Özelde Milli Eğitim genelde tüm kurumlarda etkin olan ve uzun zamandır devlet bürokrasisinin üzerine bir karabasan gibi çöken cemaat, vakıf, dernek ve sendika görünümlü organize işlerin başını çektiği atamalarda vesayet sahibi olma sanki bir güç savaşına dönüşmüştür.
İstanbul özelinde baktığımız zaman şunu diyebiliriz ki al gülüm ver gülüm şeklinde yürütülen atamalar artık biraz daha karmaşık hale gelerek ortaya zaaf arama, ayak oyunları yapma, ya da yıpratma, gözden düşürme gibi bel altı vuruşların ortaya çıktığı görülmektedir.
Atamaların hep aynı çevre üzerinde yoğunlaşması ister istemez aynı çevrede büyük baba bulan ayakta kalmakta bulmayan ise ayıklanmaktadır. Hal böyle olunca benim adamım senin adamını döver, ya da benim ki seninkinden hatırlıdır gibi bir yaklaşımla siyasetin kapısı çalınmakta ve onlar da bu kavganın bir yerinde kendilerine yer bulmaktadır.
Hiç kuşkusuz ki bütün bu sancılar liyakatin ve ehliyetin göz ardı edilmesinin neticesidir. Efendim 2014 yılında müdürler görevden alınırken birçok bahane üretilmişti. Bunlardan biri de yolsuzluktu. Ne yazık ki sadece İstanbul’da son altı ay içerisinde otuza yakın okul müdürü ve birçok ilçe müdürü akçeli işlerden dolayı görevinden alınmıştır. Demek ki mülakatla puana boğduğunuz kişiler köprüyü geçtikten sonra kendi akçeli işlerine bakmaya başladılar.
Bir başka mazeretleri ise efendim sınavla müdür mü olunurmuş. Kitabı ezberleyen ve sınavda yüksek puan alan yeteneksiz kişiler nasıl müdürlük yapacak, şeklindeydi.
Şimdi sorulmaz mı işte mülakatla seçtikleriniz. Mili Eğitim bakanlığı bir açıklasa da mülakatta yüksek puanlar verdiklerinizin birçoğu şimdi nerelerdedir kamuoyu bir görse.
Aslında mülakatı istemenize bahane uydurmanıza gerek yoktur. Bunu gayet net bir şekilde anlayacak ferasete ve idraka sahibiz. Her zaman esas niyetinizi gizleyip ve perdeleyerek işinizi yürüttüğünüz içindir ki bunun en bariz örneğini dershane yasasında gördük. FETÖ nün gelir kaynaklarını kurutmak için dershane yasası çıkartıldı. Hiç alakası yokken bu yasanın içine binlerce okul kurum müdürünü görevden alınışı da eklendi. Efendim bu müdürler geziye yol açmışmış, FETÖ üyesiymiş!.. Sorarım size 2014 yılında görevden alınan kaç okul müdürü FETÖ'den ihraç edildi. Elbette ihraçedilen yoktu. Ancak sizin mülakatla atadığınız yüzlerce yönetici FETÖ'den hatta bir kısmı da PKK üyesi olmaktan ihraç edildi. İşte mülakat anlayışınız da bu kadar ihanetle doluydu.
Sizin beğenmeyip görevden aldığınız bu okul müdürleri, il, ilçe milli eğitim müdürleri adeta milli eğitimin hafızası konumundaydılar. Bu hafıza birden yok edilince yıllardır bir türlü toparlanmayan bir milli eğitim sistemiyle karşı karşıya kaldık.
Burada iki sıkıntılı durum vardı. Birincisi hiçbir idari soruşturma olmadan ve devletin yaptığı sınavları kazanmış, devletin açtığı birçok yönetici kursunda başarı belgesi almış kişilerin görevden alınması devletin süreklilik ilkesine büyük zarar vermiştir.
İkincisi ise hem liyakat cezalandırılmış hem de hukukun üstünlüğü ilkesi ayaklar altına alınmıştır.
Nitekim bu süreçte Danıştay okul yöneticisi atamalarında hiçbir ölçü dikkate alınmadığına dair hüküm verdi. İşte Danıştay’ın Haziran 2015 yılında verdiği karardan kısa bir bölüm. Müdür atamaları için seçimlerin doğru ve adil yapılmadığını dava konusu düzenlemede, “M. başyardımcılığına ve müdür yardımcılığı görevlendirmelerinde hiçbir objektif kıstas öngörülmemesi, takdir yetkisine mutlak ölçüde bir etki kazandırması, hiçbir değerlendirme kriterine yer vermeyerek hukuka uygunluk denetiminin etkinliğinin daraltılması, kariyer ve liyakat ilkelerini gözetmeyerek kamu personeli açısından güvencesiz bir ortam yaratması, görevin getirdiği niteliklere sahip en uygun personelin seçimini ve dolaysıyla kamu hizmetinin iyi işlemesini zorlaştırıcı bir etki yaratması ayrıca adayların görevlendirmelerden haberdar olmasını sağlayacak duyuruya yer vermeyerek geniş katılımı ve fırsat eşitliğini ortadan kaldırması nedenleriyle hukuka uygun bulunmamaktadır” dediği halde hukuksuzluk devam etti.
Sonuç olarak; 2014 yılında alınan kararla görevden alınıp cezalandırılan söz konusu yöneticiler değildir. Cezalandırılan devletin süreklilik ilkesidir. Devletin verdiği hakların artık devlet güvencesi altında olmadığının göstergesidir. Hukukun üstünlüğü ilkesinin çiğnenmesidir. Asırlardır devletin felsefesi haline gelen liyakat, ehliyet ve adalet ölçülerinin yok sayılmasıdır.