Her yıl 24 Kasımlarda öğretmenler gününü kutluyoruz. Geçmişten bugüne öğretmenlik mesleğiyle ilgili gönül okşayıcı çok güzel sözler sarf edilmiştir. Kimisi yeni nesli öğretmenin eseri olarak görmüş, kimisi öğretmeni aydınlığa benzetmiş, kimileri geleceğin inşacısı olarak görmüş ve kimisi de erdem ve fazilet hamurunun yoğurucusu olarak takdim etmiştir. Ancak çoğu her 24 Kasım günü Tanrı mesleğinin icracısı, fedakar ve cefakar öğretmenler diyerek söze başlamış ve hemen akabinde bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum demiş, işi bitirdiğini, öğretmenlerin gönlünü fethettiğini sanmış.
Oysa bu sözlerin sahipleri öğretmene şiddetin yüksek uygulayıcıları olmaktan asla imtina etmemişler. Öğretmenin de bir insan olduğu çoğu zaman unutulmuş. Ev kurabileceğini evlenebileceğini, eşinin çocuklarının yanında olmak istediğini aklından bile geçirmemiş. Yalnız o mu? Elbette değildir. Sözleşmeli köleliğe mahkum edilirken kölen olurum değil, kölem olursun denilmiş.
Yönetici atamalarda ben de varım, yapabilirim diyen öğretmene hemşehrim sendikan ne diye sorulmuş.
Kariyer yaptım, birikimliyim, donanımlıyım diyenlere geç bunları denilmiş.
Müfredat üzerine müfredat değiştirilmiş, bir de bize sorun diyen öğretmene, sen anlamazsın denilmiş.
Orta öğretime giriş, Üniversiteye giriş sınavları sürekli değiştirilmiş, öğretmenin en son haberi olmuş.
On iki kez yönetici atama yönetmeliği değişmiş, öğretmene bir kez dahi sorulmamış.
Öğretmen dayak yemiş yapanın yanına kar kalmış, tehdit görmüş korkusundan şikayetçi olamamış. Milli Eğitim Bakanlığı kendi okulunda-iş yerinde kendi personeline yapılan saldırılara taraf olma cesareti gösterememiş. Hiçbir davada ne bir Milli Eğitim yetkilisi ne de devletin diğer personelinden hiç kimse salondan hazır bulunmamış.
Ama 24 Kasım günü kırk yıl kölen olurum edebiyatı hiç eksik olmamış.
Öğretmenin yüksek şiddetin sonucu yalnız bu mudur? Emin olun yazarsam sayfalar yetmeyecektir. Özellikle her alanda sistemsizlik ve nizamsızlığın sıkıntısını çektiğimiz gibi bu kurumumuzda da benzer sıkıntılar ayuka çıkmış bulunmaktadır. Öncelikle toplum vicdanını tatmin edecek, geçmişte yapılan tahrif ve tahribatın bir an önce telafi edilmesi gerekir.
2014 yılında hiçbir haklı gerekçe gösterilmeden bir gecede görevden alınan yönetici arkadaşların hakları bir an önce iade edilmelidir. Bir sendikanın listesiyle atanan yöneticilerin sınava tabi tutulmaları ve hakedenin atanması yapılmalıdır ki bu arkadaşlar sendikanın atadığı müdür yerine devletin atadığı müdür olarak görmeli ve iş barışı yeniden sağlanmalı, yüksek şiddetin etkisi azalmalıdır. Toplumun büyük bir ekseriyetinde hak yerini buldu duygusu yenide pekişmelidir.
Bir ülkede Milli Eğitim milli, vicdani, ahlaki ve insani değerlere sırt çevirirse emin olun ki o ülkenin geleceği olmaz. Dolaysıyla hakkı hak bilen öğretmen; öğrencilerine hakkı anlatmalı, adaletin devleti ayakta tutan yegane değer olduğunu bilen öğretmen adalet anlatmalı, ahlaklı bir toplumun huzur içerisinde olacağını bilen öğretmen öğrencilerine ahlaklı olmayı öğretmeli, faziletli-erdemli davranışların yayarını gören öğretmen bunu öğrencilerine de anlatmalıdır. Değerlerin yaşandığını devletin erdemin teminatı olduğunu gören öğretmen kendisi de erdemli yaşayarak çocuklarına örnek olmalıdır.
Sonuç olarak Ey Yetkililer gelin önce “Öğretmene Yüksek Şiddeti” bitirin. Şiddete sıfır öğretmene pekiyi yerine yukarıda bahsettiğimiz konulara biraz olsun eğilin fazlasını istemiyoruz “Şiddete sıfır, öğretmene orta halli” dedirtin yeterdir.