Hintliler halka daha önce hiç görmedikleri fili göstermek isterler. Ancak fili görmeye gelenler karanlık bir ahırda toplandıklarından fili görmeleri mümkün olamadı. Çünkü ahır zifiri bir karanlık göz gözü görmez haldeydi. Meraklarından dolayı olacak ki her biri elleriyle dokunarak filin neye benzediğini anlamaya çalıştılar. İçlerinden biri filin kulağını tuttu ve " Fil bir oluğa benziyor" dedi. Diğer birinin eline filin ayağı gelmişti ve " Fil bir direğe benziyor dedi. bir başkası ise filin sırtını elleyerek " Fil bir taht gibidir" dedi Velhasıl her kim filin neresini elledi ve nasıl anlamak istediyse fili ona göre anlatmaya çalıştı. Birinin dediği ötekinin dediğini tutmadığı için aralarında anlaşmazlık çıktı.
Çünkü ellerinde hakikati görmeye yarayacak ışıkları yoktu ve Mevla'nın deyimiyle " Duyu gözü ele, avuca benzer, avuç bütün fili tutamaz ki." Herkes kendi penceresinden hakikate yaklaştı ve hakikati bir yönüyle bilebildi. Halbuki hakikat her birinin gördüğü parçalarının bütünüydü. Eğer ellerinde olanları hakikate götürecek bir ışık, bir bilgi olsaydı ihtilafa düşmeden hakikati bilebilirlerdi. Hakikati görmeye yarayacak ışık sadece ellerde değil bazen gözlerde de olmuyor.
Sizlerle paylaşacağım bir anekdot da o ışığın gözlerde de olmadığı ile ilgilidir. Yıllar önce Milli Eğitim Bakanlığında çalıştığım bir sırada, bakanlıktan Gebze'deki Yüksek Teknoloji Enstitüsünde açılan " Liderlik " kursu için elman istenir. Çalışanlar konuyu angarya gördüğü için gitmekten imtina ederler. Bense bu tür konulara olan duyarlılığımdan dolayı kabul ettim ve kursa başladık. Kursta bakanlığımız dışında, belediye başkanları ve bir çok özel sektörün üst kademesi olmak üzere yirmi kişi katılmıştık.
On beş gün süren kursta, bir çok önemli bilgi edindik. Son güne gelindiğinde hocamız bize bir resim göstererek ne olduğunu sordu. Benim kavanoz içerisinde bir çiçek dediğim resme herkes farklı farklı çisim isimleri söylerken, bir arkadaşımız o resmin bir kadın resmi olduğunu söyledi. Katlı olan resmin açıldığında gördük ki gerçekten resim bir kadın resmiydi. Hocaya yirmi kişiden bir bu arkadaş mı akıllıda resmin ne olduğunu bildi yoksa, yoksa başkaca bir durum mu var diye sordum. Hoca "kim neyi görmek istiyorsa onu görür" dedi.
Bu da bize göstermekte ki bir şeyi görmeye ve tanımaya zaman zaman beş duyu organları da yeterli olmamaktadır. Önemli olanın duyuların hissettiklerini beynin algılamasıdır. Duyuların o ışığı yakalaması lazımdır. Her şey hissetmekle, bakmakla, tatmakla, koklamakla, duymakla bilinir diye bir kural yoktur. Her hangi bir şeyi hissetmek için tüm duyularının ona odaklanıp beyne gereken talimatı vermesiyle mümkündür. İşte hakikate götürecek ışık budur.
O ışık olmadan yapılan şeyler için atalarımız "Karanlıkta samanlıkta iğne aramak" diye çok güzel bir tabir kullanmışlardır. Böylesine bir zorluğu yaşamamak için kendinizi de yormadan tüm duyularınızla harekete geçerek beyne giden ışığı oluşturun. Yoksa vereceğiniz cevaplar yanlış olduğu gibi yapacağınız işlerde yanlış yapılır ki, bunda da en büyük cezayı yine kendiniz görür ve yaşarsınız. Yaptığımız her konuda doğruyu bulup mutlu yaşamak istiyorsak duyularımızı kapatma yerine duyularımızın ışığı ile beyne hükmetmesini bilmeliyiz.
Tüm bunların yanında beş duyu organını kapatarak görmedim, bilmiyorum, duymadım modun da olanlarla, duyu gözü açık olduğu halde çıkarları uğruna duyularımızın ışığı ile algılanan cismi açıklamadan imtina edenler var ki, bunlar daha zavallı, ülke ve insanlık adına büyük tehlike arz eden varlıklardır. Varlıklar diyorum, çünkü böylelerine insan denemeyeceği içindir. İnsan olan doğruları saklamayan, söylemekten çekinmeyen, Allahın akıl ve melekelerini geliştirdiği varlıktır.
Allah bizi duyu gözü açık insanlarla arkadaş eylesin, duyu gözü kapalı olanların mağduriyetinden korusun. Çünkü böyleleri kendi çıkarları uğruna her şeyi feda edecek kadar zavallılardır. Kendilerini çok akıllı sanıp, karşısındakini cahil görerek her türlü zararı verenlerdir. Bilmezler ki o zararın en büyüğünü gün gelip kendileri yaşayacaktır.