Kazakistan’lı Prof. Dr. Dosay KENJETAY’ın “Hoca Ahmet Yesevi’nin Düşünce Sistemi” adlı (Hoca Ahmet Yesevi Ocağı Yayınları, Ankara 2003) kitabından çıkarttığım özete ve alıntılara bağlı kalarak yazımıza devam edelim.
“…eski Türklerin kendilerine has kader anlayışları vardır. Onlarda önceden belirlenmiş bir determinist kader anlayışı yoktur. Onlar her an kaderlerini değiştirme olanağına sahiptirler. Ancak bu kaderi değiştirme olanağının bazı şartları vardır. Bu Tanrı’yla olan sürekli bir diyalog çerçevesinde gerçekleşmektedir. Sadece Tanrı ile değil, diğer kültür ve medeniyetlerle olan eşit diyalogun sonucunda çok derin bir realist dünya görüşüne sahiptirler. İşte, varlık ile insan arasında karşılıklı bir irtibat, birlik ve bütünlük söz konusudur. Eski Türk toplumu, insanın kutlu ve mutlu olması için de bu birliği muhafaza etmelidir.
Eski Türk Düşüncesi ve dilinde evren birdir, bütündür, uyum içerisinde algılanır. Bundan dolayı insanlar arasında cinsiyet açısından bir ayırım olgusu ne dininde, ne dilinde, ne de mantalitesinde rastlanır. Bu özellik Türklerin Tanrı anlayışlarından kaynaklanan bir gerçektir. Eski Türk Tanrısı için diğer Assirius, Babil, Yunan ve Roma Tanrılarında olduğu gibi ‘kutsal evlilik’ olgusu söz konusu değildir. Türk Tanrısı tanrıçalarla evlenmez. Bu özellik Türklerin dil mantığında da göze çarpmaktadır. Örneğin, Türk dillerinde diğer dillerdeki gibi “müennes (dişi) veya müzekker (erkek)” cinsinden bir söz kalıplarına rastlanılmaz.
Bir Kazak düşünürünün dediği gibi, Türklerde söz kalıpları bir yana, öz kalıplarında da bir cinsiyet ayrımı yapılmamıştır. Türk’ün dilinde, dininde ve mantalitesinde bir ayrım söz konusu olmadığından; Yesevi düşüncesi ve ekolünde olsun, ibadet ve zikir halkalarında olsun kadın ve erkek eşitliği esastır. Bu da Eski Türk Düşünce sisteminin en önemli özelliklerindendir.
W.Shmidt, Türklerin Hun zamanından beri monoteist ve gelişmiş bir dine sahip olduklarını ifade eder. A.Nurgali de Hunların “Tanrı”ya taptığını, kendi Kağanlarını da “Tanrıkut” diye adlandırdıklarını teyit eder. Eski Türk Düşünce sistemini iyice kavrayanlar Türklerin Tanrı anlayışları ile evren nizamı kavramını birlikte algıladıklarını fark etmişlerdir. Onlar bu yüzden Eski Türk Düşünce sistemini bir çeşit üniversalizm olarak sunmaktadırlar.
Bu düşünce stili epistemoloik ve ampirik açıdan Varlığı tanımanın ‘üçlü alem’, ‘üçlü düşünce’ veya ‘dönüşümsel düşünce tarzı’ anlayışları çerçevesinde belirlenmektedir. Üçlü âlem anlayışı Orhun-Enesay (Yenisey) yazılarında ‘yukarıda mavi Gök, aşağıda yağız Yer, bu ikisi arasında Kişioğlu (insan) yaratıldığında’ şeklindeki bir deyimde çok açık ve net açıklanmıştır.
Gerçekte ise, bu üçlü fonksiyon veya üçlü düşünce tarzı dediğimiz olgu Eski Türk Dünya Görüşü ve tarihinde daha çok bir ‘Ordu ile devlet idari yapısının’ kurulum ve görev alanları özelliklerini yansıtmaktadır.
Eski Türklerin Mutluluk anlayışında da insan ile âlemin birlikteliği ve uyumu esastır. …her şeyden önce, ‘transandantal (duyuları aşan) vahdetli bir bütün’ arz etmektedir. Başka deyimle, Tanrı-Evren-Toplum-İnsanı bütün olarak ele almaktadır. Eski Türk Düşünce sisteminde Tanrı, evren, toplum ve insan arasında canlı bir kutsallık ilişkisi söz konusudur. Ayrıca, Tanrı da, insan ruhu da; evren de ebedi ölmez sıfata haiz varlıklardır. Zaman da ‘mengü’ (bendi-ebedi) tekerrürden oluşan huzur ve mutluluk kaynağı kutsal bir kavramdır.
Eski Türk Düşünce sisteminde her şey Tanrının iradesi ile gerçekleşmektedir. Toplum veya devlet düzeyinde Tanrının iradesini yerine getirme yükümlülüğünü taşıyan Kağan (kam) üniversal bir birlik ile uyumluluk içerisinde Eski Türk toplumu insanına ‘alkış’ı ile destek ve yön vermektedir. Eski Türk toplumu insanı “aksakalların alkışı” ile Tanrı tarafından ödüllenmektedir: ‘çocuğu yoksa çocuk sahibi olabilmektedir.’ Eski Türk insanının kaderi Eski Türk toplumu ile olan uyumu ve birlikteliği düzeyine bağlıdır. Demek ki, Eski Türk Düşünce insanı kendi kaderini bu dünyada değiştirme veya kontrol etme imkânına sahiptir.
Eski Türk Düşünce sisteminde Tanrı, hem kaide, hem kanun, hem düzen, hem kudret, hem kut ve sahib-ül kâinattır. Bu durumda insan ‘Tanrı-âlem-insan’ üçlü bütünün en önemli bir parçasıdır. Başka bir ifade ile insanın irade, ahlak ve yükümlülük açısından bu bütün bir evren düzenini muhafaza etmeyle görevlidir.
Eski Türk Dünya Görüşündeki Türk toplumu bir kandaşlık ve askerî demokratik birlik üzerine kuruludur. Bu yüzden eski Türk toplumu insanı Tanrının iradesini ancak dayandığı kandaşlık birlik ile gerçekleştirebilir. Tanrının iradesi (erki), bir nasip veya kut olarak verdiği “jeruyuk, yani cennet vatanını” korumak, onun için de kandaşlık birliğe itaat etmek, bu birliğin temeli olan esas değerleri bilmek ve sevmek ile ebedilik ile uyumu gerçekleştirmektir. Eski Türk felsefesi teori ile pratik arasındaki birlik ve uyum esası üzerine kurulmuştur.
Eski Türk Düşünce sistemi özelliklerini bir zemine getirdiğimizde Tanrıyı âlemde değil de, idede içkin (immanental) olarak tanıdıklarını görmek mümkündür. Bu özellik dini ve felsefi kategori açısından natüralist bir panteizme yakındır. Panteizm de monizm ile immanentizmin bir şeklidir.
Eski Türk Düşünce sistemindeki Tanrı… Bu dinde Tanrı Uludur. Alemdeki başka hiçbir varlığa benzemez. Tanrısını böyle tanıyan halk her zaman hür, adil, metin ve savaşçı ruha sahiptir. …Tek Tanrı inancına sahip olan toplumların kültürel ve sosyal değerleri arasında da bir benzerlik gözükmektedir. Bunun aksine, çok tanrılık dinlere inananların kültürlerinin birliğine rağmen, Tanrı anlayışlarında belli derecelendirmelerin olduğu bilinmektedir. Bu özelliğe, çoğunlukla, göçebe, soy ve kabile birliğine dayanan toplumlarda rastlanmaktadır.
Tanrı kavramı, Eski Türk Düşünce sisteminde merkezi konumdadır. Ulu Tanrı, kuvvetli bir kandaşlık düzene dayanan Türklerin Yaratıcısı ve Sahibidir. “Mengü Taş Bitiği” yazıtlarında Türklerin, sadece Tek Tanrı’ya taptıkları belirtilmektedir. Yazılarda Tanrılardan değil, sadece Tek Tanrı’dan söz edilmektedir. Bu Tanrı da Türklerin Tanrısıdır. Kağan göndermek, buyruk vermek, yarlık çıkarmak, el kılmak, güçlü yapmak, uluğ, kut ve biliğ inam etmek, yaratmak, Bir Tanrı’nın iradesiyle gerçekleşen işlerdendir. Bu Tek Tanrı inancı veya monizm ilkesi semavi dinlerin dışında Türklere özgü bir anlayıştır.
İbn Fadlan, X.yüzyılın birinci yarısında Oğuz Eline yaptığı seferi sırasında ‘Türklerin sıkıntılı anlarında Türk (Bir) Tanrı diye başlarını göğe kaldırarak, münacat ettiklerine’ şahit olmuştur. Her dinin temsilcilerini müzakereye çağıran Mengü Han’ın ‘…biz sadece Tek Tanrı’ya ibadet ediyoruz.’ dediğine Avrupalı misyoner ve seyyahlar M.Polo ile P.Karpini ve Rubruk da şahit olmuşlardır.”
Haftaya devam edeceğiz.