1 Mayıs İşçi ve Emekçilerin bayram olarak kutladığı bir gündür. Bu gün birlik,dayanışma ve haksızlıklara karşı ezilen kesimin sesini duyurma günüdür. Ülkemizde ise böyle bir günün kutlanması 1923 yılında resmileşmiştir. Aslında 1 Mayısın doğuşuna bakıldığında 1856 yılında Avustralya'nın Melbourne şehrinde taş ve inşaat işçilerinin günde 8 saat çalışma şartının getirilmesi için yaptıkları yürüyüşle başlar.
1 Mayıs 1886 yılında Amerika İşçi Sendikaları Konfederasyonu öncülüğünde işçilerin günde 12 saat, haftada 6 gün çalışma hayatına karşı, günlük 8 saatlik çalışma talebiyle iş bırakmaları üzerine uygulanan yasal baskılarla bu gösterilerin yapılması engellenir. İkinci gösteri ancak 1890 yılında yapılabilir. Zamanla bu haklı talep 8 saatlik iş günü olarak bir çok ülke tarafından kabul edilir.
Günümüze gelindiğinde ise geçmişe göre daha geniş haklar elde eden emekçi kesim, halen bir çok haktan yoksun bulunmaktadır. Yeterli olmayan haklarını almak üzere resmi grev haklarının bulunmasına rağmen vahşi kapitalizmin kıskacında kıvranmaktalar. Halen dünyada demokrasinin ve demokratik hakların kullanımında madden güçlü olanın söz sahibi olması emekçinin ezilmesine neden olmaktadır.
Tabi ki, çalışıp alın teri dökenler bu kıskaç içerisinde biraz daha rahat hareket etme adına bir kısım çabalara girseler de istenilen elde edilmeden açlığa mahkum edilerek geçmişteki edinimlerini de kaybetmekle karşı karşıya kalmışlardır. Bu durumu da, en çok geri kalmış veya kalkınmakta olan ülkelerde yaşanmaktadır. Komünist sistemde ise emekçilerin adı olup hiç bir hakka sahip olmamaktadırlar.
Bu durumu gösteren en bariz örnekler ise çalışma şartlarının ağırlığı, asgari ücret adı altında ödenenlerin giderleri karşılamaması, çocuk ve kaçak işçi çalıştırmalarla yasaların yok sayılarak, hem devletin hem de insan gibi çalışıp hak almak isteyenlerin önlerinin kesilmesinin devam edilmesidir. Tüm bu olanların herkesçe bilinmesine rağmen maddi güç sahipleriyle ters düşmemeleri adına siyasi erkin denetlemeyerek olanlara müsamaha etmesi gelmektedir.
Komünist sistemlerde ise, insanların karın tokluğuna çalıştırılmasına rağmen emekçilerden yana olduğu propagandalarıyla dünya kamuoyunu kandırarak sistem yandaşları bulmaya çalışmaları da ayrı bir problem oluşturmaktadır. Görülen o ki sistem ne olursa olsun parasal gücü olanlar diğerlerini ezmeye devam etmektedirler. Bir ata sözümüzde ifade edildiği gibi "Büyük balık küçük balığı yutmaktadır".
Tüm bu olumsuzluklar önlenebilir mi? İstenirse elbette önlenir. Ne zamanki gerçek demokrasi uygulanır, siyasiler oy hesabı yerine insan haklarına yönelir, Allah korkusu ile hareket ederek insanların alın terleri kurumadan hakları ödenir ve adalet sağlanırsa işte o zaman çalışanı da çalıştıranı da mutlu olacağı gibi akşamları yattığında rahat uyurlar. Yoksa bu günkü kısır döngü devam eder ezilenle ezilenler zümresi çatışmayla vakit doldurur.
Bir diğer etken ise çalışan kesimin uyanık olup oluşturdukları kuruluşlarının kendilerini pazarlayan ve yanlışa sürükleyenlerden kurtulmalarıdır. Verdikleri haklı mücadelelerinde bazı sistemlerin ve kuruluşların payandalığını yapma yerine, kendileri için mücadele vermeleriyle mümkün olacağıdır. Bugün yapılanlara bakıldığında ise o kuruluş ve yöneticilerinin kendilerinin hak ve çıkarları yerine bir yerlerin uşaklığına soyunmuşlardır.
Ayrıca ezilen bir kesimin bayramı da garip değil mi? Bu bayram, ey patronların sistemi olan vahşi kapitalizm beni çok güzel ezdiğin için sana şükranlarımı sunmak için toplanıp bayram yapıyoruz anlamına gelmiyor mu? Bir başka şeklide ellere alınan pankartlarda ki yazılar, dillerdeki sloganlar alanlara giderken yakılan ve yıkılan yerlerle kime ve neye hizmet ediliyorsunuz hiç düşündünüz mü? O övgüler yağdırılan komünizmde işçiler ne haldeler halen görülmedi mi?