Aklım erdiğinden beri Cuma ve Ramazan teravih namazlarına giderim. Daha önce seyrek kıldığım vakit namazlarını da, evlendiğim 1977 yılından bu yana, yani 40 yıldır sürekli olarak kılarım. Hiçbir dini eğitim -camilerdeki Kur’an kursları da dahil- almadım. Ancak, çocukluğumdan beri meraklı olduğum için -dinî kitaplar da dahil- çok kitap okudum. Camilerde çok vaaz dinledim. Tabii ki vaazlardan da öğrendiğim bilgiler oldu. Özellikle günahlar konusu -belki de çocuk olmamdan- beni çok etkilemiştir. Bu konuya niye girdim derseniz; geçen hafta yazdığım “Münafıklık Arttı mı?” sorusu yüzünden… Bu yazıyı da o yazının devamı olarak düşünelim. Bir de ülkemizde son dönemlerde yaşanan çok ağır ahlâkî ve sosyal çöküşten dolayı… Hele hele yaşananların “İslâmcı” olduklarını söyleyenlerin yönettiği bir iktidar döneminde oluşu, ne ise…
Vaizler genelde vaazlarında günahları anlatırken, büyük ve küçük günahlar olmak üzere ikiye ayırırlar. Bunları sizler de çeşitli kaynaklardan rahatlıkla bulabilirsiniz. Ben bazı kaynakları da dikkate almakla beraber, yine TDV İslâm Ansiklopedisi (cilt 14, sayfa 278-286)’nin “Günah” başlıklı maddesinden yararlanacağım.
“Farsça bir kelime olan ve sözlükte “suç” anlamına gelen günâh, dinî bir kavram olduğu için kutsal ve tabiat üstü varlık alanlarıyla bağlantılıdır. Kutsallığına inanılan tabiat üstü varlık veya varlıklar din müessesesinin temel unsurları arasında bulunduğundan bütün dinlerde günah kavramı mevcuttur. Günah, bu emirlerin yerine getirilmemesi veya yasakların çiğnenmesiyle ortaya çıkan ve dinî, ahlâkî ve vicdanî açıdan sorumluluk gerektiren bir olgudur.
Günaha sevkeden faktörleri, insanın yapısında bulunan meyil ve arzularla onu dışarıdan etkileyen âmiller (sebepler, etkenler) olmak üzere iki grupta ele almak mümkündür. İslâmiyet’e göre insan yapısında bulunan kötülüklerin kaynağı nefistir. Çünkü nefis, “alabildiğine kötülüğü emreden (nefs-i emmâre)” (Yûsuf 12/53) ve kişiyi günaha yöneltmek için fısıltılar halinde sürekli telkinde bulunan (Kaf 50/16; en-Necm 53/23) bir güçtür. Günaha sevk eden bir başka faktör de ölümsüz bir dünya hayatı içgüdüsü ve âhireti düşünmeme tavrıdır (el-Bakara 2/95-96). Kur’ân-ı Kerîm bu menfi temayüllü nefse karşı, kendini kınayan (levvâme) ve rızâ-i Hak’ta huzur bulan (mutmainne) nefisleri, yani dizginlenmiş ve eğitilmiş, iyilik yapmayı kabullenmiş nefislere ulaşmayı önerir (el-Kıyâme 75/2; el-Fecr 89/27-28). Ayrıca insanın hassas bir psikolojik yapıya sahip olması (en-Nisâ 4/28), fizyolojik ve psikolojik bağımlılıklarının bulunması da önemli günah faktörleri olarak zikredilmektedir (el-Bakara 2/155; Âl-i İmrân 3/14).
İslâm’da günah; niteliğine, tövbesiz af edilip edilmemesine ve hakkı çiğnenen muhatabına göre gruplandırılabilir. Niteliği açısından günah küçük (sagîre) ve büyük (kebîre) olmak üzere ikiye ayrılır. Bu taksim Kur’ân-ı Kerîm’de yer almakla birlikte küçük ve büyük günahların nelerden ibaret olduğu hakkında fazla bilgi verilmez (en-Nisâ 4/31; el-Kehf 18/49; eş-Şûrâ 42/37; en-Necm 53/32). Hz. Peygamber’den rivayet edilen yedi büyük günahı sıralayan hadis, âlimler arasında şöhret bulmuştur: Şirk, büyü, adam öldürme, ribâ, yetim malı yeme, savaştan kaçma ve iffetli Müslüman kadına zina isnadında bulunma. Tövbesiz af edilmeyen yegâne günah küfür ve şirk olup cezası ebediyen cehennemde kalmaktır. Diğer günahlardan özellikle büyük sayılanlarının tövbesiz af edilip edilmeyeceği konusunda çeşitli görüşler bulunmakla birlikte genellikle Allah’ın dilemesine bağlı olarak bağışlanma mümkün görülmüştür.
Muhataba göre günah; Allah’a, diğer insanlara ve kişinin kendine karşı işlediği günahlar olmak üzere üçe ayrılabilir. İslâm literatüründe mevcut yaygın kanaate göre, kul hakkını çiğnemek ve toplumun selâmetini ihlâl etmek suretiyle işlenen günahların vebali -küfür ve inkâr dışında- Allah’a karşı işlenen günahlardan daha ağırdır. Kişinin nefsine karşı günah işlemesi selim fıtratını bozması demek olup, Kur’ân-ı Kerîm’de “kendine zulmetme” tâbiriyle ifade edilmiştir (el-Bakara 2/57; Âl-i İmrân 3/117, 135; et-Tevbe 9/70; el-Ankebût 29/40).
Günah işlemekten doğan ceza, şahsî olup kişi kendi yaptığından sorumludur. Hiçbir kimse başkasının cezasını üstüne alamadığı gibi atalarının işlediği günahtan dolayı da sorumlu tutulmaz. Ancak gayri meşrû bir fiil ve harekette bulunanlar, bununla yetinmeyerek başkalarını da etkilemiş ve kötü bir çığır açmışlarsa, aynı davranışta bulunan herkesin günahından onlarla birlikte sorumlu olurlar. İnsanlar dünyaya hem hayır hem de günah işlemeye elverişli bir yetenekle fakat günahsız olarak gelirler.
Günahlara karşılık verilen cezalar dünyevî ve uhrevî olmak üzere ikiye ayrılır. Allah’a itaatsizlikte direnip O’nu inkâr eden, her türlü ilâhî uyarı ve yol göstericiliği reddeden, doğru yolu bulmaları imkânsız hale geldiği gibi diğer insanların ıslahına da engel olan toplulukların dünyada helâk edilmek suretiyle cezalandırıldığı, âhirette ise ebedî azaba mâruz bırakılacağı muhtelif âyetlerde belirtilmiştir.
Kur’an ve Sünnet’te Allah’ın af ediciliğinden bahseden birçok ifade yer almıştır. Âyetlerde, küfür dışında kalan günahlara ait cezaların Allah’ın dilemesine bağlı olarak tövbe (el-Mâide 5/39; Tâhâ 20/82; el-Furkān 25/70-71), ibadet ve taatte bulunma (Hûd 11/114), büyük günahlardan kaçınma (en-Nisâ 4/31), dünyada cezasını çekme (en-Nisâ 4/92; el-Mâide 5/38, 89, 95), zaruret halinde ve cebir altında bulunma (el-Bakara 2/173; en-Nahl 16/106), şehid olma, hastalık, musibet ve felâketlere mâruz kalma gibi durumlarla, ayrıca şefaat veya ilâhî lutufla (en-Nisâ 4/48; Yûsuf 12/87; ez-Zümer 39/53) affedileceği bildirilmektedir. Öte yandan günahın Allah’a karşı itaatsizlik anlamından doğan cezasının O’ndan başka hiçbir kimse tarafından affedilemeyeceği belirtilmiştir (Al-i İmrân 3/129, 135; el-A‘râf 7/149).”
Yukarıda belirttiğim üzere “Google” da arama yaptığınızda; bu hususta yazılmış bir çok makale, kitap ve benzeri yazılar bulabilirsiniz. Büyük günahları Peygamberimiz hadisinde açıklamıştır: Yazımın içinde geçti, okumuşsunuzdur. Ancak daha geniş sıralayanlar da var. Mesela bir yazıda, Peygamberimizin hadisinde bahsedilen büyük günahların dışında başka ilaveler de yapılmış ve hatta 17.sıraya da namaz kılmama konulmuştur.
Bugüne kadar hocalar daha çok namaz üzerinde durdular. Çevremdeki bazı hocalara söylemiştim: “İslâmiyet’i namaza ve başörtüsüne indirgediniz, başka bir şey anlatmadınız, zannettiniz ki namaz kılınca ve baş örtülünce her şey düzelecek. İşte Müslümanların geldiği nokta…” Evet, ben de inanıyorum: “Namaz dinin direğidir” ve her “Müslümanım” diyenin kılması da gerekir. Ama kılınan namaz, ahlâkına bir şey katmıyorsa bir anlamı yok. “yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, onlar namazlarını ciddiye almazlar. Onlar gösteriş yapanlardır, hayra da mâni olurlar.” (Maun 107/4-7) ayetlerine dikkatinizi çekerim. İbadetler ve özellikle namaz Allah için yapılan bir ibadettir, karşılığını da Allah verecektir. Ahlâklı Müslüman ise, öncelikle kendisini ve sonra da toplumun genelini ilgilendirmektedir.
Geçenler de Cumhurbaşkanı: “Biz AB sürecinde, bu bir öz eleştiridir, onu söylemek zorundayım, bu konuda bir yanlışımız oldu, ki zina ile ilgili düzenlemeyi de yapmak suretiyle tacizler, vesaireler, bunları belki de aynı kapsam içerisinde değerlendirmemiz lazım” dedi. Ben uzun zamandır toplumsal ve ahlâkî değerlerimizin aşırı şekilde erozyona uğratıldığına inanıyorum. Ve bunlar sosyal medya ve çeşitli yollarla bilinçli bir şekilde yapılıyor. Son zamanlarda yaşanan çocuk istismarları, erkek çocuklara kadar varan tecavüz olayları, livata, ensest ilişkiler; sanki Lut Peygamberin yaşadığı dönemi andırıyor. Diğer yandan verilen fetvalar… Üstümüze Pislik yağacak.
“Allah’ın izni olmadan hiç kimse inanamaz. O, akıllarını kullanmayanları murdar (inkârcı) kılar.” (Yunus 10/100) Allah, sonumuzu hayır etsin.