Türk kültüründe öyle gelenek ve göreneklerimiz var ki, bugün bunların bir çoğu unutulmuş veya kişiler kendi çıkarlarına göre değiştirmişlerdir. Tüm bu olanların nedeni ise batı hayranlığımız sonucu kendi değerlerimiz yerine onların değerlerini benimsememiz veya vahşi kapitalizmin bizimde benliğimizi bir ur gibi sarmasıdır. İşte kültürümüzün bir parçası olan "Diş Kirası da" bunlara kurban edilen geleneklerimizden bir tanesidir.
Bugün "Diş Kirası" nedir diye sorduğumuzda, halkımızın bir kısmı "Diş Hediğini" bir kısmı ise başkaca yiyecekleri hatırlayarak, halk arasın da "Göz Hakkı" denen olayı anlatacaktır. Bazıları ise bilmiyorum, hiç böyle bir şey duymadım diyerek savuşturacaktır. Çünkü bu geleneğimiz adeta tedavülden kaldırılmış para misali uygulamamadan kalkmıştır. Bir gelenek anadan veya babadan görülerek öğrenilir, "Diş Kirasını" geleneğini ebeveynler uygulamazsa kim nereden nasıl öğrenecektir.
Ülkemizde okuma kültürün az olması, okunan kitaplar arasında geçmişimize yönelik bilgilerin yer almaması ise gelenek ve göreneklerimizin yok olmasında bir amil olmuştur. Bir kısım hasletlerimizin uygulaması ise günümüzde insanların bencilliğine ve çıkarına kurban edilerek örnek olarak nesilden nesil'e ulaşması engellenmiştir. İnsanlar inançlarını şahsi çıkarları için geleceği yok etmeyi bir vazife haline getirmişlerdir.
Bu kadar sözden sonra yazıyı okuyanlar bu "Diş Kirası da" nedir diye elbette merak etmişlerdir. "Diş Kirası" Ramazanlarımızın unutulmaya yüz tutmuş adetlerinden biri olan geleneklerimizden biridir. Ramazan'ın gelmesiyle birlikte iftar davetlerinin ardı arkası kesilmez, bu davetler de yer almak için illa de tanıdık olmaya gerek yoktu. Hali vakti yerinde olan hane sahipleri, iftar vakti tanıdık ve ya tanımadık kim olursa olsun kapısına gelen herkesi sofralarına davet ederlerdi.
Özellikle maddi durumu iyi olmayan insanlara Allah rızası için ikramda bulunmayı bir görev sayar, misafirlerini en iyi ağırlamak için ellerinden geleni yaparlardı. Misafirler iftarını yapıp kalkerken, hane sahipleri gelen misafirlere, kadife keseler içerisinde kehribar tespihleri, gümüş yüzükleri "Diş Kirası" olarak hediye ederlerdi. Fakir fukaraya ise hane sahibinin zenginliği ve cömertliğine bağlı olarak hediyeler takdim edilirdi.
Peygamber Efendimizin bir sünneti ve hediyeleşmenin canlı bir tezahürü olan bu gelenek insanlar arasındaki muhabbeti de artırırdı. Bura da iyilik yapma da önde giden taraf iftar veren hane sahibi değil, iftara gelerek ev sahibini mükellefiyetten kurtaran Allah misafiri olurdu. İşte "Diş Kirasının" özü budur. Bugün var mı dersen maalesef bırakın olmasını bilen bile yoktur.
Öyleyse günümüz de ne var diye bakılacak olursa, Ramazan'ın gelmesi dört gözle beklenir ki satacağımız mala nasıl zam yapmalıyız diye. Veya Allah'ın adı kullanılarak insanların ceplerinin boşaltılması için. Dilencinin çoğaldığı, istifçi, karaborsacı ve tefecilerin fahiş fiyatlarla mallarını pazarladığı günler olarak görüldüğüne şahit oluyoruz. Yönetenlerin ise halkın soyulmasına göz yumduğu, Orucun Allah için değil de rant için tutulduğu, sanki İslam'ın şartı değil de kişinin çıkarı için olduğu görülmektedir.
Bazıların ise orucu yok sayarak kendini medeni saydığını, yardımlaşmayı bir yük olarak gördüğünü, Allah'ın adını daha çok söyleyerek dinden geçinmeye çalıştığı günleri yaşıyoruz. Tüm bunlar olurken "Diş Kirasının" bilinmemesi de gayetin doğaldır. Söylenecek tek şey ise Allah bu insanları ıslah etsin demektir. Unutulmasın ki bugün bunları unutup cüzdanını katlamaya çalışanların yarın ekmeğe muhtaç olmayacağının garantisinin olmamasıdır.
Unutulan her değerimiz bizi bizden uzaklaştıran bir unsurdur. Ne kadar kendimizden uzaklaşırsak o kadar bir başkasına benzeriz. Gün gelir biz biz olmaktan çıkarız. Biz biz olmaktan çıkınca da ne Türklüğümüz ne de İslamlığımız kalır. Çok geçmeden gelin gelene ve göreneklerden oluşan değerlerimizi gelecek nesillere aktararak atalarımıza layık evlatlar olalım.