Efendim, bir deve ile bir fare arkadaş olurlar. Bir gün birlikte yolculuk yaparken fare bir punduna getirip devenin yularını eline alarak önde kurula kurula gider. Deve ise tabiatındaki mülayimlik sebebiyle ses etmeden farenin arkasından yürümeye devam eder. Fare kendinden onlarca kat büyüklüğündeki devenin yularını tutup arkasından çektiği için gurura kapılır. "Ben ne akıllıymışım", diye içinden geçirir. Deve gibi boylu poslu, anlı şanlı bir hayvana kılavuzluk yaptığını düşünerek kibirlenir. Yolculuk bu ya, az gider uz giderler büyük bir ırmağın kenarına varırlar.
Fare ne yapacağını bilemeyerek bir adım dahi atamayarak olduğu yerde durur. İlerlemeye devam etse bu büyük deryada kaybolmamak içten bile değil. Deve ise, fareciğe dersinin vermenin zamanının geldiğini düşünür: Deve "Ey yol arkadaşım, niye şaşırdın? Sen kılavuzsun, ırmağa bir er gibi ayak bas." der. Fare ise o coşkun suyun karşısında ürkmüş bir vaziyette: "Bu su pek derin, pek büyük, boğulmaktan korkuyorum." der. Deve haddini bilmeyen fareye: "Öyleyse bir daha küstahlık etme, kendin gibi farelerle boy ölçüş!" diyerek gerekli olan dersi verir.
Günümüzde o kadar lağım fareleri türemiş ki, ülkenin her sorununa çözüm bulduğu ve her konuda yeterli olduğu konusunda ki iddiası ile lağım yerine ayak altında dolaşıp durmaktadırlar. Bu fareler ne yaratılışındaki farklılıktan ne de yetişme tarzından hiç ders çıkarmayıp, kendilerini ulama takımından görerek sadece kendi çıkarını düşünüp, yaşamasına vesile olan halkı hep aşağılarda görürler. Ancak karşılaştıkları her engel karşısında da bir bahane bularak kabahati başkalarına atıp böbürlenmeye devam etmektedirler. İçinde yaşadığı halkın olgunluğunu, verasetini görmeyip veya gururunda dolayı görmez çelikten gelerek hikmeti kendinde sanarlar.
Bu farecikler lağımdan çıktığına bakmaksızın boylarından büyük işlere girerek yaptıkları çirkinlikleri gizleme adına kendisine bakanları bile düşman görerek saldırırlar. Çünkü kendilerinin bir hiç olduğunu bildiklerindendir ki, yaşadıkları aşağılık kompleksi gereği hep büyük olduklarını sanırlar. Bunun içinde yapamayacakları işlere kalkarak devleri, develeri, filleri, aslanları ve dahası insanları bile yönlendireceklerini sanırlar. Başaramadıkları hallerde böbürlenerek başarısızlıklarının suçunu başkalarını yükleyerek kendilerini dev aynasında görmeye devam ederler. Ne yazık ki hikayedeki gibi bir avuç suda da boğulmaktan korkarlar. Korkunun bir faydasının olmadığını görürler ama yinede can çekişirken bile böbürlenmeyi elden bırakmazlar.
Devrin en güçlüsü olan padişahlar bile zaman zaman halkı "Gururlanma padişahım senden büyük Allah var" diye bağırtmışlardır. Yeryüzünde padişahlardan daha güçlüsü olmadığı halde böbürlenmenin ne menim kötü şey olduğunu kabul edip, unutma ihtimallerine karşı halka kendilerine hatırlatmasını istemişlerdir. Ya şimdi birisine ben senin dününü de bu gününü de bilirim desen, veya geçmişini unutup temsil ettiğin kesime karşı bir gurur ve kibir içindesin demeye kalksan, bilesin ki ellerindeki o yetkiyi kullanarak seni perişan ederler. Akıllarına, ne inanıyorum dediği dinin kuralları ne de insanlığın gerekleri gelir.
Yaşadıkları ve yaşatılanlara rağmen, insanım diyen herkesin mütevazi, kibirden uzak ve karşısındakinin de en az kendisi kadar onur sahibi olduğunu unutmamalıdır. Unutursa belki fani yaşamında zararını görmeye bilir, ancak gerçek hayatta karşılığı yaptıklarının misliyle kendine dönecektir. Bu dünya da bile selam almayan, seni dinlemeyenlerin gün gelip kafalarını duvara vurduğu ve seninle aynı kategoride muameleye tabi tutulduğu da görülmüştür. Hatta senin cenazende hakkını helal edenlerin, kibirlilerin cenazesinde küfrettiğini de tarih yazmıştır. Kimilerinin ise kazığa geçirildiği, kimilerinin inlerde yaşadığı da çok iyi bilinmektedir. Mütevazilikten bu güne kadar kimseye bir zarar geldiği ise ne duyulmuş nede görülmüştür.