Mirseyit Sultan Galiyev’le ilgili, Rinat Muhammediyev’in belgesel romanı “Sırat Köprüsü” ile Dr.Halit Kakınç’ın “Kızıl Turan Sultangaliyev” adlı kitaplarından yararlanarak yazımıza devam edelim.
Tatarlar arasında Müslüman-Türk Birliği görüşü ağır basmaktadır. Rusya’da yaşamakta olan Müslüman halkların tümü için merkezi bir yönetim istemektedirler.
* Milli, toprak ve federatif prensiplere dayanan muhtar demokratik cumhuriyetler kurulması.
* Kendi ülkeleri bulunmayan Müslüman halklara milli-kültürel muhtariyetler tanınması.
* Rusya’da bulunan bütün Müslüman halkların kültür ve din işlerini tanzim ve koordine etmek üzere bir Merkezi-Müslüman yönetimin kurulması.
Aslında, bu çıkan uyuşmazlık, muhtariyet yanlılarının seçimi kazanmalarına rağmen, yenilgilerinin başlangıcı olmuş… Daha sonraki kongrelerde, Tatarlar, Sultangaliyev sayesinde ağırlıklarını koymuşlardır.
En gelişmiş ve en aktif Türk Dilli grup olarak Kazan Tatarları’nda…, özlemlerin alevlenmesine paralel olarak ciddi bir bölünmenin başladığı gözlenecektir. Enternasyonalcı Menşevikler ve Bolşevikler palazlanmaktadır. Mollanur Vahidov ve Mirseyid Sultangaliyev isimleri, özellikle dikkati çekmektedir.
Lenin, 1921 yılında söylem değiştirmeye başlar. Dünya ihtilalinin çabucak zafere ulaşabileceğine artık pek inanmamakta… Deyim yerinde ise kapitalist dünyanın göbeğinde bir Sovyet Rusya’nın varlığı düşüncesine kendisini alıştırmaktadır. Belki de Lenin için taktik bir geri çekilme sayılabilecek bu tutum, kendisinden sonra stratejik bir gerçeklik halini alır. Stalin’in “Tek Ülkede Sosyalizm” formülü ile tescil edilmiş olur.
Bu arada doğal olarak, Sovyetler Birliği’nin çatısı altında o güne kadar devrim ihracı fikri ile beslenmiş devrimcileri, ki Mirseyid Sultangaliyev de bunlardan bir tanesidir, karşısında bulur. Dünya ihtilali üzerine kurulmuş bir yola çıkış ve varoluş stratejisi ile sosyalizmin her ne pahasına olursa olsun tek ülkede tutunabilmesi ve yaşatılmasında düğümlenen bir politikanın uzlaşması güçtür. Bu güçlük, en büyük darbeyi Komünist Enternasyonel’e vurur. Bu örgüt, 1924 yılında büyük bir güç iken, 1928’de gölge bir kuruluş olarak kalır. 1932’den itibaren de izleri silinen Mirseyid Sultangaliyev ve diğer devrim ihracı yanlısı milli komünistler ile birlikte adı duyulmaz olur.
1930 yılında artık ortada Sultangaliyev’ler, Troçki’ler, Zinovyev’ler, Kamenev’ler yoktur. Stalin, egemen oligarşinin başındadır. Kollektif Diktatörlüğün yerini, Stalin Diktatörlüğü almıştır.
Bir gece eşi Fatıyma: “Ne rahatsızlığın var Mirseyit? Ne düşünüp duruyorsun, gece boyu uyumadın” diye sorar.
Mirseyit: “… Çarı düşürdük düşürmesine ama idare etme usulleri eskisi gibi kaldı” der.
Mirseyit Sultan Galiyev: “Ben, ezilen bir halkın ezilenlerinin oğluydum. Evet… Ben devrimciydim, fakat köle bir devrimci. Bunu hep fark ediyordum ve hiçbir zaman kendimden memnun değildim. Fikirlerim, duygularım ve isteklerim vardı, fakat iradem her zaman yeterli değildi. İradem, fikir ve duygularımın gerisinde kalıyordu.
Ben, sadece Ekim Devrimi sırasında ve devrimin ilk yıllarında kendimi özgür hissedebildim. Fakat, bir gün (Ekim Devrimi’nin üçüncü yılında) bana dediler ki, “Sen kölesin ve biz sana güvenmiyoruz”. Ve ben tekrar kendimi köle olarak hissetmeye başladım.”
Sadece görevden alma da değil, önceden hepsinin sırtına “milliyetçi” yaftası yapıştırıldı? Neden Doğu Halkları Komünistlerinin 2.Kongresinden sonra Doğulu Komünistlere (bana, Firdevs’e, Sultan Mecit Efendiyev’e, Rıskulov’a, H.Yumagulov’a) ve Kazanlı yoldaşların tam bir grubuna yönelik takipler başlatıldı ve bizi milliyetçilikte suçladılar? Bir tek suçumuz vardı: Biz, Doğu’da yaşanan kölelik durumu ve bir de Tatar Başkurt meselesine ilişkin bazı görüşlerimiz açıkça söylemiştik.
Sultangaliyev, kendisine yöneltilen milliyetçilik suçlamalarına açık bir biçimde cevap vererek bu yakıştırmaları yalanlıyor: Ben, burada kendim hakkında bir şey söylemek istemiyorum. Zira, hiçbir zaman milliyetçi olmadım ve olmayacağım.
“Ben ve yoldaş Mollanur Vahidov, Kazan’da ilk İhtilal Karargahı’nın üyeleri olduk. Beni sekterliğe seçtiler. Ekim İhtilali’nden sonra bizim başlıca görevimiz (diğer bir deyişle Kazan Müslüman Sosyalist Komitesi’nin görevi); kalkınan ve canlanan Tatar Burjuvazisi’nin Ekim İhtilali’ne karşı saldırıya geçmesine imkân vermemekti. Ben de Tatar Burjuvazisi’nin yaklaşımının aksini düşünüyordum; biz şimdi “devlet” ilan edilmesine imkân verirsek, sonra durumu telafi etmekte geç kalacaktık. Ben, “devlet” ilan edilmesine imkân verilmemesini ve önlem olarak da hareketin liderlerinin (kısa bir süre için de olsa) tutuklanmasını teklif ettim. Toplantı benim önerimi kabul etti. Biz, milliyetçi hareketin bakiyelerini düzenli bir şekilde yok etmek için zaman kazanmıştık.”
Sultangaliyev, devrim yanlısı bu katkılarına rağmen Stalin’in kendisine karşı takındığı olumsuz tavrı anlayabilmekte güçlük çekmektedir.
Başkurdistan’ın bir ucundan diğerine bazen demiryoluyla (Ufa, Zlatoust, Çelyasbinsk) bazen at sırtında gerçekleşen sürekli seyahatler, benim hassasiyetimi ve gözlemcilik yeteneğimi geliştirmişti.
Bir zamanlar tarım ve tahıl merkezlerinden biri olan Tatar ovaları, verimsiz bir hale dönüşmüştü. Sultangaliyev’in gözlemleri, tarımsal düzenlemeler konusundaki önerilerine önemli bir kaynak teşkil edecektir.
Sultangaliyev’in bir önemli gözlemi de, can güvenliğinin kalmadığı gerçeği… Çaresizlik içindeki insanlar silahlanmış, kaba kuvvet hakim olmuştu. Sultangaliyev, ayrılıkçı eğilimlere şiddetle karşı durmakla beraber, Başkurtlar’ın kaderi ile çok yakından ilgilidir.
Sultangaliyevcilik “karşı devrimcilik” olarak lanetlenirken, Sovyet yönetim kademelerinde çalışan tüm cedidçi isimler, birer birer tutuklandı ve kurşuna dizildi. Bu yoldan binlerce aydın ortadan kaldırıldı. Öldürülenler arasında Sultangaliyev ve Sultangaliyev yandaşları ile birlikte Ekmel İkramov, Münevver Karî, Abdülhamid Çolpan, Abdürrauf Fıtrat, Bekir Çobanzade gibi önde gelen Cedidçiler de yer aldı. Tarihte “Büyük Ziyalılar Kırımı” (Büyük Aydın Katliamı) olarak geçen bu yıldırma ve baskı döneminde, yalnızca Azerbaycan’da onbinlerce aydın öldürüldü veya sürüldü.
İngilizler’in Hindistan’da yerine getirmesi gereken ikili bir görevi vardır. Biri yıkıcı, öteki yenileyici eski Asyatik toplumun ortadan kaldırılması ve Asya’da batı toplumunun maddi temellerinin atılması. Ard arda Hindistan’ı istila etmiş olan Araplar, Türkler, Tatarlar, Moğollar, tarihin değişmez bir yasası uyarınca uyruklarının üstün uygarlığı tarafından kendileri, barbar fatihler olarak kısa zamanda Hintlileşmişlerdir.
Sultangaliyev, Asyatik kabilelerin insanlarının arasında sınıfsal bir bölünme olmadığı kanısındadır.
Partiye ve Sovyetlere karşı bir eleman olarak tutuklanıp Lubyanka hapishanesinde tehlikeli suçlar için ayrılan 6 numaralı taş hücreye konulur. Başı tavana değiyor. Ayağa kalkıp kendilerini asmasınlar diye mahsus böyle yapılmış. 19 Haziran’a kadar, yani 45 gün bu hücrede kalır. Vaktini de boşa geçirmez: “Ben Kimim?” adında otobiyografik bir eser yazar. Hacimli ve dramatik bir eser: Burada sadece şahsi bir dram değil, bütün Tatar halkının dramını da içine alan sayfalardır.
Bir Tatar profesörü; Sultan Galiyev hakkında, “O yıllarda hangi makalesini, hangi eserini okusanız halkına olan muhabbetini söylemekten bıkmıyor” diye yazar.
Mirseyid Sultangaliyev: “Sevmemek, insanı mantıklı yapar. Nefret, insanı aptallaştırır.”