Uzun yıllar devlet memurluğu ve sivil toplum kuruluşlarında görev yapmam sebebiyle çok insanla muhatap oldum. Ayrıca, ibadetlerini yapan birisi olarak da çoğu zaman camilere gittiğimden; camide cemaati, dışarda ise insanları hep gözlemlemişimdir. Gözlemlerimi, okuduklarımı, yaşadıklarımı, duyduklarımı değerlendirdiğimde; aklıma “İslâm’a yöneliş mi, İslâm’dan uzaklaşma mı, yoksa münafıklık mı arttı?” sorusu gelmektedir.
Bu soru aklıma neden geliyor? Çünkü bazı insanlarda bir samimiyetsizlik görüyorum: Sözleri ile yaptıkları farklı. Özde değil her şeyi sözde yaşıyorlar, yapıyorlar. İslâm’ın iman, itikat ve ahlâk meselelerinden hiç mi hiç haberleri yok. İbadetleri de öylesine… Hele hele her icraatlarında İslâm’ı referans gösterenler: En çok da bunlara kızıyorum, İslâm’a en büyük zararı bunlar veriyorlar. İslâm’ın yasakladığı fiilleri hoşgörü ile karşılayanlar… Din adına söylenen sözler, verilen fetvalar, neler neler!..
Öncelikle: “Münafıklık nedir ve nasıl ölçülür?” sorusunun cevabını vermemiz gerekiyor. Bunu, TDV. İslâm Ansiklopedisi (cilt 31, sayfa 565-569)’nde “Münafık” maddesine bağlı kalarak ve fazla ayrıntıya girmeden yazmaya çalışalım.
“Sözlükte, ‘olduğundan başka türlü görünmek’ anlamındaki nifâk mastarından türemiş bir sıfat olan münafık, ‘inanmadığı halde kendisini mümin gösteren’ kimse demektir. Münafık, ‘dinin bir kapısından girip diğerinden kaçan çifte şahsiyetli kimse’ olarak da tanımlanmıştır. Ayrıca, ‘Münâfikûn’ adlı müstakil bir sure (63.sure) de mevcuttur.
Kur’an terminolojisinde münafık kelimesi iki farklı tipteki insan için kullanılır. İlki halis münafıklar olup bunlar, ‘aslında inanmadıkları halde Allah’a ve âhiret gününe iman ettik’ derler (el-Bakara 2/8). İkincisi zihin karışıklığı, ruh bozukluğu veya irade zayıflığı yüzünden imanla küfür arasında gidip gelen, şüphe içinde bocalayan (en-Nisâ 4/137, 143; krş. et-Tevbe 9/44-45), imandan çok küfre yakın olan (Âl-i İmrân 3/167) çifte şahsiyetli insanlardır. Bazı âyetlerde ‘münafıklar’ ve ‘kalplerinde hastalık bulunanlar’ diye ikili ifade tarzının yer alması da bu farklılığı göstermektedir (el-Enfâl 8/49; el-Ahzâb 33/12). Halis münafıklar müminlerle karşılaştıklarında inandıklarını belirtirler, ancak asıl taraftarlarıyla baş başa kaldıkları zaman müminlerle alay ettiklerini söylerler (el-Bakara 2/14). Diğerleri ise Resûl-i Ekrem’e inandıklarını sanmakla birlikte önemli işlerde din dışı otoritelere gitmeyi tercih etmekte, fakat başlarına bir felâket gelince Hz. Peygamber’e başvurmakta (en-Nisâ 4/60-62), böylece hak dine olan bağlılıkları dünyevî menfaatlerine göre değişmektedir (el-Hac 22/11).
Çeşitli âyetlerde münafıkların psikolojik durumunun toplumsal hayata yansıyan görünüm ve etkilerine temas edilmekte, meselâ dış görünüşlerinin aksine onların her şeyden korktukları, özellikle savaştan endişe duydukları belirtilmektedir (et-Tevbe 9/56-57; Muhammed 47/20-21; el-Haşr 59/11-13; el-Münâfikûn 63/4). Yine onların cimri, yalancı ve kibirli oldukları (et-Tevbe 9/67; el-Münâfikûn 63/1, 5), gösterişe önem verdikleri, maddî menfaat için namaz kıldıkları, gerçekte ise dua ve ibadet hayatında isteksiz davrandıkları (en-Nisâ 4/142), ekini ve nesli (ekonomiyi ve kültürel hayatı) bozmaya uğraştıkları (el-Bakara 2/205), kötülüğü yaygınlaştırıp iyiliğe engel olmaya çalıştıkları (et-Tevbe 9/67), Allah’ı ve müminleri alaya aldıkları (et-Tevbe 9/65, 79), Müslümanlara yardım edilmesini engellemeye gayret ettikleri (el-Münâfikûn 63/7), müminlere karşı kin besledikleri (Âl-i İmrân 3/119), kötü haberler yaydıkları (el-Ahzâb 33/57-60), günah, düşmanlık ve Hz. Peygamber’e isyan konusunda gizli faaliyetler yürüttükleri (el-Mücâdile 58/8; krş. en-Nisâ 4/108) ifade edilmektedir.
Münafığın alâmetleri hakkında bilgi veren rivayetler de mevcuttur ve bunların genellikle ahlâkla ilgili olduğu görülmektedir. Meselâ bir hadiste münafıklık alâmetleri; yalan söylemek, sözünde durmamak ve emanete hıyanet etmek şeklinde özetlenmiştir (Buhârî, “Îmân”, 24; Müslim, “Îmân”, 107-108). Diğer bir rivayette anlaşmazlığa düştüğünde haksızlığa sapma unsuru da eklenmiştir (Buhârî, “İmân”, 24, “Mezâlim”, 17), Müslim’in naklettiği hadisin devamında, ‘Böyle bir kimse oruç tutup namaz kılsa ve Müslüman olduğunu zannetse de durumu değişmez’ denilmiştir (“Îmân”, 109-110). Bir başka hadiste, hayânın ve az konuşmanın imanın iki tecellisi; çirkin sözün ve gereğinden fazla konuşmanın ise nifakın iki alâmeti olduğu belirtilmiş (Müsned, V, 269; Tirmizî, “Birr”, 80), münafıklarda iç açıcı bir görünüm ve dinî kavrayışın bir arada bulunamayacağı beyan edilmiştir (Tirmizî, “İlim”, 19). Abdullah b. Amr b. Âs’ın rivayet ettiği, ‘Ümmetin münafıklarının çoğu Kur’an okuyucularıdır’ meâlindeki hadis (Müsned, II, 175) âlimler tarafından ‘Kur’an’ı kasten yanlış yorumlayanlar, Asr-ı saâdet’teki münafıklarda görüldüğü gibi inanarak değil kınanmaktan korktukları veya gösteriş için okuyanlar’ şeklinde açıklanmıştır (a.g.e. [Arnaût], XI, Nitekim bazı İslâm âlimleri nifakı itikadî ve amelî olmak üzere ikiye ayırmış (İbn Hacer, I, 111; II, 47), bazıları da büyük ve küçük nifaktan söz etmiştir.
Kelâm ilminde nifak konusu, büyük günah meselesinin ortaya çıkmasına paralel olarak gündeme gelmiştir. İmanın tarifi, amelin imandan bir cüz olup olmadığı, dolayısıyla büyük günah işleyenlerin dünyevî ve uhrevî durumu gibi konuların tartışıldığı sırada, nifak zaman zaman imanla küfür yanında üçüncü bir kavram olarak dile getirilmiştir. Ancak münafığın bu konumunun sadece dünya ile sınırlı kalacağı, âhirette ise nifak üzere ölen herkesin kâfirlerle aynı muameleye tâbi tutulacağı hususunda âlimler arasında görüş birliği vardır.
Mâtürîdî, büyük günah işleyen kişinin durumunu tartışırken Allah’ın mümin, kâfir ve münafık olmak üzere üç inanç mensubu belirlediğini söylemekte ve münafıkların müminlerle kâfirler arasında bocalayan kimseler olduğunu kaydederek, bu sınıflandırma dışında yeni bir taksimat yapılamayacağına dikkat çekmektedir (Kitâbü’t-Tevĥîd, s. 566). Mâtürîdî münafıklara küfrün dışında farklı bir statü tanımış gibi görünse de Kur’an’da müminlerin iman edip şüpheye düşmeyenler (el-Hucurât 49/15), münafıkların ise tereddüt içinde bulunanlar (en-Nisâ 4/143) şeklinde nitelendirildiği ve imanın şüphe karışmamış bir tasdik olarak kabul edildiği dikkate alınırsa, onun da münafıkları kâfir konumunda gördüğü anlaşılır.
İslâm tarihinde nifak hareketlerinin ortaya çıkışı, Müslümanların organize bir topluluk ve siyasî bir güç olarak belirmeye başladığı Medine devrine rastlar. Hz. Peygamber Medine’ye hicret ettikten sonra, kendisine inanmayan ve İslâmiyet’e meyilleri olmayan bir kısım Medineliler ile Medine civarındaki bedevîlerden ileri gelen bazı kimseler, siyasî ve maddî sebeplerden dolayı İslâm’a zâhiren girmekte kendileri için yarar görmüşlerdir; özellikle bunların bir kısmı bulunduğu muhitte gözden düşmemek amacıyla bu yolu seçmiştir.
Hızlı ve kapsamlı kültür değişmeleri, sosyal hayatı büyük çapta etkileyen siyasî hareketlerin gerçekleştiği dönemlerde; zayıf karakterli kişilerde nifak denen çifte şahsiyet psikolojisinin oluşması, tarihte ve günümüzde de gözlemlenen bir husustur.” Şimdi herkesin, bu açıklamalar çerçevesinde etrafında olanları düşünerek “Münafıklık” hususunu değerlendirsin isterim.
İslâm’ın esas konusu, öncelikle iman, itikat ve ahlâk’tır. Bunları kalbimizde, beynimizde içselleştirip özümüzde yaşamıyorsak; ister bire bin katarak çokça ibadet edelim, namaz kılalım, üst üste hacca / umreye gidelim, Ramazanlarda iftar verelim, çok anlamlı olmayacaktır. Hiçbir ibadetimizi gösterişe, şova çevirmemeliyiz. Hele hele amellerimizi Allah için değilde, birilerine hoş görünmek ve çıkar sağlamak için yapıyorsak, yandık demektir.
İslâm’da ölçü bellidir: Ameller niyete göredir. İnşallah, imanı, itikatı gerçekten sağlam, ahlâklı ve tüm amelleri makbul müminlerden olalım.