Sabah ezanının insan ruhuna huzur veren sesini duyan yaşlı kadın uyanarak yatağından kalkar. 88 yaşına gelmesine rağmen kendisinden beklenmeyen çeviklikte odasının penceresine yönelerek pencereyi açar. Açılan pencereden odaya ezan sesiyle birlikte bahar çiçeklerinin mis gibi kokusu ve kuş cıvıltıları dolar.
Açtığı odasının penceresinden evinin karşısındaki parka bakarken yaşlı ciğerlerine sabahın ılık esintisinin getirdiği oksijeni doldurur. Hemen abdestini alarak sabah namazını kılarak mutfağa yönelir. Pişirdiği çayından yudumlarken bir iki lokma da bir şeyler atıştırır.
Mutfaktaki işini bitiren yaşlı kadın, oturma odasına geçerek fiskos masasının yanındaki koltuğa oturur. Masanın üstü çerçevelenmiş resimlerle doluydu. Bu resimlerden birine uzanarak, camın üzerinde titreyen parmaklarını dolaşırken gözleri buğulanır.
Titreyen elini uzattığı çerçevenin içindeki fotoğrafta istiklal madalyalı yiğit bir adamla, güzelliği ile gözleri kamaştıran bir kadın bir birlerine bakarak gülümsüyorlardı.
Baktığı bu resme "Günaydın Anne, Günaydın Baba " diyerek yerine koyduğu fotoğrafa tekrar tekrar baktıktan sonra başka bir fotoğraf çerçevesini alır. Bu çerçeve içindeki siyah beyaz fotoğrafta subay üniformalı bir bey ile bir gelin yanaydı. Yaşlı kadın fotoğrafı öperek "Günaydın Kocacığım" der. Üçüncü çerçeveye uzandığında artık göz yaşlarına hakim olamaz, adeta sel gibi akar. O çerçevenin içindeki biri kız diğeri erkek çocuğuna bakarak "Günaydın Evlatlarım" der. Hepsine birlikte "Sizleri çok özledim" biliyor musunuz dedi.
Göz yaşlarını silerken, artık göz kanallarının kuruduğunu ve ağlamaya takatinin kalmadığını hissediyordu. Oturduğu koltuğundan kalkarak eski telefonuna doğru yönelir. Adeta telefonu incitmeden korkarcasına numaraları ağır ağır çevirir. Karşıya "Bir taksi istiyorum" diyerek adresini verir. Ayakkabılarını giyerek, kapısını kilitleyip apartmanın merdivenlerine yönelir. Yılların yorgunluğuna merdivenler de bir engel oluşturmuştu. O engelleri ağır ağır dikkatli bir şekilde geride bırakarak aşağıya iner.
Gelen taksinin şoförünün sabırsızlanarak çaldığı korna adeta sokağı inletir. "Patlama be adam" diye söylenerek taksiye biner.
Şoför "Teyze hoş geldin" der. 25-30 yaşlarında olan bu genç şoför "Nereye gidiyoruz" diye sorar. Yaşlı kadın biraz duraksadıktan sonra "Tüm bir gün beni taşır mısın" diye sorar. "Sana 500 lira veririm" Şoför parayı küçümser bir tavır içinde gülümseyerek "Mal sahibi benden her gün 500 lira istiyor" der.
Kadın gülümser. "O zaman sana 700 lira vereceğim ne dersin?" Şoför " Kurtarmaz ama senin güzel hatırın için kırmayayım. İlk önce nereye gideceğiz?"
"Anıtkabir'e"
"Anıtkabir'e mi?"
"Evet"
"Tamam teyzeciğim"
"Yaş kaç teyzeciğim?"
"Seksen sekiz"
"Maşallah Allah uzun ömür versin teyzeciğim"
"Allah sağlıklı mutlu ömür versin"
"Haklısın teyzeciğim"
Bu arada taksi Anıtkabir'in kapısına gelir. Şoför "Teyzeciğim geldik" diye uyarır. Yaşlı kadın "Evladım yardıma ihtiyacım var, benimle gelir misin" der. Şoför bir an şaşkınlık geçirdikten sonra " Tabi teyze diye koşar" "Teyze bizi buraya alırlar mı" diye de sorar?
O vakte kadar dalgın ve yorgun görünen kadın, bir anda irkilip şoförün yüzüne bakarak "Ne demek almamak" "Sen daha önce buraya hiç gelmedin mi?" diye sorar. Şoför utangaç bir tavırla "Hayır" der.
"Sen kaç yıldır bu şehirde yaşıyorsun?"
"Teyze ben doğma büyüme Ankaralıyım "
"Ee o zaman"
"Ne bileyim bir kez okulla birlikte gelmiştik o da bayramda, bayram olmayınca burayı kapalı sanırdım."
Yaşlı kadın öfkelenir belli etmese de "Ve sübhane Allah" diyerek kafasını sağa sola sallar.
Şoför çok utanmıştır. Hiç konuşmadan Mozolenin merdivenlerine kadar yürürler. Şoför "Teyze buraya nasıl çıkacaksın?" diye sorar.
"Her ay nasıl çıkıyorsam öyle çıkacağım."
"Her ay buraya mı geliyorsunuz?"
"Evet"
Uzun bir uğraş sonucu merdivenleri çıkarlar. Şoför büyük bir azim ve şevkle yürüyen kadının koluna girmiştir. Kadın nefes nefese kalsa da, sonunda mozolenin önüne gelirler. Kadın şoförün kolundan çıkarak çantasını açar tek bir çiçek çıkarır. Çiçeği mozoleye koyar. Şoför şaşkınlık içinde olanları izlerken kadının ağzından "Hayatım boyunca sana verdiğim sözü tutmak için çalıştım" sözlerini duyar. Ağır ağır geriye çekilen kadın ellerini semaa ya açarak Fatiha okur. Şoför üzerindeki şaşkınlığı attıktan sonra ona katılır. Duadan sonra kadın gitmelerini söyler.
Ağır ağır arabaya dönerken şoför kadının durumundan endişe duymaya başlar. "Yoruldun mu teyze" der. Kadın bir süre sustuktan sonra "Evet hem de çok yoruldum" der. "Nereye gidiyoruz?"
"Bankaya"
Şoför arabasındaki kadının herhangi biri olmadığını, bu kadının Atatürk'e verdiği sözün ne olabileceğini düşünerek dayanamayıp sorar.
"Teyzeciğim bir şey sorabilir miyim?"
"Sor bakalım evladım"
"Anıtkabir'de Atatürk'e bir söz verdiğinizi söylemiştiniz. O söz nedir?"
"Uzun hikaye evladım"
"Olsun teyze anlat ne olur, ben dinlemeye hazırım."
"Ben lisedeyken Atatürk bizim okulumuza gelmişti. Okul idaresi de beni ona çiçek vermek üzere görevlendirmişti. Çiçeği verdiğimde adımı sordu. Bende "Adalet" dedim. İsmin güzelmiş "Okulu bitirince ne olacaksın" dedi. "Hemşire" dedim. O da "Güzel bir meslek ama bence sen hakim ol ismini de yakışır" dedi.
"Sen ne dedin peki."
"Mustafa Kemal emretmiş ne denilebilir ki? söz verdim."
"Peki hakim olabildin mi Adalet teyze?"
"Evet ben Cumhuriyetin ilk kadın hakimlerindenim."
"Vay be. sende de ne hikaye varmış Adalet teyze"
"Herkesin bir hikayesi var evladım. Herkesin hikayesi de kendine göre değerlidir. Eğer insanların hikayelerini bilip anlayabilirsen insanlara daha anlayışlı davranabilirsin."
"Haklısın Adalet teyze bu banka mıydı gelmek istediğin?"
"Yardım etmemi ister misin? Ben de geleyim mi?"
"Hayır. Sen burada bekle lütfen. Bu arada adın neydi evladım?"
"Osman teyzeciğim"
"Tamam Osman. Beni 30 dakika sonra al olur mu?"
"Tamam teyzeciğim"
Adalet hanım bankadan içeri girince, Osman öyle vaktinin geldiğini fark ederek yemeğe gider. Yemek boyunca olanları düşünür. "Kim bilir neler yaşamış, neler görmüştür" der. söylenen zamanda bankanın önünde olur. Adalet hanım biraz gecikmeli olarak gelir.
"Hoş geldin Hakim teyze"
"Çok uzun zamandır bana hakim denmemişti. Hoşuma gitmediğini söyleyemem?"
"Nereye gidiyoruz?"
"Seyranbağlarına"
"Tabii"
"Hakim teyze çok yer gezdin mi?"
"Tüm Anadolu'yu adım adım gezdik rahmetli kocamla"
"Teyze amca ne işle meşguldü?"
"Subaydı evladım"
"1952 yılında vefat etti"
"Çok olmuş vefat ettiğinde çok gençmiş"
"Kore savaşında şehit düştü"
"Allah rahmet eylesin"
"Sağ ol"
" Seyranbağlarına geldik nereye gideceğiz?"
"Sağa sap ikinci binanın önünde dur."
"Tamam. Buyurun Hakim teyze. Bende geleyim mi?"
"Yok sen burada bekle"
Osman beklerken, bir ara merak etti. Binanın üzerindeki levhaya baktığında "Seyranbağları Kız Yetiştirme Yurdu" yazısını okudu. olanlara bir türlü anlam veremiyordu. "Kendi kendine bu kadının burada ne işi olur ki?" diye mırıldandı.
Yarım saat sonra Adalet hanım binadan yanında bir hanımla çıktı. Kadın Adalet hanımı arabaya bindirirken "Adalet Hanım size ne kadar teşekkür etsek azdır. Her daima yanımızdasınız. Kızlarımız da sizi çok seviyor. Ne olur arayı çok uzatmayın. Yine gelin." dedi.
Adalet hanım buğulu gözlerle "İnşallah kızlara selam söyleyin. Bende onları çok seviyorum onlara iyi bakın" dedi.
Araba hareket etti. Şoför "Nereye Hakim Teyze?"
"Hemen iki sokak öteye"
Osman iki sokak ötede başka bir binanın önünde durur. Bu binanın üzerindeki tabelada da "Ankara Seyranbağları Huzurevi" yazıyordu.
Hakim hanım şoföre dönerek "Burada beni bekle"
"Tabi Hakim Teyze"
Yaklaşık bir saatlik bekleme sonunda Hakim hanım etrafında bir çok yaşlı kadın ve bir adamla gelir. Birbirlerine sarılarak vedalaştıktan sonra oradan ayrılırlar. Hakim hanımın gözleri buğulanmış ağlamaklı bir durumdadır.
Şoför "İyi misin Hakim Teyze?"
"İyiyim Osman. Eski dostları görünce biran duygulandım."
"Nereye gidiyoruz?"
"Cebeci Asri Mezarlığına"
"Teyze sen nerelisin?"
"Aydın Sökeliyim. Babam orada pamuk yetiştiren bir çiftçi. Annem ise ev hanımıydı. Sonra kurtuluş savaşı oldu. Biz annemle dağ köylerine kaçarak saklandık, Savaş bitince tekraren Söke'ye döndük. Allah'a şükürler olsun ki, babamda sağ selim geri döndü."
"Sonra ne oldu?"
"Liseyi okumam için Aydın'a gönderdiler. Orada Atatürk'le karşılaştım. Sözümü tutmak için İstanbul'a giderek Hukuk fakültesine girdim. Orada da Harbiye'de okuyan eşimle karşılaştım. Mezun olunca da evlendik."
"Çocuğunuz var mı?"
"Bir kızım bir oğlum vardı."
"Neredeler şimdi?"
"Oğlum dışişlerinde çalışıyordu."
"Ne güzel"
"1978 yılında Fransa'da Ermeniler şehit ettiler."
"Üzüldüm Hakim teyze. Başın sağ olsun. O da babası gibi şehit oldu yani." "Şehit babanın şehit oğlu. Allah kimseye evlat acısı vermesin."
"Amin. Ya kızın?"
"O eşi ve çocukları ile İzmit'te yaşıyordu. Öğretmendi. 1999 yılında depremde hepsi vefat ettiler."
"Allah rahmet eylesin. Boş boğazlığımla üzdüm seni Hakim Teyze kusura bakma."
"Sanki sormasan aklımdan çıkıyorlar mı evladım. Sen üzülme sağ ol."
"Geldik teyze"
"Tamam evladım. Al işte paran artık gidebilirsin."
"Hakim Teyze buradan nasıl döneceksin? Ben seni bekleyim evine bırakayım."
"Yok evladım, beni alacaklar buradan"
"Hakim Teyze bu para fazla. Kusura bakma ben sana yalan söyledim. Taksinin sahibi benden 350 lira bekliyor. Affet beni. 350 lirayı ona veririm gerisi kalsın. Bende para istemem. Bugün senden aldığım hayat dersinin parasal karşılığı yok zaten."
"Çocukların var mı?"
"İki tane ellerinden öperler."
Taksinin güneşliğinden çocukların resimlerini çıkararak gösterir.
"Adları nedir?"
"Kemal ve Ayşe"
"Oğlumun adı da Kemaldi."
Kısa bir süre süren sessizliğin ardından Osman'ın elindeki parayı ittirdi Adalet hanım...
"Onlara bir şeyler al benim için Onları mutlaka okut. Ama yalansız dolansız, çok çalışarak helal lokma ile büyüt. Atatürk'ün bana yaptığı gibi içlerindeki gücü fark etmelerini sağla. Birde vatanını, milletini sevmelerini öğütle onlara."
Osman adalet hanımın ellerine sarılarak öper. Ona iyi evlatlar yetiştirme sözü verir. Adalet hanım mezarlığın kapısından ağır ağır içeri girerken; Osman yaşlı gözlerle onu izler. Hayatın en büyük dersini kendisi küçük, yüreği acılara rağmen kocaman ve güçlü bu yaşlı kadından almıştır.
Osman daha fazla çalışamayacağını düşünerek arabayı mal sahibine götürmeye karar verir.
Ertesi gün Ankara'da garip bir şekilde yağmur yağmaktadır. Sanki gök delinmişçesine. Osman ise taksiyi mal sahibinden almış durağa gelmiştir. Çay ocağının yanında duran gazeteyi alıp, haberlere bir göz gezdirir.
Siyaset haberleriyle doluydu gazete. Osman ise siyaseti sevmediği için adli olayların yer aldığı üçüncü sayfayı açar. Taksiciler arkadaşları ile ilgili kötü haberleri genellikle oradan alırlardı.
Gazeteye göz gezdirirken bir haber dikkatini çeker. "Dün gece geç saatlerde Cebeci Asri Mezarlığında bulunan cesedin Cumhuriyet tarihinin ilk Kadın Hakimlerinden Adalet Yılmaz'a ait olduğu belirlendi. Adalet Yılmaz'ın bulunduğu yerde ki mezarların eşi ve oğluna ait olduğu belirlendi. Yılmaz vefat ettiği gün bankada ki tüm parasını çektiği, bu parayı ikiye bölerek Seyranbağları'n da ki Kız Yetiştirme Yurdu ile Huzurevine bağışladığı belirlendi. Polis Adalet Yılmaz'ın mezarlığa ölmek için gittiğini düşünüyor."
Osman haberi okuyunca bir anda sarsılır ve göz yaşlarına engel olamaz. Taksici arkadaşları ise olanlardan hiç bir şey anlayamazlar. Osman ise hiç bir şey anlatmaz. Arkadaşlarının bildiği tek şey Osman'ın bardaktan boşanırcasına yağan yağmurun altında "Gökler bile sana ağlıyor" diye ağladığıydı...