlı mevcutlara sahip olan okullar. Bir yandan Anadolu’da ki birçok ilçe merkezinden kalabalık mevcutlar diğer yandan çok az öğrencisi olan okullar. İşte bütün bu çeşitlilik içerisinde okulların açılmasına çözüm bulunmalıdır.
Eğer yüz yüze eğitim olacaksa her öğrenci için ve her masaya şeffaf malzemeden yapılmış birer kabin oluşturulmalıdır. Bir takım mahsurları görülse de olağan üstü şartların gereği olarak kesinlikle teneffüs arası olmamalıdır. İki saat blok dersler yapılmalı öğrenciler sırasıyla okula alınmalı ve sırasıyla evlerine gönderilmelidir. Okulun fiziki imkânı müsait ise sabah akşam ikişer saatten toplam dört ders saati işlenebilir. Kalan dersler EBA üzerinde uzaktan eğitimle sağlanıp böylelikle günde ortalama altı saat ders verilebilir.
Kuşkusuz normal dönemlere göre daha çok temizlik ve hijyene dikkat edileceği için okullarda hizmetli sayıları arttırılmalı ve her okula bir sağlık personeli verilmelidir. Böylece şüpheli durumlarda bu sağlık personeli devreye girmelidir.
Hemen şu soru akla gelebilir. Bunları hangi imkânlarla yapacaksınız diye. Yönetenler şirin ve şirineyi oynamayı bırakıp varsa imkânlarınız buyurun yapın. Maddi kaynaklarımız yetersiz diyorsanız biraz yürekli davranın ve velilerden kaynak temini konusunda sopa göstermekten vazgeçin. Sağlanacak kaynağın adını koyun. Okulların harcamalarını belirleyin. Göreceksiniz ki bu problemin çözümü daha kolay olacaktır.
Sonuç olarak efendim adı zorunlu ve parasız olan eğitim sistemimizde hiçbir zaman parasız eğitim söz konusu olmamıştır. Okullar her zaman veli ya da gönüllülerin bağışlarıyla ayakta durabilmişler. O halde başımızı kumdan çıkartacağız, gerçeklerle yüzleşeceğiz. Ya biz yapacağız, ya başkasına yaptıracağız ya da yapmaktan vazgeçeceğiz. Kesinlikle şimdiden karar verilmeli ve çalışmalar ona göre yapılmalıdır.