Hep bahsediyorum: Çocukluğumdan beri camilere giderim ve vaaz dinlerim. Bazı vaizlerin / hocaların; Peygamberimizi övmek isterken sarf ettikleri sözler dikkatimi çekerdi. Örnek; Peygamberimizin mali durumu… Küçüklüğümde sadece dinler geçerdim; ama büyüdükçe, Peygamberimizi (hâşâ) aç-sefil, çulsuz-çaputsuz biri gibi göstermeleri kafamı kurcalıyordu. Hâlâ bazı taşra camilerinde benzer ifadeler kullanılmaktadır. Hani, dervişlerin yaşayışlarını “bir lokma, bir hırka” diye söyledikleri gibi… Peygamberimizin mali durumunu, yine TDV İslam Ansiklopedisi’ndeki metinlerden yararlanarak açıklamaya çalışacağım.
Evet, henüz anne karnında iken babası, altı yaşında iken de annesi vefat etmiştir. Peygamberimiz çok küçük yaşta hem öksüz hem yetim kalmıştır. Kendisine Mekke’nin saygın kişilerinden olan dedesi Abdülmuttalib sahip çıkmıştır. Ölmeden önce sekiz yaşındaki Hz. Muhammed’i oğlu Ebû Tâlib’e emanet etmiştir.
Peygamberimiz kalabalık bir aileye sahipti ve kabile mensupları ticaretle uğraşırlardı. 10 yaşlarında amcası Ebû Tâlib’in ve başkalarının koyunlarını gütmüştür. Amcaları Ebu Talip ve Zübeyr, ticaret amacıyla yaptıkları yolculuklarda yeğenlerini de yanlarında götürmüşlerdir. Bu yolculuklarda bazı olağan üstü haller görünce daha çok ilgilenmişlerdir. Ebu Talib, henüz 12 yaşlarında olan yeğeni ile ticaret için Suriye’ye giderken kervan Busrâ (Suriye)’da konaklamış, burada rahip Bahîrâ; “çocuğun İncil’de vaad edilen peygamber olduğunu, koruması gerektiğini” söylemiş, bunun üzerine süratle Mekke’ye geri dönmüştür.
Kumaş ve tahıl ticareti yapan Ebû Tâlib’e yardım için ticaret hayatına başlayan Peygamber; amcası yaşlanınca kendisi devam etmiş ve Mekkeli bir zatla ticarî ortaklık kurmuştur. Bu dönemde çeşitli yerlere yaptığı seyahatlerde ticareti öğrenirken, diğer taraftan da Arabistan’ın çeşitli yerlerinde yaşayan insanları yakından tanıma, onların dil ve lehçelerini, dinî, siyasî ve sosyal durumlarını öğrenme imkânı elde etmiştir.
Onun Hatice ile evlenmesi de bu ticarî gelişmelerden sonra gerçekleşmiştir. İki kocadan dul kalmış olup zengin ve soylu bir hanım olan Hatice, tavsiye üzerine Peygambere ortaklık teklifinde bulunmuştur. Yapılan anlaşmadan sonra Hz. Muhammed, Hatice’nin yardımcısı Meysere ile birlikte Suriye’ye gitmiş ve kârlı bir yolculuğun ardından Mekke’ye dönmüştür. Sonuçtan memnun kalan Hatice’nin Hz. Muhammed’e olan güveni artmıştır.
Bir diğer amcası Abbas da gençlik yıllarından beri ticaretle meşguldü. Maddî durumunun iyi olması sebebiyle, câhiliye döneminde Kâbe’yi ziyarete gelen hacılara su dağıtma ve onlara ziyafet verme görevlerini kardeşi Ebû Tâlib’den devralmıştır. Mekke’nin fethine (veya Bedir Savaşı’na) kadar müslüman olmasa da daima yeğenine arka çıkarak onu müşriklere karşı himaye etmiştir. (Veda Hutbesi’nde: “… Câhiliye devrindeki her türlü ribâ kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Fakat ana paranız sizindir. Ne haksızlık edin ne de haksızlığa uğrayın. Kaldırdığım ilk faiz amcam Abbas’ın faizidir…” denilmektedir.)
Peygamberimiz; Medine’ye hicret ettiğinde mal varlığı yoktu ve diğer muhacirler gibi bir süre ensarın yardımıyla geçinmiştir. Bedir Savaşı’ndan sonra nâzil olan “…ganimet olarak ele geçirdiğiniz her şeyin beşte biri Allah’a, peygambere, yakınlara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara aittir. (Enfâl, 41)” ayeti; Peygamber ailesinin geçim yolunu belirlemiştir. Peygambere büyük hayranlık duyan ve Uhud Savaşı’nda Mekkelilere karşı birlikte savaşan, bu savaşta ölmesi halinde hurma bahçelerinin tasarrufunu Peygambere bırakan yahudi din âlimi (mühtedi sahâbî) Muhayrîḳ en-Nadrî, savaşta ölünce bahçelerinin geliri Peygambere kalmıştır. Mekkeliler’le gizli bir anlaşma yapan Benî Nadîr yahudilerinin Medine’den sürgün edilmesi üzerine Peygamber ailesinin yıllık geçimine yetecek kadar miktarı, onların topraklarında yetişen ürünlerden almışlardır. “Fey” denilen bu tür gelirlere fethedilen yerlerden alınan bazı mallar, Hayber ve Fedek arazilerinden gelen yıllık ürünün belli bir miktarı da ilâve edilmiştir.
Resûl-i Ekrem malını müslümanların ihtiyaçlarına harcardı. Kendisi mütevazı bir hayat sürerdi. Rızkının ailesine yetecek kadar olmasını isterdi. Elde ettiği geliri ihtiyaç sahiplerine dağıttığı için bazan yemek yemediği, gün boyu aç kaldığı, evinde yemek pişmediği olurdu. Buğday ekmeğini pek nâdir görür, çok defa arpa ekmeği yerdi.
Onun bu kadar sade yaşamasının sebebi, dünyanın insanı cezbeden güzelliklerine değer vermemesiydi. Yatağının yüzü tabaklanmış deriden, içi de yumuşak hurma lifindendi. Daha çok bir hasır üzerinde yatardı. Kendisini ashabından üstün görmez, onların yaptığı işi o da yapardı. Hendek Savaşı’nda hendek kazılırken kendisi de çalışmış, Kubâ Mescidi ve Mescid-i Nebevî inşa edilirken sırtında toprak ve kerpiç taşımıştı.
Peygamber son derece cömertti. Kendisinden bir şey istendiği zaman ona ihtiyacı olsa bile verirdi. Bir defasında yamaçta yayılan koyun sürüsünü görüp birkaç koyun isteyen bedevîye bütün sürüyü vermişti. Bir hanımın kendisi için dokuduğu kumaşı isteyen sahâbîye hediye etmişti. Herkesin yardımına koşar, yetimlerle ilgilenilmesini teşvik eder, dul kadınlara ve yoksullara yardım edenlerin “Allah yolunda cihad etmiş gibi” sevap kazanacağını söylerdi. Kölelerin bir emanet olduğunu ifade ederek; köle sahiplerinin yediklerinden onlara da yedirmelerini, giydiklerinden onlara da giydirmelerini, güçlerinin yetmeyeceği işleri yaptırmamalarını isterdi.
Sade bir hayat yaşayan, maddî imkânlarını “Allah yolunda” harcayan Peygamber’den geriye mütevazı bir miras kalmıştır. Çünkü, “Biz, peygamberler zümresi miras bırakmayız; bizim geride bıraktığımız her türlü servet sadakadır.” demiştir. Vefatında; mülkiyetinde sadece beyaz bir katır, silâhları ve bir miktar arazisi vardı. Arazilerin gelirinin ailesi için harcanmasını ve kalanının devlet hazinesine devredilmesini emretmişti. Ölümünden kısa bir süre önce elinde kalan yedi dirhemin, “bununla Allah’ın huzuruna çıkmaktan hayâ edeceğini” söyleyerek fakirlere dağıtılmasını istedi. Zırhı ise borcu karşılığında bir yahudide rehin bulunuyordu.
Peygamberimiz, hicretin ilk yıllarında fakirlik yaşamıştır. Ancak; beslediği hayvanlar, gelen hediyeler ve ganimetler, özellikle de yaptığı ticaret sayesinde zenginleşmiştir. Peygamberin varlıklı olmakla birlikte alçakgönüllü ve sade bir hayat yaşaması, yanlış bir yöntem ve bilgi eksikliği neticesinde onun fakirliğine yorumlanmıştır.
Peygamberin yetim doğması, babasından kalan mirasın miktarı, sütanneleri tarafından kabul edilmemesi ve çobanlık yapması gibi durumlar ve gelişmeler üzerinden yoksul olarak nitelendirmek, yöntem ve tarihî bilgi açısından doğru değildir. Resûlullah Mekke’de kıtlık ve boykot yılları gibi sınırlı dönemlerde fakirlik yaşamışsa da, yaptığı ticaret ve Hz. Hatice ile evliliği sonucunda zengin olmuştur. Kur’ân da (Duha, 8) bunu teyit eder: “Seni yoksul bulup zengin etmedi mi?”
Ya bugün ki Müslümanlar, “Peygamberin ümmetiyim” diyenler, nasıl yaşıyorlar: Yoksa “Rabbena, hep bana” mı diyorlar!..