Son dönemlerde, bir “Arapça hayranlığıdır” gidiyor. Özellikle bazı ilahiyatçı akademisyenlerden abuk-subuk laflar duyuyoruz. Birisi de: “Arapça kutsal bir dildir” demiş. Bu tipler; kendilerini akıllı, bizleri aptal sanıyorlar galiba. Herhalde bizleri; okumayan, araştırmayan, sorgulamayan, düşünmeyen, her söylenene inanan, itaat ve biat eden insanlar sanıyorlar.
Farkında mısınız? Bu sözünüzle, hâşâ, sanki “Allah Arapça biliyordu da Kur’an’ı da Arapça gönderdi” der gibisiniz. Allah’ın “âlim” sıfatını inkâr durumuna düşüyorsunuz. İnanıyoruz: “Allah her şeyi bilendir”. Bu sözü sokaktaki bir insan söylese haydi bir derece… Bunu bir ilahiyatçı akademisyen söylüyorsa “tövbe etse bile” işi zor diyorum. Ayrıca, bunlar -aşağıda belirteceğim- 1300 yıl önce tartışılan saçma-sapan konulardır.
Daha ağır laflar etmeden, müsaadenizle Kur’an’dan bazı ayetlerle başlayalım:
(Rum, 30/22): “O’nun delillerinden biri de gökleri ve yeri yaratması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olmasıdır. Kuşkusuz bunda bilenler için ibretler vardır.”
(İbrahim, 14/4): “(Allah’ın emirlerini) onlara iyice açıklasın diye her peygamberi yalnız kendi kavminin diliyle gönderdik…”
(Fussılet, 41/3): “(Bu) bilen bir kavim için ayetleri Arapça okunarak açıklanmış bir kitaptır.”, (44): “Eğer biz onu, yabancı dilden bir Kur’an kılsaydık, diyeceklerdi ki: Ayetleri tafsilatlı şekilde açıklanmalı değil miydi? Arab’a yabancı dilden (kitap) olur mu?..”
(Şura, 44/7): “Böylece biz sana Arapça bir Kur’an vahyettik ki, şehirlerin anası olan Mekke’de ve çevresinde bulunanları uyarasın…” (Başka ayetler de var.)
Ayetlerden anlıyoruz ki; peygamber olarak seçilen Hz. Muhammed’in Arap toplumu içinde büyümesi ve hitap edeceği halkın da öncelikle Araplar olması nedeniyle “Kur’an-ı Kerim” de Arapça indirilmiştir. Tartışılması belki gereksiz ama, Kur’an; başka bir dille indirilseydi ne Peygamberimiz anlayabilirdi ne de halk… Diğer yandan, Allah isteseydi her millete ayrı ayrı peygamber ve o milletlerin dilinde Kur’an indirebilirdi. Ancak, bu durum karmaşaya, karışıklığa ve şüpheye sebep olurdu. Kısacası; Araplar’a İslâm’ı anlatmak ve onları doğru yola çağırmak, ancak kendi lisanlarında mümkündü.
Araplar, o çağın en çok bozulan toplumuydu. Mekke’de, (mafyavarî) para ve silah gücü olan eşraftan adamlar vardı; tefeciliğin olduğu, güpegündüz kızların kaçırıldığı, köle ve cariye yapıldığı veya satıldığı, ticaret amacıyla Mekke’ye getirilen mallara el konulduğu veya ucuza kapatıldığı, yoksul insanların çaresizlik içinde bulunduğu, açıkçası can ve mal güvenliğinin olmadığı bir dönem yaşanıyordu. Bu hususta, “Hilfü’l Fudûl Örgütü” başlıklı 17/02/2017 tarihli yazıma veya TDV İslâm Ansiklopedisi (cilt:18, sayfa:32)’ne bakılabilir. Peygamberimizin gençliğinde üye olduğu bir cemiyettir.
Gelelim “Arapça’nın kutsallığı” meselesine: İslâm tarihini biraz derinlemesine okursanız; 1300 yıl önce Emeviler döneminde de “Arapça-Farsça” tartışmalarının yapıldığını görürsünüz. Müslüman olmalarına rağmen Farslara (İran) ve Berberilere devlette görev verilmemesi üzerine tartışmalar çıkmış, karşı hareketler başlamıştır. Şuubiye hareketi gibi… İşte uydurma hadisler de en çok bu dönemde ortaya çıkmıştır. Ve bu uydurma hadislerin bir kısmı da dil üzerinedir. Araplar ve İranlılar, “kendi dillerinin kutsallığı” üzerine karşılıklı hadisler uydurmuşlardır. Araplar da İranlılar da kendi dillerine “cennet dili” diyecek kadar ileri gidiyorlar, kendi saçmalıklarına Allah’ın adını da alet ediyorlardı. Öbür tarafta (ahirette) hangi dille konuşulacağını nereden biliyorlarsa!.. Sonuçta Emeviler yıkılmış ve Abbasiler idareye geçmiştir. Bu konuda 07/04/2016 tarihinde yazdığım “Şuubiyye” başlıklı yazıma veya TDV İslâm Ansiklopedisi (cilt 39, sayfa 244-246)’ne ya da başka araştırmalara bakabilirsiniz.
Mantıklı bir cümle değil ama; mesela: “Kur’an gönderilmeden önce Arapça diye bir dil yoktu ve Kur’an’ın dili Arapça olduğundan Arapça’da Kur’an-ı Kerim’le birlikte inmiş oldu” diyebilir miyiz? Diyemeyiz. Böyle bir durum olamayacağına göre, “Arapça kutsaldır” lafı da inandırıcı olmaz. Kur’an inmeden önce de Arapça vardı, çünkü Araplar bu dili konuşuyorlardı. O halde Kur’an-ı Kerim’in Araplar’ın diliyle gelmiş olması, o dile kutsallık sağlamaz. Ama, Kur’an’ın içeriği -Allah kelamı olduğu için- kutsaldır. Başka bir dille gelseydi bile benim için “içeriği” kutsal olurdu.
Biliyorsunuz; İslâm’da “din adamı, ruhban sınıfı” diye bir şey yoktur. Veya Şia’daki Ayetullahların “masumiyeti” gibi bir şey de yoktur. Peygamberimiz bile bazı ayetlerle Allah tarafından uyarılmıştır. Müslümanım diyen herkesin dinini öğrenmek zorunluluğu vardır: Tabii ki doğruları, sapkınlıkları değil. Aslında Müslümanların seviyesine bakınca her şey anlaşılıyor. Dolayısıyla böyle Müslümanlara böyle akademisyenler (!) demek gerekiyor. Ancak, değer verdiğim ve severek takip ettiğim çok kaliteli ve bilgili ilahiyatçılarımız da var; onların hakkını da teslim edelim.
Dini konularda daha önce de yazılar yazdım. Bunları niye yazıyorum: Müslümanları onun-bunun oyuncağı olmaktan kurtulmaları için… Her ne kadar herkes kendinden sorumlu olsa da Müslümanların ve İslâm’ın bugün ki durumundan hepimiz sorumluyuz ve ister-istemez etkileniyoruz. Tabii ki suç İslâm’ın değil, “Müslüman” görüntüsü altında Allah’ın emirlerine -bilerek veya bilmeyerek- aykırı davrananlarındır. Bizler de dinimizi bilmediğimiz için bunlara çanak tutuyoruz. Bu yazılarımla sizlere biraz da ipuçları veriyorum, kendiniz araştırın diye… Müslüman bilgili, uyanık olmak zorundadır. Yoksa her örgüt veya güç tarafından kullanılmaya müsait hale gelir.
Maalesef! Böyle lüzumsuz laflarla zamanımızı çalıyorlar, esas gündemimizi değiştiriyorlar. Bugün İslâm ülkelerinin veya “halkı Müslüman olan” devletlerin kapılarını açın, hepsinin kaçacağı yer Batı ülkeleridir. Niye? Çünkü Müslümanlar mutlu değiller. Sadece Batı ülkeleri kalkınmış, halkı ekonomik refah içinde oldukları için de değil; aynı zamanda insan hakları, özgürlükler ve demokrasi var da onun için.
İsteyen herkes “diğer diller gibi Arapça’yı öğrenebilir”, buna kimsenin itirazı olmaz. Ancak, bu tür açıklama yapan ilahiyatçılar -cahil olmadıklarına göre- art niyetlilerdir. Artık şu ideolojik, siyasi veya asabiye anlayışını ve bakışını bırakın; doğru olun, dürüst olun. Bu açıklamalarınızla dini “magazin programları”na dönüştürdünüz; televizyonlara çıkarak -moda deyimle- şöhret veya paraya mı kavuşmak istiyorsunuz? Ancak, İslâm’a en büyük kötülüğü yapıyorsunuz.
Etnik kimliğinizi bilmiyorum; ama kendini Türk hisseden biri, hele de bilim insanları bu sözü söyleyemez. Türk’e, Türklüğe, Türkçe’ye düşman da olabilirsiniz. Yıllar önce Rahmetli Prof. Dr. Erol Güngör çok net teşhisini koymuş: “İslâmcılık şimdiye kadar hep hâkim milliyete karşı hoşnutsuzluğunu doğrudan doğruya belirtemeyen etnik azınlıkların ideolojisi olmuştur. Bunların amacı İslam ülkeleri arasında birlik sağlamaktan ziyade kendi yaşadıkları ülkede milliyetçi politikayı etkisiz duruma getirmektir. Bu azınlıklar ayrılıkçı bir politika takip edecek kadar kalabalık ve güçlü olduklarını hissettikleri an kendi istikametlerinde bir milliyetçilik hareketi açıklamaktan hiç geri kalmazlar; böyle bir güce erişemedikleri müddetçe İslâm davasının şampiyonu olarak görünürler." (Yeniçağ 28 Kasım 2019 Arslan Bulut)
Yazımı; Fenerbahçe’nin ve Milli takımın ünlü futbolcusu Lefter’in, Atina’da Yunanlılara söylediği sözle bitirelim: “Ben Türk’üm, bana Türkçe soru sorun.” (Burhan Ayeri, 27/12/2019, Yeniçağ)
Acaba ilahiyatçılarımız “Türkçe” konusunda Lefter kadar hassas olabilirler mi?..