4 Kasım 2018 tarihindeki “Öncelik Türk Birliği” başlıklı yazımda; “Türk Dünyası’nda ‘birlik yolunda’ güzel gelişmeler olmaktadır. Türk Dili Konuşan Ülkeler Devlet Başkanları veya diğer kurullar ara sıra bir araya gelmektedirler. Türk Konseyi 6.Zirvesi, 3 Eylül 2018 tarihinde Kırgız Cumhuriyeti’nde toplanmıştır. Toplantıya Özbekistan ve Macaristan da katılmıştır. Darısı Türkmenistan’a…” diye yazmıştım.
Türk Konseyi (Türk Keneşi), Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi'nin kısa adıdır. Türk Konseyi'ne Turan'ın bir kolu, diyebiliriz. Ruh Ordo Kültür Merkezi’ndeki toplantıya ev sahipliği yapan Kırgızistan Cumhurbaşkanı Sooronbay Ceenbekov (kısaca): “Ortak tarih, kültür ve dil temelinde kurulan Türk Konseyi'nin gerçekleştirdiği zirve ile Türk dünyasının yüzyıllarca süren dostluğunun yeni bir seviyeye çıkacağını, Özbekistan'ın Türk Konseyi'ne üye olma niyetini önemsediğini ve desteklediğini, böylece konseyin işlerliğinin yeni bir ivme kazanacağını, bu adımın Türk Konseyi'nin genişlemesine olumlu yansıyacağını ve dünyada uluslararası etkinliğini artıracağını, Avrupa'nın ortasında yer alan Macaristan'ın konseyde gözlemci statüsünde yer aldığını, Macarların Türk geçmişini, geleneklerini, adetlerini, kardeşlik ve dostluk bağlarını unutmamasının kendilerini sevindirdiğini, kardeş Türkmenistan'a da kapılarının açık olduğunu, konsey üyesi ülkelerin ekonomik olarak da işbirliği yapmasını istediklerini…” ifade etmiştir.
Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev; Türk Konseyi'ne üye ülkelerin transit potansiyelinin tam anlamıyla kullanılması gerektiğine dikkati çekerek, “Batı ile Doğu'yu, Güney ile Kuzey'i birleştiren halklarız. Bu büyük avantaj. Türkistan'ın eyalet olması ve Türkistan kentinin eyalet merkezi olması kararının Türk halkları arasındaki bağları ve birliği pekiştirecek tarihi bir karar olduğunu…” vurgulamıştır.
Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev: “Ülkesinin Türk Konseyi'ne üye tüm ülkelerle sıkı iş birliği yürüttüğünü, bu durumun her geçen gün daha da güçlendiğini, ilişkilerin siyasi, ekonomik, ticaret, enerji ve ulaştırma alanlarını kapsadığını, Türk Konseyi'ne üye ülkelerin uluslararası kurumlarda da birbirini desteklediğini, bu desteğin önemli olduğunu, gelecekte, uluslararası kurumlarda karşılıklı destek konusunda ek adımlar atmamız gerektiğini, bölgesel güvenlik konularının büyük önem taşıdığını, çünkü dünyada yeni riskler, tehditler yaşandığını, yeni çatışma ve savaşların alevlendiğini, uluslararası birliğin Azerbaycan'ın ayrılmaz parçası olarak tanıdığı Dağlık Karabağ ve etrafındaki 7 il, 20 yıldan fazladır Ermenistan'ın işgali altında olduğunu, işgalin sonucu olarak bir milyondan fazla Azerbaycanlının topraklarını terk etmek zorunda kaldığını…" belirtmiştir.
Özbekistan Cumhurbaşkanı Şevket Mirziyoyev de zirvede yaptığı konuşmada; “Konseyin gelecek yıl kuruluşunun 10.yılını kutlayacağını, konseyin siyasi gündeminde herhangi bir sorun veya anlaşmazlığın olmadığını, Ülkelerimizin güncel uluslararası ve bölgesel meselelerde birbirine uygun veya yakın yaklaşımlar sürdürdüğünü, günümüzde halklarımızın hayati menfaatlerine uygun ekonomik, yatırım, yenilikçi, ulaşım ve taşımacılık, turizm, bilim-teknik ve eğitim gibi alanlarda karşılıklı iş birliği hızla geliştiğini, Türk Konseyi çerçevesinde karşılıklı iş birliğini daha da geliştirmekten yana ve ülkemiz için faydalı olan alanlarda örgütün faaliyetinde yer almaya hazır olduklarını…" söylemiştir.
Macaristan Başbakanı Viktor Orban ise; Macaristan’ın Türk kökenini koruduğunu ifade ederek, "Biz Macarca konuşuyoruz. Bu Türk diliyle bağlantısı olan eşsiz bir dil. Hristiyan dinini aldık, fakat Kıpçak-Türk ilkeleri üzerinde duruyoruz. Macaristan’ın Kazakistan ile stratejik işbirliği kurduğu, diğer Orta Asya ülkeleriyle de ortak iş birliğini genişletmeye hazır olduklarını…” dile getirmiştir.
Geçen Pazar günü Yeniçağ gazetesindeki köşe yazısında Prof.Dr. Ahmet Bican Ercilasun şöyle diyor: “Ülkü, ‘uzak hedef’ demektir. Millî ülkü, bir milletin en uzak hedefidir. Türklerin millî ülküsü için ‘kızıl elma’ ve ‘Turan’ sözleri kullanılmıştır. Ülküler, erişilmesi çok güç olan uzak hedeflere yöneldiği için çok defa ‘gerçekleşmeyecek bir hayal’ olarak algılanır. Oysa ülkü ile gerçeklik arasında sıkı bir bağ vardır. Ülkü, var olan bir gerçekliğe, bir nesneye dayanır. Önce bir nesne mevcut olacaktır ki o nesneyi mükemmele doğru geliştirmek ülküsü olabilsin. Konuyu Türk ülküsü bağlamında açıklayalım. Turan da denilen Türk ülküsü, bütün Türklerin birleşmesi ve en büyük güç hâline gelmesi ülküsüdür. Bu ülkü, bir gerçekliğe dayanır: Türklük ve Türk Dünyası gerçekliğine… Eğer yeryüzünde Türk Dünyası diye bir olgu, bir gerçeklik bulunmasaydı, Türk ülküsü de olmazdı. Demek ki Türk ülküsünün dayandığı varlık, Türk Dünyası varlığıdır. Türk ülküsü, bu varlığı mükemmele doğru geliştirmek ülküsüdür.”
Arslan Tekin ise (16/12/2018, Yeniçağ): “Turan, yeryüzünde ümmetin en büyük parçalarından Türk milletinin birbirleriyle dayanışması, birlik kurmasıdır. Kimse kimsenin sınırına girmiyor. Kimse kimseye üstünlük taslamıyor. Şartlar eşit... Ellerinizi kenetliyorsunuz. Aynı dili konuşuyorsunuz, kültür kökünüz bir ama araya yüzyıllar girmiş, derin yarıklar açılmış. Birbirinize en yakın olanlar elbette aynı kökten gelenlerdir, aynı kültür çevresinde yetişenlerdir. Bunun için ‘Türk’ bir çatıdır ve ‘ırk’ mesabesinde asla görülemez… İslâm bizim inanç merkezimizdir. Türklerden Hristiyanlar da var, hatta Musevî dinini kabul etmişler de... Tarihin bilinmeyen çağından beri Tengricilik - Şamanlık gibi, Budistlik gibi, inanç dairesi içinden kalanları bizim kültür çevremizin dışına mı atacağız! Onları da aramıza alacağız. Peygamber Efendimiz, kimseyi dışarıda bırakmamış; biz bırakabilir miyiz?!” demektedir.
Geçmişte sendikacılık yaparken de, bugün de -dernek çalışmalarımız nedeniyle- Devlet görevlileri ile yaptığımız görüşmelerde; Türklükle hiç ilgisi olmayan “İslâm ülkeleri”ni de projelere, faaliyetlere katmak istediklerini fark ediyorduk. Bu durumun, esas amacın dışına çıkılmasına sebep olacağını anlatıyorduk ama nafile… Hedef; “Türk Birliği”, “Turan İdeali” ise, halkı Müslüman olsa da kökeni başka bir milletten olan ülkeleri katmanın hiç bir katkısı olmayacaktır.
Mustafa Kemal Atatürk (1915’de): “Özellikle bizim milletimiz, milliyetini bilmez görünmesinin çok acı cezalarını çekmiştir. Osmanlı İmparatorluğu içindeki çeşitli toplumlar hep milli inançlara sarılarak, milliyet idealinin kuvvetiyle kendilerini kurtardılar. Biz ne olduğumuzu, onlardan ayrı ve onlara yabancı bir millet olduğumuzu sopa ile içlerinden kovulunca anladık. Kuvvetimizin zayıfladığı anda bizi hor ve hakir gördüler. Anladık ki, kabahatimiz kendimizi unutmaklığımızmış. Dünyanın bize saygı göstermesini istiyorsak öncelikle bizim kendi benliğimize ve milliyetimize bu saygıyı hissi, fikri ve fiili olarak bütün davranış ve hareketlerimizle gösterelim; bilelim ki milli benliğini bulmayan milletler başka milletlerin avı olurlar.” demiştir.
2015 yılındaki “Balkan Turu”muz sırasında Kosova’nın Prizren şehrine de uğramıştık. Burada Sayın Kosova Milletvekili Müferra Şinik ve eşi Gani beyle de görüşmüştük. Vedalaşırken, Gani bey kulağıma: “Yaşar bey, Türkiye’ye sahip çıkın, Türkiye sıkıntıya düşerse biz de burada zora düşüyoruz, üzülüyoruz. Ama Türkiye büyür, güçlü olursa biz burada hem mutlu oluyoruz hem de rahat ediyoruz.” dedi. Hiç Unutmam. Ve bunu çeşitli platformlarda anlatırken duygulanırım.
Turan, kısaca ‘Türk birliği’dir. Ancak 21.yüzyılda Turan, yeni bir anlam kazanmıştır. Turan; sınırları birleştirip tek bayrak, tek devlet altında toplanmak değildir. Bugün için öncelik Türk halklarının birbirlerine yaklaşmaları, birbirlerini dinlemeleri - anlamaları, kaynaşmaları ve kök şuuruna ermeleri hedefidir. Bunu sağlamak için çalışmalıyız. Bir olmalıyız, güçlü olmalıyız. Aramıza nifak sokmak isteyeceklere fırsat vermemeliyiz. Daha ileri safhada karar Türk halklarınındır: Halklar isterse mesele kalmayacaktır.
Unutmayalım; bütün dünyanın gözü “Türk Dünyası” üzerinde…