Bu haftada; Fransız tarihçi Rene Grousset’in “Stepler İmparatorluğu (Tercüme: Prof.Dr. Halil İnalcık, TTK Yayını, 2011)” adlı eserinden Cengiz Han’ın inancına ilişkin bazı bölümleri aktaracağım. Okurken, ifadelerin Batılı bir yazarın kaleminden çıktığını unutmayalım.
Barthold ve Vladimirtsov (Rus tarihçiler)’a göre, orman kabileleri bilhassa şamanların tesiri altında idiler. Her halde bütün Türk-Moğol kabilelerinde şamanlar (eski Türkçe’de kam ‘qam’, Moğolca’da böga ve şaman, Tunguz-juçen Çin transkripsiyonunda şan-man) mühim bir rol oynamışlardır.
Timuçin’in 1206'da Yukarı Asya'daki bütün Türk-Moğol kavimlerinin yüce hanı olarak seçilmesinden on sene önce; Altan ve Seçe Beki, Temuçin'i Han ilân etmişlerdi. Siyasi hesaplar yanında, perde vazifesi gören bir “dinî” amil de şüphesiz bu seçimi kolaylaştırmıştı. Ba'arin reisi Korçi: “Gök (Tengri) Timuçin'in bizim hanımız olmasını emretti. Mukaddes ruh tarafından bana bildirilen sır budur. Onu size ifşa ediyorum” demişti.
1206 ilkbaharında Onon Nehri kaynakları civarında, büyük bir kurultayda, daha önce itaat altına alınmış bütün Türk ve Moğolları, yani bugün ki Dış Moğolistan'ın bütün göçebelerini toplamıştı. Bu münasebetle, Türk ve Moğol kabilelerinin heyeti umumiyesi tarafından yüce han, yani V.asırda Juan-juanlar tarafından kullanılıp ondan sonra birbiri ardından gelen Moğolistan hâkimlerine, VI.asır Tukyuları ve VIII.asır Uygurlarına geçmiş olan eski unvana göre, Gizli Tarih'in ifade ettiği şekilde Kaan yahut Kân ilân olundu.
Bu 1206 Kurultay'ında Teb Tengri denilen Şaman Kökçü, pek malûm olmayan bir role sahip olmuştur. Kökçü'nün babası ihtiyar Munglik yahut Munlik, Cengiz Han'ın hayatında büyük bir rol oynamış ve sonunda onun (Cengiz Han'ın) annesi Ölün-eke (Elun-eke) ile evlenmişti. Etrafına “kır benekli bir at sırtında göğe çıkar, ruhlar ve cinlerle konuşurdu” gibi hurafeperest bir korku yaratan Kökçü; “Ezelî ve Ebedî Mavi Göğün” Cengiz Han'ı cihanşumül Kağan olarak takdis ettiğini Kurultay’a bildirdi. Bu semavi tasvip, yeni imparator tarafından hâkimiyetinin esası olarak ileri sürüldü. Kendisine, “Ezeli ve Ebedi Göğün kudret, kuvvet ve emriyle” Kağan (qaghan yahut daha doğrusu Qan) unvanını verdi. Cengiz Han'ın bayrağı (toug), dokuz yak kuyruklu ak tuğa, hususi bir dinî hürmet gösterilirdi. Yine Vladimirtsov diyor ki: “Moğolların dünyayı fethe sevkeden işte bu bayrak perisi (sulde) idi.”
Şaman Kökçü; Cengiz Han'a, hâkimiyetinin “dinî” temellerini atmakta yardım etmişti. Aynı zamanda hem sihrî kuvvetleri hem de babası Münklik’in imparator ailesi içindeki vaziyeti dolayısıyla kendisini dokunulmaz sandığından, az sonra tabiat üstü nüfuz ve kudretiyle imparatoru ve imparatorluğu idareye çalışarak küstahça hareketlerde bulundu. Cengiz Han, (onu) yok etme müsaadesini verdi. Babası Münglik, oğlunun öldüğünü anlayarak hiç ses çıkarmadı ve “Ey Kağan, sana cülusundan çok önce hizmette bulundum. Sana hizmet etmekte devam edeceğim” dedi.
Şaman Kökçü'nün ortadan kaldırılması, yeni Cengiz Han İmparatorluğu'nu, dini bir esas üzerine, az çok Mazdeizm ve Çin unsurlarının nüfuz ve tesiri altında kalmış eski Türk-Moğol animizmi üzerine kurulmaktan alıkoymadı. Kağan’ın bir tecellisi olduğu uluhiyeti, yine Tengri, yani İran Hürmüz’ü ile ilişkilerini bir tarafa bırakırsak bazı bakımlardan Çinlilerin T’ien’ine benzer ilahlaştırılmış gök yahut gök ilahı olarak kalmaktadır. (Dip not: Bu hususta Cengiz Han, VII-VIII.asırlar Tukyu Kağanlarının eski unvanlarını aynen harfi harfine değilse de mealen kendi lehine ihya etmektedir. Bu unvanlar Koşo Çaydam abidelerinde aynen şu şekildedir: “Tanrı’ya benzeyen ve Tanrı tarafından tayin edilen ben, Türklerin Bilge Kağan’ı” Tengriteg Tengri yaratmış Türk Bilge Kağan, (Thomson, Inscriptions de l’Orkhon, 122)” Cengiz Han’ın bütün halefleri, Uzak-Doğu'da tamamiyle Çinlileşmiş, Türkistan, İran ve Rusya'da da tamamıyla İslâmlaşmış olmadıkça, kendilerini hep Tengri'nin yer yüzündeki temsilcileri olarak gösterecekler, emirleri onun emri olacak ve kendilerine karşı isyan, ona karşı isyan sayılacaktır.
Cengiz Han; bugün ki Kentey (Burkan Kaldun) Dağı (Onon Nehri kaynağı) üzerinde oturan ilaha çok özel bir dini hürmet beslemiştir. Hayatının başlangıcında atının sürati sayesinde karısı Börte'yi kaldıran Merkitlerin önünden kaçıp kurtulduğu zaman buraya gelip sığınmıştı. Bu sebeple derhal dağa çıktı; bağlılık alameti olarak, Moğol adetine göre başlığını çıkarıp kemerini omuzlarına attıktan sonra dokuz defa dizini büktü ve kımız dökme ayinini yaptı. Daha sonraları, aynı şekilde Pekin Kin İmparatorluğu’na karşı büyük millî savaşa girişmeden önce, yine kemeri boynunda aynı niyazkâr vaziyette Burkan Kaldun’u ziyaret edecektir: “Ey ebedi Tengri, Kinlerin alçakça öldürttükleri atalarımın intikamını almak için silahı elime aldım. Eğer hareketimi tasvip ediyorsan, bana kuvvetinle yardım et”. Reşideddin ona bunları söyletmektedir. Diğer kaynaklarda, bu seferden önce halk etrafta “Tengri, Tengri!” diye göğe yalvarırken, yalnız başına üç gün çadırında kapandığını yazarlar. Dördüncü gün göğün kudreti han çadırından çıkar ve “ebedi Tengri'nin kendisine zaferi vadettiğini” bildirir.
Tengri’ye yaklaşmak ve Kağan’ın önünde gibi inkıyat (boyun eğme) işareti, makamında başlığını çıkarıp kemerini omuzlarına attıktan sonra onun yardımını dilemek için mukaddes dağların tepesine çıkmak; gök gürlediği, yani Tengri hiddetini izhar ettiği zaman saklanmak; perilerin oturduğu kaynakları ve akarsuları vücudu veya elbiseleri yıkayarak kirletmemektir.
Moğollar, semaya ve sihri düsturlara karşı gösterdikleri batılca korkularıyla yalnız kendi şamanlarıyla değil uluhiyetin diğer muhtemel mümessilleri, yani tabiat üstü kuvvetleri elinde tutmaya kadir bütün dini reislerle uzlaşmayı ihtiyatlı buldular.
"Yasak” ile “Göğün kuvveti” Ulu Han, orduya olduğu gibi sivil cemiyete de Göğün istediği şekilde sıkı bir disiplin koymaktadır. Yasak son derece şiddetli hükümleri kapsıyordu: Katil, ağır hırsızlık, bir maksatla söylenmiş yalan, zina, lutilik (cinsi sapıklık), büyücülük, hırsızları gizlemek ve saire ölümle cezalandırılırdı.
Cengiz Han Arap-Fars medeniyetinin en korkunç düşmanı, Müslüman yazarların “Mel'un ve Menfur” diye niteledikleri şekilde davrandıysa bile prensip olarak İslâmiyet'e karşı hiç bir düşmanlığı yoktu. Müslümanlarda abdesti ve hayvan öldürme tarzını yasaklamış olması, bunların Moğol hurafelerine veya adetlerine aykırı olmasındandır.
1222 Sonbaharı’nda Amu Derya (Ceyhun Nehri)’yı geçerek Buhara'ya uğradı. Burada İslâm Dini’nin esas akidelerini merak ederek kendisine izah ettirdi. Hepsini tasvip etti, yalnız Mekke’ye hac yapılmasını fazla buldu. Çünkü ona göre bütün dünya Allah’ın (Tengri, yani Moğolların “Ezeli ve Ebedi Göğünün”) evidir.
O, “Ezeli ve Ebedi Gök” (Türkçe’de Mengü Tengri, Moğolca’da “Mongka Tengri”) adına, uluhiyetin en yüksek temsilcisi, muhtelif dinlerin hakemi sıfatıyla konuşmaktadır.
Bu ifadeleri, kendisinden sonra imparatorluğun başına geçen hükümdarlar da kullanmışlardır. Mesela: Saint Louis’in elçisi Fransız seyyah Rubrouck, Moğol hükümdarı Mongka (Mengü, Cengiz Han’ın torunu) tarafından kendisine verilen “Ezeli ve Ebedi Göğün buyruğu böyledir. Gökte bir Tanrı olduğu gibi yeryüzünde de bir hükümdar, Tanrı’nın oğlu Cengiz Han vardır” mektubu ile 18 Ağustos 1254’de Karakurum’u terk etmiştir.