Tavsiye üzerine çok önceden aldığım ve kısa sürede okuduğum, Fransız tarihçi Rene Grousset’in “Stepler İmparatorluğu (Tercüme: Prof.Dr. Halil İnalcık, TTK Yayını, 2011)” adlı eserinden “Kim Şehid” başlıklı yazımda bahsetmiştim. Kitaptaki bazı ifadelere katılmasam da, bu kitabı herkesin okuması gerektiğini düşünüyorum. Tarihî konularla ilgili bazı yazılarımda bu kitaptan da yararlanacağım.
Cengiz Han (çocukluk adıyla Timuçin)’ın babası Yesugey, bir Merkit reisinin Ölün (Elun) adlı genç karısını kaçırarak evlenir. Timuçin, Onan Irmağı kıyısında Dülün-Boldak’da 1155 senesine doğru doğar. 1167’de Tatarlar, stepte bir yemekte Yesugey’i zehirlerler. Timuçin 12 yaşında yetim kalır. Çoban bir kabileden çıkan Timuçin’e babasından kalan sürüsü, akrabaları tarafından elinden alınır. Pek zayıf bulduklarından kabilesi ona itaat etmez. Annesi ve kardeşleriyle sefil bir hayat sürerler. (Cengiz Han, 18 Ağustos 1227’de 72 yaşında vefat etmiştir.)
Kitapta karakteri şöyle açıklanmaktadır: “Cengiz Han, insanlığın başına gelen felaketlerden biri sayılmıştır. O, eski yerleşik medeniyetlerin step (bozkır) göçebeleri tarafından oniki asırlık istilalarını kendi şahsında temsil ve hülasa etmektedir. Gerçekten, seleflerinden hiç biri bu kadar korkunç bir nam bırakmamıştır. O, korku salmayı bir hükümet sistemi, katliamı metodik bir müessese haline koydu. Ancak şunu da gözönünde tutmalıdır: Onun zalimliği, tabiatında mevcut bir vahşetten değil, daha ziyade son Türk-Moğol göçebelerinin en kaba ve ilkel olan çevresinin sert ve acımasızlığından ileri geliyordu.
Moğol fatihinin toptan idamları harp sisteminin bir kısmını teşkil etmekte idi ve vaktinde teslim olmayan ve bilhassa boyun eğdikten sonra isyan eden yerleşik ahaliye karşı göçebenin bir silahı idi. İşin felaket tarafı bu göçebe, ziraat ve şehir medeniyetinin ekonomisini hiç anlamıyordu. Doğu İran’ı ve Kuzey Çin’i fethettikten sonra şehirleri yerle yeksan ederek, tarlaları harap ederek bu memleketleri step haline getirmeyi çok tabii buluyordu. (Dip not: Cengiz Han şüphesiz yalnız okuyup yazma bilmez bir cahil değil, aynı zamanda Moğolların ekserisinin bildiği Türkçeyi bile konuşmaktan acizdi. / Cuveynî, zikreden Barthold)
1219 senesinde dikilmiş bir Taoist abidesinde; göçebeler imparatorunun hayat tarzının ve eserinin Çinliler üzerinde bıraktığı intiba şu cümlelerle aksettirilmektedir (Cengiz Han’ın ağzıyla): “Gök Tanrı, Çin'in ifrat derecedeki ziynet ve ihtişamından usandı. Ben, vahşi kuzey memleketlerinde otururum; sadelikten ayrılmam, itidalimi elden bırakmam. Giydiğim elbiseler, yediğim yemekler inek çobanları ve seyislerin çulundan ve gıdasından farksızdır, askere kardeş gibi muamele ederim. Yüz harbe giren ben daima şahsımı ileri attım. Yedi senede muazzam bir eser yarattım, şimdi dünyanın altı cihetinde her şey tek bir kanuna tabidir.”
Kendi hayat tarzı, muhiti ve kavmi içinde Cengiz Han; aklıselim sahibi, dengeli, dinlemesini bilen, dostluğuna güvenilir, alicenap ve sertliğine rağmen hayırsever bir şahsiyet olarak görünür. Ekonomi tarzını anlayamadığı yerleşik kavimler değil de, göçebe ahali mevzuubahis olduğu zaman gerçek yönetici meziyetlerine maliktir. İşte bu sınırlar dahilinde o, fıtrî bir nizam ve iyi idare hissine sahip olduğunu göstermekte idi. Barbar ve müthiş hisler yanında onun, itiraz götürmez şekilde yüksek ve asil tarafları vardır.
Ruhunun en karakteristik hatlarından biri hainlere karşı içinden gelen nefrettir. Kendisi için bedbaht efendilerine hıyanet etmek suretiyle yaranmak isteyenleri idam ettirirdi. Buna mukabil efendilerine sonuna kadar sadık olanları, bu eski düşmanları mükâfatlandırdığı veya hizmetine aldığı çok defa görülmüştür.
Reşideddin ve Gizli Tarih, onun idaresindeki sağlam ahlaklılık ruhunu gösteren bu nevi bazı olaylar nakleder. Bir defa himayesi altına aldığı zayıf kimseleri sonuna kadar müdâfa ederdi ve onları sarsılmaz bir sadakatle takip ederdi. Öngüt'lerin reisi Alakuş-tegin, Naymanlara karşı kendi tarafını tuttuğu için katlolunmuştu. Cengiz Han bu aileyi ihya etti, oğlunu kendi maiyetine aldı, onu kızıyla evlendirdi ve hanedanının istikbalini temin etti. Eski harplerde mağlup ettiği Uygurlar, K’i-tanlar, ondan daha sadık bir hami görmediler. Nitekim daha sonraları Süryani hristiyanlar ve Ermeniler de, onun torunları kadar emin hamiler bulamayacaklardır. Leao-tong'da ilk tabilerinden K’i-tan Prensi Ye-liu Liou-ko, Harezm harbi esnasında ölmüştü. Bu prensin eşini büyük bir şefkat ve muhabbetle karşıladı, ona ve kızlarına en sevecen ve babacan özeni gösterdi.
Bütün bu gibi hallerde, hayvan derisi giyen bu göçebe, kavimleri toptan imha eden bu zalim, bizzat Çinlilerin hayrette kaldığı tabii bir büyüklük, yüksek bir nezaket, çok ince bir asalet gösterirdi. İyi bir soydan gelen bu asilzade, ruhen hükümdardı ve kimse, baş döndürücü böyle bir yükseliş karşısında onun kadar az gururlanmamıştır.
Hiç gevşemek bilmeyen bir siyasî şahsiyet olan Cengiz Han, medenilerin tecrübelerine de kulak tıkamazdı. T’a-t’a-t’ong-a gibi Uygur, Mahmud Yalavaç gibi Müslüman, Ye-liu Ç'u-ts'e gibi bir K’i-tan olan bir çok müşaviri kabul etti. Son Nayman hükümdarı yanında idarenin başı bulunan T’a-t’a-t’ong-a, aynı vazifeye tayin edildi ve ayrıca çocuklarının Uygurca yazı öğretmeni oldu. Mahmud Yalavaç; vali olarak gittiği Maveraünnehir halkının başında, onun mümessili hizmetini gördü. Çinlileşmiş bir K’i-tan olan Ye-liu Ç'u-ts'e ise, efendisine biraz Çin medeniyeti cilası vermeğe, hatta bazen katliamın önüne geçmeye muvaffak oldu. Moğol devletine ve Cengiz Han ailesine bağlılığına rağmen, yağma ve tahribine karar verilen bir şehir veya eyaletin affını istediğinde heyecanını gizleyemiyordu. Ogödey ona: “Milletin için hâlâ ağlayacak mısın?” diyordu. Onun tedbirli ve makul müdahalesi çok defa tamiri imkansız hareketlerin önüne geçti. Zira Moğolların barbarlığı bilhassa cehaletten ileri gelmekte idi.
Ye-liu Ç'u-ts'e ve Cengiz Han'ın diğer Uygur müşavirleri sayesinde bu suretle, bir katliam ortasında dahi bir Moğol idaresinin esası kuruldu. Şüphesiz bunda, Moğol fatihinin şahsi teveccühünden ziyade genel bir kültür temayülü rol oynamıştı. Öyle görünüyor ki, Türk-Moğol dünyasının en medeni iki milleti olan K’i-tanlar ve Uygurlara karşı, Cengiz Han hususi bir sempati beslemekte idi. K’i-tanlar Cengiz Han’ın imparatorluğunu, milliyetini kaybettirmeden Çin medeniyeti ile tanıştırabiliyor, Uygurlar da onu Süryani, Manihaist-Nasturi ve Budik ananelerden mürekkep bir miras teşkil eden eski Orhon ve Turfan Türk Medeniyetine dahil ediyordu. Cengiz Han ve halefleri kadrolarını, resmi yazı ve dillerini Uygurlardan aldılar. Zaten sonradan Moğolların milli alfabesi de az farkla bu Uygur yazısından çıkacaktır.
Marco Polo: “Onun ölmesi büyük bir kayıp teşkil etti. Zira o hakim ve doğru bir adamdı” demektedir. Joinville de: “O halkı sulh ve asayiş içinde tuttu” diyor. Hakikatte bütün Türk-Moğol kavimlerini bir tek imparatorluk halinde birleştirmekle, Pekin'den Hazar Denizi'ne kadar demir bir disiplin tatbik etmekle kabileler arasındaki harpleri kaldırdı ve kervanlar için o zamana kadar bilinmeyen bir asayiş temin etti.
Ebulgazi’nin ifadesine göre, “zamanında İran ile Turan arasında bütün memleket, o kadar büyük bir sükun ve asayiş içinde bulunuyordu ki, insan kimsenin tecavüzüne uğramadan başı üzerinde bir altın tepsi ile doğudan batıya gidebilirdi.” Onun ‘Yasak’ı, hakikaten Moğolistan ve Türkistan'da, kendisi zamanında müthis, fakat halefleri zamanında yumuşayarak XIV.asır büyük seyyahlarının başarısını mümkün kılacak surette bir “sulhu” tesis etti.