Atalarımız ne de güzel söylemişler "Kendi gözünün önündeki hezeni görmeyenler başkasının gözündeki saman çöpünü görür" veya "Pisliği halının altına süpürdü" diye. Nedendir bilinmez ama, bizde herkes her yaptığını doğru başkasının yaptığını ayıplı görür. Particilik ve spor takımı tutmada da böyle değil miyiz? Eleştirileri düşmanlık, kötülükte olsa övgüleri bir meziyet sayarız. Hatta daha ilerisi imkan bulduğumuz an bizi ayıbımızdan dolayı uyaranlardan intikam almaya kalkarız.
Hiç bir zaman insan olduğumuzu yanlış yapabileceğimizi düşünmeyiz. Yaptığımız yanlışlardan dolayı bizi uyaran dostlarımızı dinleyip o yanlışları bir daha yapmama yerine uyarana kem gözle bakarız. Yaptığımız ayıplı işlerden dolayı ayıp ettiğimizden özür dileme yerine kendimizi savunur, hatta ileri giderek işi kavgaya kadar götürürüz. Kendimiz için bunları yaparken başkalarının ayıplarını değişik ortamlarda ballandırarak anlatarak güya onunla alay ederiz.
Hani göz her şeyi görür de bir kendini görmezmiş. İnsanoğlu da böyledir işte. Kendi dışımızdaki dünya, eşya ve insanlarla öyle ilgiliyiz ki, dönüp kendi özümüzü görme takatini bir türlü bulamayız nedense. İnsan iç dünyasıyla meşgul olmayınca hep başkalarının ayıbını kusurunu görür ve konuşur. Asıl bahtiyarlık ise kendi hatalarıyla meşgul olup, halkın kusurunu araştırmak ve görmemektir. Hz Mevlana Mesnevisi'nde belirtir ki. Dört kişi mescide gider, rüku ve sücuda dururlar.
Her biri huşu içinde namazını kılmakta iken müezzin gelir. Namaz kılanlardan biri gayri ihtiyari "Müezzin ezanı okudun mu, yoksa daha vakit gelmedi mi" diye sorunca öbür arkadaşı söze karışır "Sus yahu, bak konuştun namazın bozuldu." der. Üçüncü kişi dayanamayıp ikinciye: "Onu ne kınıyorsun baba, kendi derdine bak, kendini kına!" diye arkadaşını aklınca uyarır. Dördüncü halinden hoşnut arkadaşlarını kınar ve: "Hamdolsun ben üçünüz gibi kuyuya düşmedim." der.
Hülasa dördününde namazı bozulur. Yani alemin ayıbı peşinde koşan kendi ayıbını görmezmiş. Halbuki önceliğimiz kendimiz olup bir yanlış yapıyorsak bir daha o yanlışı yapmamaktır. Başkalarının yanlışlarını eleştirme yerine benim yanlışım da var mı diyerek içe dönük öz eleştiri yapmalıyız. Yanlışları karşıyı küçük düşürme adına değil de iyi bir üslupla doğruya yönlendirerek yanlışından vazgeçirme adına hareket etmeliyiz.
Kul günahsız olmazmış, hele hatasız hiç olmazmış. Öyle ise hatalarımızdan ne kadar ders çıkarıyor, ne kadar bir daha o hatalara düşmüyoruz ona bakmamız gerekir. Maalesef günümüzde üretme, iş yapma yerine oturup başkalarını eleştirirken hiçte vicdanlı davranmıyoruz. Yol göstericiliği özellikle yapmıyor karşımızdakinin çamura saplanması için çabalıyor ve ondan sonrada sırıtarak onunla alay ediyoruz. Her değerimizi yozlaştırdığımız gibi vicdanımızı da öldürdük.
Hasletleri yok olmuş, bencilliği ön plana çıkmış bir milletin geleceği elbette abat olamaz. Çünkü o milletin fertleri arasında Bir şeyler yapmak eleştirilirim korkusuyla kenara itilir, güven ortadan kalkar ve samimiyet biter. Bunların olduğu toplumlarda ise kalkınma gelişme olmayacağından yok oluş hızlanır. Yapılması gereken ben ne yaptım la işe başlayıp, neyi nasıl yapmalıyım sorularını sorarak cevap bulmaya çalışmalıyız.
Amacımız benim yaptığım her şey doğru başkasının yaptığı her şey yanlış saplantısından kurtulmak olmalıdır. En iyiyi ve doğruyu ben bilirim değil, nasıl ve nerede bulurumun peşine düşmeliyiz. İnancımızın ve insan oluşumuzun gereğini bilerek hareket edip topluma örnek olmalıyız. Öldüğümüzde bile arkamızdan küfürle anılma yerine hayırla yad edilmeliyiz. Elbette eleştirilerimizi yapmalıyız o eleştirdiklerimizi en azından kendimiz yapmamalıyız.
Eleştirilerimiz insanları kırmadan daha da cesaretlendirerek çalışma azmini artırıp, üretken hale getirmelidir. Eleştirimiz yanlış yapanı yanlıştan kurtarıcı, doğruyu bulmaya teşvik etmelidir. Amaç birilerini üzmek küçük düşürmek olmamalıdır. İnsan olmanın gururunu yaşamalıyız. Hedef ileri olup, geriye dönüş olmamalı. Önce kendimiz sonra başkaları olarak olaylara yaklaşmalıyız.