“Beni olağanüstü bir kişi olarak yorumlamayınız. Doğuşumdaki tek olağanüstülük Türk olarak dünyaya gelmemdir.” diyen Atatürk, diğer bir sözünde de; “Ben her şeyden önce bir Türk Milliyetçisiyim. Böyle doğdum, böyle öleceğim. Türk birliğinin, bir gün hakikat olacağına inancım vardır. Ben görmesem bile, gözlerimi dünyaya onun rüyaları içinde kapayacağım. Türk birliğine inanıyorum, onu görüyorum. Yarının tarihi, yeni fasıllarını Türk birliğiyle açacaktır. Dünya sükununu bu fasıllar içinde bulacaktır. Türk’ün varlığı bu köhne aleme yeni ufuklar açacak, güneş ne demek, ufuk ne demek, o zaman görülecek.” ifadelerini kullanmıştır.
Bu yazıyı hazırlarken Kerrar Esat ATALAY’ın, Yeniçağ Gazetesi’nde 8 Mart 2018 tarihinden itibaren yayınlanan yazı dizisinden yararlandığımı belirtmek isterim.
Türkiye’nin dış politikasıyla ilgili temel ilkeler, Mustafa Kemal’in 24 Nisan 1920 tarihinde Meclis oturumunda yapmış olduğu konuşma doğrultusunda şekillenmiştir. Türkiye’nin izlemesi gereken dış siyasetin açık ve uygulanabilir, aynı zamanda millî olması gerektiğini savunmuştur.
Mustafa Kemal TBMM’nde yapmış olduğu bir konuşmasında: “Efendiler, bu dünyayı beşeriyette asgari yüz milyonu mütecaviz nüfustan mürekkep bir Türk milleti azimesi vardır ve bu milletin saha-i arzdaki vüs’ati nisbetinde saha-i tarihte de bir derinliği vardır… En bariz ve en katı ve en maddi delail-i tarihiyeye istinaden beyan edebiliriz ki, Türkler onbeş asır evvel Asya’nın göbeğinde muazzam devletler teşkil etmiş ve insanlığın her türlü kabiliyetine tecelligah olmuş bir unsurdur…” sözleri ile Türkiye dışında yer alan Türk Dünyası’nın varlığına işaret ederken; yine başka bir konuşmasında ise: “Türkiye dışında kalmış olan Türklerin kültür meseleleriyle yakından ilgilenilmelidir” ifadesi ile Türk Dünyası’na ve Türk Dünyası’na ait meselelere kayıtsız kalınmaması gerektiğini önemle vurgulamıştır.
Cumhuriyetin 10.yılı kutlamaları vesilesiyle 29 Ekim 1933 gecesi halkla iç içe olduğu esnada, 24-25 yaşlarında ve mesleği doktorluk olan Zeki isimli bir gencin “ideal olarak bize ne bıraktınız?” sorusu üzerine; kalabalıktan genel müdür odasına çekilen Mustafa Kemal, duvarda asılı haritayı göstererek şu açıklamayı yapmıştır: “Düşün bir kere Osmanlı İmparatorluğu ne oldu? Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ne oldu? Dünyayı ürküten Almanya’dan bugün ne kaldı? Demek ki hiçbir şey sürgit değildir. Bugün Sovyet Rusya dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne olacağını kimse kestiremez. Tıpkı Osmanlı İmparatorluğu gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan İmparatorluğu gibi parçalanabilir. Bugün elinde tuttuğu milletler, avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni bir dengeye ulaşır. O zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir. Bizim, bu dostumuzun idaresinde dili bir, inancı bir, öz kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız.”
“Milletler buna nasıl hazırlanır?” sorusuna ise, konuşması içerisinde şu satırlarla cevap verir: “Manevi köprülerini sağlam tutarak! Dil bir köprüdür; İnanç bir köprüdür; Tarih bir köprüdür. Bugün biz, bu kitlelerden dil bakımdan, gelenek, görenek, tarih bakımından uzak düşmüşüz. Bizim bulunduğumuz yer mi doğru, onlarınki mi? Bunun hesabını yapmakta fayda yoktur. Onların bize yaklaşmasını bekleyemeyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gerekir. Tarih bağı kurmamız lazım, folklor bağı kurmamız lazım… Bunları kim yapacak? Elbette biz. Nasıl yapacağız? İşte görüyorsunuz dil encümenleri, tarih encümenleri kuruluyor. Dilimizi onların diline yaklaştırmaya böylece birbirimizi daha kolay anlar hale gelmeye çalışıyoruz. Ortak bir mazi yaratmak peşindeyiz. Bunlar açıktan yapılmaz, adı konularak yapılmaz, bunlar devletlerin ve milletlerin düşünceleridir.”
Mustafa Kemal yapmış olduğu bu çalışmalar karşısında kendisini eleştirenlere ise şu cevabı vermiştir: “İşitiyorum, benim dil ile tarih ile uğraştığımı gören bazı kısa düşünceli vatandaşlar, Paşa’nın işi yok, dille, tarihle uğraşmaya başladı diyorlarmış… Benim işim başımdan aşkın… Ben bugün ileri bir Türkiye kurmaya ne kadar çalışıyorsam, yarının Türkiye’sinin temellerini atmaya da o kadar dikkat ediyorum.”
Türk Dünyası içerisinde yer alan, fakat bununla birlikte esaret altında bulunan Türklerin bağımsızlıklarını kazanmaları yönündeki samimi duygu ve düşüncelerini de zaman zaman ifade etmiştir. Mustafa Kemal’e göre, Türk Milleti “Millî Mücadele”den beri, hatta bu savaşa atılırken bile mahkûm milletlerin hürriyet ve bağımsızlık çabaları ile yakından ilgilenmeyi, o davalara yardım etmeyi benimsemiştir. Hal böyleyken kendi soydaşlarının hürriyet ve bağımsızlıklarına kayıtsız davranması elbette düşünülemez.
1933’te Doğu Türkistan’ın bağımsızlığını kazanması ve Sovyet Büyük Elçisi Suriç’in Panislamist ve Pantürkist suçlamalarda bulunması üzerine, dönemin Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü (Aras) Bey, Türkiye’nin Doğu Türkistan’ın bağımsızlığını kazanması ile ilgili görüşünü yazılı olarak şu şekilde izah etmiştir: “Siyasi istiklallerini kaybetmiş milletlerin, bunu geri almak uğrundaki mücadelelerini su-i telakki etmek prensiplerimizden çok uzaktır. Son seneler zarfında orta ve uzak şarkta milliyetperverlik cereyanlarının kuvvetlenmesi tesiriyle Şarki Türkistan’da tezahür eden bu hareketleri de bilhassa aynı ırktan olan bir cemaate taalluk etmesi itibariyle memnuniyet ve takdirle karşılarız.” (M.Saray, Türkiye ve Yakın Komşuları, 2006)
Mustafa Kemal’in Türk Dünyası’na olan ilgisine karşılık, Türk Dünyası içerisinde yer alan Türk topluluklarının da Mustafa Kemal’e ve onun kurduğu yeni Türk Devleti’ne karşı büyük bir sevgi ve ilgi duyduklarını görmekteyiz. Daha “Millî Mücadele” devam ederken gelen iki kişilik Buhara Elçilik Heyeti, Türkistan Türklerinin selamları ile birlikte Mustafa Kemal’e bazı hediyeler takdim etmişlerdir. Bu hediyeler arasında özellikle dört tanesi dikkat çekmektedir. Bunlardan üçü Buharalı kılıç ustalarının yapmış oldukları pala şeklinde kılıç, biri de Timur’a ait bir Kur’an-ı Kerim’dir.
17 Ocak 1921 tarihinde konu ile ilgili olarak TBMM kürsüsünden Mustafa Kemal şunları söylemiştir: “Muhterem arkadaşlar! Türkistanlı kardeşlerimiz Sakarya Zaferi münasebetiyle bize üç kılıç ve bir de Kur’an-ı Kerim göndermişler. Türk Milleti adına kendilerine teşekkür ederim. Bu mukaddes kitabı Türk Milletine emanet ediyorum. Bu üç kılıçtan birini ben aldım, ikincisini İsmet Paşa’ya verdim. Üçüncüsünü de İzmir fatihine saklıyorum. Bu kılıç İzmir’e ilk giren kumandanın beline takılacaktır.” Nitekim üçüncü kılıç daha sonra İzmir’e ilk giren süvari zabiti Şeref Beye verilecektir.
Sayı olarak herhangi bir bilgiye rastlanılmamakla birlikte, Türkistan Türklerinin Türk Millî Mücadelesine katıldığını ve şehit düşen Türkistanlılar için bir anıt mezarın yapıldığını da bilmekteyiz. Kitabesinde “Türkistan Türklerinin Balkan, I. Dünya Savaşı ve Türk Millî Mücadelesine katılan Türkistanlı kahramanlar, bugün Kemalizm güneşinden nur alan Anadolu’da yatmaktadırlar.” ifadelerinin yer aldığı bu anıt mezar Tarsus’ta bulunmaktadır.
Mustafa Kemal’le ilgili Türk Dünyası’nda yankı bulan bir başka konuda, onun vefatı olmuştur. Atatürk’ün ölümü bütün dünyada olduğu gibi Türk Dünyası’nda da büyük bir yankı yapmıştır. Özbek Türkleri adına “Yaş Türkistan Dergisi”ne gönderilen bir telgrafta: “Türk ırkı bugün en büyük oğullarından birini kaybetmiştir.”
Ölümünün 80.yılında Büyük Atatürk’ü; rahmet, minnet ve özlemle anıyorum. Ruhu şad olsun.