İnsanlar yaratılış olarak yüce yaratanın yeryüzündeki halifesidir. Rabbim onun içine her türlü güzellikleri sevgiyi, umudu, merhameti, koymuştur. Ruh ayrı bir güzelliktir. Ruhu besleyen umut, umutsuzluk, kıskançlık, nefret, vicdan, merhamet, sevgidir.
İnsanoğlunu yarınlara hazırlayan, diri tutan, ayakta kalmak için savaş gücü veren, gönlünde, ruhunda, beyninde yaşattığı bir sır vardır. Ona umut bağlamıştır. O gerçekleşirse hayatının düzene gireceğini düşünür. Bunlar, belki para, makam, şan şöhret, çocuk, gibi değerlerdir. Susadığınızda bir yudum su, acıktığınızda lezzetli bir yemek, sıkıldığınızda bir tatil, veya fiyakalı bir arabadır.
Benimse umudum dağda yanan bir ateştir. Nasıl diyeceksiniz? Anlatayım efendim:
Genç yaşta hatta küçük yaşta bir masal okumuştum. Bu masal hafızam olup, hala canlı hala sıcacıktır. Ne zaman geceleri dağlara baksam, uzun uzun hep o masal gelir aklıma. Bir anda heyecanlanır hele ruhen bunalmışsam derin derin nefes alır, rahatlarım. Dua eder, Rabbime yalvarırım dualarımın kabulü için.
Masal şöyledir: Bir bey vardır ve kızı, hanımı ile mutlu mesut yaşamaktadır .Günün birinde hanımı hastalanır. Doktorlar otacılar çare bulamazlar. Vefat eder. Bey çok üzülür, kızı karalar bağlar, günlerce annem annem diye ağlar. Gel zaman git zaman günler birbirini kovalar. Bey evlenmeyi düşünür araştırılır bir hanım bulunur. Bulunan hanımında kızı vardır ama hem annenin hem kızının gönlü karadır. İçleri kötülükle fesatlıkla doludur. .Evdeki küçük kızı kıskanmaktalardır. Ne yapalım da evden uzaklaştıralım diye planlar yaparlar.
Beyin evde olmadığı bir gün hava buz gibi dışarda kar diz boyudur. Küçük kızı kolundan tutup dışarıya bırakırlar. Canımız erik istiyor, git bul gel, derler. Amaç küçük kızı kurt çakal yesin ondan kurtulsunlar. Küçük kız dışarıya çıkar ağlamaya başlar. Ne yapacağını şaşırmıştır. Korkmuştur. Yürümektedir, başını kaldırıp dağlara baktığında bir ışık, ateş ışığı görür gönlü rahatlar ,korkusu azalır .O yöne yürümeye başlar, karları yara yara.
Dağın zirvesine vardığında, ateşin çevresinde oturmuş dört tane sakallı ihtiyar, hepsi de güleç yüzlü kız çocuğunu görünce elinden tutup yanlarına oturturlar ve severler. Kuzucuk bu havada ne işin var niye çıktın dışarıya diye sorarlar. Küçük kız başından geçenleri anlatır. Dedeler mevsim dedeleridir. İlkbahar, yaz, sonbahar, kıştır. Kış ilkbahara seslenir,
-İlkbahar dede yaprakları yeşert, erikleri toplayalım, der.
İlkbahar sopasını uzatır, her yer yemyeşil olur. Ağaçlarda çiçekler açmış, bülbüller şakırdamaktadır. Mevsim ilkbahardır. Küçük kız güle oynaya eriklerini toplar, sepetine doldurur, dedeleri öper, güle oynaya koşarak aşağıya iner. Kapıyı çalar ama mevsim tekrar kışa döner.
İçeriye eriklerle girince üvey annesi hayretler içerisinde kalmıştır…..Tabii masal devam eder…
İşte bu masaldan sonra dağlarda hep bir ateşin yandığını insanlara yol gösterdiğini, dertlerini derman olduğunu, bunalımda sıkıntıda olanlara umut ışığı olduğunu düşünürüm… Derin derin nefes alır mevsim dedeler oralardadır derim. Gitsem derdime derman olacaklardır diye düşünürüm.
Atatürk’te öyle düşünmemiş mi ? “Gidip , Toros Dağlarına bakınız, eğer orada bir tek Yörük çadırı görürseniz ve o çadırda bir duman tütüyorsa, şunu çok iyi biliniz ki bu dünyada hiçbir güç ve kuvvet asla bizi yenemez”. Demek ki Atatürk de dağlardaki ışığa güvenmiş, onlardan güç almıştır.
İşte bütün mesele budur. Umudumuzun diri olması yarınlara huzurla bakabilmek, ayakta kalarak karlara doğru yürüye bilmek, hayata kafa tutabilmek; işte yaşama sevinci budur. Dayanma gücü budur. Savaş budur.
Düşmek “Kalkarken yerden bir avuç toprakla kalkmak” Rahmetli ninemin sözüydü. Başlı başına bir hayat mücadelesidir.
Türkiye dağlarında bir ateş yanmıştır .İnsanlara umut vermek üzere .üzerimizdeki ölü toprağını silkeleyip ışığa doğru yürümek zamanı gelmiştir. Korkmadan, ürkmeden, umudumuzu dipdiri tutarak dağlara bakabilmek ve akabinde dağlara doğru yürümek……..