İnşaat işçisi bir babanın hayta bir oğlu varmış. Bu hayta oğlan her gün ona buna sataşır kavga edermiş. Zarara uğrayan kişiler ise her gün babaya şikayete gelirlermiş. Baba ise oğluna yaptıklarının yanlışlığını anlatarak bu kötü davranışlarından vazgeçmesi yönünde nasihatlerde bulunurmuş. Sözlü nasihatlerinin para etmediğini anlayan baba ne yapacağını düşünüp taşınırken bulduğu çözümü uygulamak üzere oğlunu yanına çağırmış.
Baba oğluna bir tahta parçası ile bir avuç çivi vermiş: "Oğlum arkadaşlarınla ettiğin her kavga için bu tahtaya bir çivi çak" demiş. Oğul ilk gün otuz kişi ile kavga eder ve tahtaya otuz çivi çakar. İkinci gün yirmi üçüncü gün on çivi çakmış. Gün geçtikçe tahtaya çaktığı çivilerin sayısı giderek azalmış ve birkaç ay sonra tahtaya hiç çivi çakmaz olmuş.
Oğul heyecanla tahtayı babasına göstererek, artık tahtaya hiç çivi çakmadığını söylemiş. Baba oğluna bu defa da hiç kavga etmediği her gün için bir çiviyi sökmesini istemiş. Oğul ise babasının istediğini yaparak çiviler sökmeye başlamış, tahtada hiç çivi kalmadığını görünce boş tahtayı tekraren babasına getirir ve boş tahtayı gösterir.
Baba: "Sağ ol oğlum artık kimseyle kavga etmiyorsun... Ama bak şu tahtaya, çıkardığın her çivi geride bir iz bırakmış. Tıpkı bu çivilerin iz bıraktığı gibi söylediğin her kırıcı kelime insanların kalbinde aynı şekilde iz bırakır. O yüzden dilini iyi kullan, insanları incitme" demiş.
Ata sözlerimiz boşa söylenmiş sözler değildir. Bu sözler yılların deneyimi ve yaşanmışlığı ile elde edilen konularla ilgili ifade edilmiş sözlerdir. İşte bunlardan bir kaçına bakacak olursak "Boğaz dokuz düğümdür söz boğazdan çıkmadan önce her düğümde dinlenerek çıkar ve macun tüpünden çıktıktan sonra geri tüpe girmez" sözleri bunlardan iki tanesidir.
Burada başta belirtildiği gibi insan olana verilen olumlu mesajlar bulunmaktadır. Söyleyeceğiniz her sözünüzü önce düşünün sonra söyleyin ki karşınızdakinde bir yara açmasın anlamını taşımaktadır. Bu sakın ola doğruları söylemekten kaçının anlamına gelmemelidir. Doğruyu söyleyeceğiz diye Nasrettin Hoca'nın kız istemesine de benzetmeyeceğiz. Elbette konuşulacak söylenecek çok sözümüz olacak, ancak bunları söylerken karşımızdakini kırmadan dökmeden ifade etmeyi bilmeliyiz.
Söylem tarzımız insanın hatasını düzeltmesi için onu adabı dairesinde uyarmak olmalıdır. Yoksa ettiğimiz lafla karşıdakinin onurunu kırıp onun tepkisini çekerek, oluşacak nahoş bir durumla kendimizi de üzeceğimizde bilinmelidir. Yukarıda belirtilen hikayede kavgalardan bahsedilmekte, bu kavgaların bile konuşma ve anlaşma sıkıntılarından kaynaklandığı bilinmelidir. O anlaşılamazlık ki bir birimizi darba kadar giderek karşılıklı zarar vermelerimizin yanında ailemizi de bir girdabın içine sürüklemektedir.
Hani derler ya "Dilim senini dilim dilim dilerim" Bu sözün nedeni de söylenilen nahoş sözler sonrası oluşan rahatsızlıkların insana ne kadar eza ve cefa vermesinin bir hayıflanmasıdır. Dil döner ama, önemli olan o dili hayırlı dönüşe tabi tutmaktır. Yoksa her döndüğünde un öğütür gibi sözleri öğütürse dönüşün pekte anlamı olmaz. Her güzel söz gönül okşayıp insanı onura eder aksi ise gücenmeyi gönlü kırmayı beraberinde getirir.
Dahası kem sözlerin gönlü kırmakla kalmayıp o kalpte kapanmayan yaralar açtığı da unutulmamalıdır. Gün gelip o yaralar kanamaya başlarsa nelerin nasıl yaşanacağını kimseler tahmin edemez. İşte o kanamalar ki yuvaların yıkılmasına, yavruların anasız ve babasız kalmasına, ülkede hapis damlarının çoğalmasına neden olmaktadır. Daha ilerisine bakıldığında uluslararası krizlere neden olup top yekun milletlerin karşı karşıya gelerek mahfi perişan olmalarına zemin oluşturmaktadır.
Biz biz olalım kırıp dökme, kimyamızı bozma ve kendimizle birlikte yaşadığımız topluma da zararı dokunacak söz ve davranışlardan uzak durarak huzur ortamının oluşmasına katkı sağlamalıyız. Huzurlu olalım ki çalışmalarımız verimli ve kazançlarımız bereketli olsun. Sağlığımız daim, milletimiz var olabilsin.