Bu yazımın içeriğine muhatap olmadıklarını düşündüğüm bazı tanıdık ve bildik kişileri ayrı tutarak (tenzih ederek) başlamak istiyorum. Kimse alınganlık gösterip kırılmasın ama uzun zamandır ülkemizde “ilkesizlik” kol geziyor. Yöneticilerimiz de dahil çoğu insanımızda bir “ilkeli hareket” veya “ilkeli duruş” göremiyorum.
Bana göre; “ilkeli olmak”, inandıklarını ve doğru bildiklerini kimseye ödün (taviz) vermeden yapmaktır. Türk Dil Kurumu sözlüğünde “ilke: 1. Temel düşünce, temel inanç, umde, prensip, 2. Temel bilgi, 3. Öge, unsur, 4. Davranış kuralı, 5. Her türlü tartışmanın dışında sayılan öncül, mebde, umde, prensip” diye tanımlanmıştır.
Tabii ki, “ilkeli olmak” veya “ilkeli durmak” durup dururken sağlanamaz: Okuyarak, araştırarak, bilgilenerek, yaşayarak, tecrübelenerek, kendini eğiterek ve yetiştirerek olur; kazandığın birikimleri özümsemek ve davranışlarına yansıtmakla olur; hangi süreçte olursa olsun hayatına katmakla olur. Çevrendekiler rahatlıkla seni örnek gösteriyorlarsa “iyi yoldasın ve etrafına da faydalısın” demektir.
Devlet ve kurumlar
Devlet, soyut bir kavramdır; elle tutulmaz, gözle görülmez, yenilmez, içilmez. Devleti somut hale getiren kurumlardır. Kurumlar yasa ile oluşturulur, görevleri tanımlanır ve seçilen veya atanan kişilerce yönetilir. Genelde demokrasi ile yönetilen her devlette “kuvvetler ayrılığı” ilkesine uygun olarak yasama, yürütme ve yargı kurumları vardır.
Anayasamıza göre bu kurumlar devletin en üst kurumlarıdır ve birbirlerine karşı bağımsızdırlar. Ancak, devlet yönetiminde şeffaf olma, hesap verme ve denetlenme temel ilkedir. Kapalı kapılar ardında ülke yönetmek ve/veya “ben yaptım oldu” zihniyeti doğru bir yol değildir. Ayrıca her kurumda; hakkı, adaleti, liyakati esas almak gerekmektedir. Eş, dost, akraba, arkadaş kayırmacılığı (nepotizm) yapmamak gerekir. “Her iş ehline verilmeli”, “adalet” ve “hukukun üstünlüğü” sağlanmalıdır.
Kurumlara verilen görevler, kurumun en başına atanan yönetici (amir/üst) ve kurumda çalışan personel (memur/ast) tarafından yürütülür. Eğer her kurum yönetici ve personeli; görevlerini, yasalar çerçevesinde lâyıkıyla yapar, kendini kontrol eder ve kurumda da oto-kontrol sağlanırsa devlet iyi yönetilir. Aksi halde talimatla, emirle, baskıyla kişi veya kurumlara göre farklı kararlar alınır, uygulanırsa devlet de sıkıntıya ve çıkmaza girer.
TBMM ve milletvekilleri
Mesela, bugün Meclis görevini yapmakta mıdır? Yoksa içeriğini bile bilmedikleri yasa tekliflerine, kararlara sadece el kaldırıp indirmekle mi meşguller? Veya genel başkanların emriyle mi oturup kalkıyorlar? Sanıyorum, kürsüye bile çıkmadan dönemi bitirenler var. Hele iktidar milletvekilleri (sözcüler hariç) televizyonlara bile çıkamıyorlar, görüşlerini açıklayamıyorlar. Acaba kaç milletvekili meclis çıkışında “el kaldırdığı yasa ile ilgili” bir kaç cümle söz edebilir? Edemez, çünkü bilgi sahibi değil. (Şahsen; meclisin toplanma şeklini ve sayısını da oylama şeklini de uygun bulmuyorum. Yasaların nasıl çıktığını daha önce yazmıştım.)
Milletvekillerimiz ilkeli duruş sergileyebiliyorlar mı veya ilkeli duruşları var mı? İçinden “var” diyenler varsa, güldürmeyin beni!.. Bırakın ilkeli duruşlarını, çoğunun ilkesi bile yok. Yeni sisteme göre meclisin bir anlamı da kalmadı. “Parlamenter sistem”e yeniden geçilmeyecekse, 600 milletvekiline sanki boşuna maaş veriyoruz!..
Partiler ve seçimler
Partilerimiz veya parti yöneticileri ilkeli mi? Onu da göremiyorum. “Seçim Kanunu” ile “Siyasi Partiler Kanunu” bir an önce değiştirilmelidir. Parti içi demokrasi olmadan; üyelerin tamamının katıldığı delege, ilçe, il yönetimi seçimi, milletvekili adaylarının seçimi hususunda sistem oluşturulmadan; bu işlerin düzeleceğini sanmıyorum. Bazen partilerde yaşananlar da ilginç: Bakıyorsunuz, “düşüncesini açıkladı” diye parti mensubu, kolayca “hain” damgası vurulup partiden kovulabiliyor. Veya bir parti başka bir partiye kumpas kurup içeriden yıkmaya çalışıyor. Diğer yandan; mecliste muhalefet tarafından getirilen her türlü önergeye -vatandaşın faydasına olup olmadığına bakılmaksızın- “ret oyu” veriliyor. Bunlar ilkesizlik değil mi?
Seçimde elimize bir oy pusula veriliyor; karar verdiğimiz parti ambleminin altına mührü basıyoruz. Güya vatandaşlık görevimizi yapıyoruz. Genel merkezlerin düzenlediği listedekiler, alınan oya göre baştan itibaren seçilmiş oluyorlar; tercih yapma hakkınız bile yok. Bu seçilen milletvekillerinin ilkesi olur mu? Olmaz. Çünkü kendisini seçtiren genel merkeze ve genel başkana bağlı olmak yetiyor. Partisine (dolayısıyla kendisine) oy veren seçmen de “millet” de hiç önemli değil.
Bazen de -hak etmediği halde- aday yapılıp milletvekili seçilen, (neredeyse) daha seçim sonucunu bile beklemeden parti değiştiriyor. Demek ki tabanda verilen mücadelenin farkında değil: Bu sebeple seçmenine karşı vicdanî sorumluluk, vefa ve saygı duymuyor. Bu tür olaylar kanıksandığından toplum da eleştiri ve tepki vermiyor. O milletvekili hiçbir şey olmamış gibi rahatlıkla toplum içine çıkabiliyor. Böyle bir ortamda milletvekilinden ilkeli olmayı bekleyebilir misiniz? Hele bir de parayı bastırıp listeye girmişse hiç ilke arama!.. Gönlü hangi partiyi isterse oraya geçer, dün “sövdüğü insanlarla kol kola girer”, gülücükler dağıtır. Seçimde oy verdirmek için çabalayan, koşturan, başkalarına ağız eğen, boyun büken, yalvaran parti seçmeninin kıymeti ne ki!..
Davalar ve söylemler
Bugün her partinin bir davası var. Geçmişte partilerin davaları daha net ve anlaşılırdı. 1980 öncesi kişiler gönül verdiği ideali dava biliyor ve uğruna mücadele ediyordu. Ya bugün, davaları şudur diyebilir miyiz; yoksa her şey menfaat / para mı oldu? Dün arkadaşı için ölümü göze alanlar, bugün birbirlerine kazık atar hale getirildiler. Ama “Dava lafı olunca da mangalda kül bırakmıyorlar!..” Davasını bilmeyenler, davasına inanmayanlar veya inanır gibi görünenler, davasını satanlar, mankurtlaşanlar, robotlaşanlar vs gani!..
Eskilerin deyimiyle “ilm-i siyaset”i bilen yok. Medeni ölçüler içinde birbirini eleştiren, fıkra anlatan, nükte yapan genel başkanlar, parti yetkilileri de yok. Her gün -bir önceki söylediği ile çelişen- farklı söylemlerde bulunan; devamlı gündem değiştiren, gerginlik yaratan, algı oluşturan, iç kamuoyunu etkilemeye yönelik hamasi nutuklar atan; yanlış politikalar uygulayan, ileride olabilecekleri tahmin edemeyen, öngörüsüz yetkililer görüyoruz.
Bir ve beraber olmamız gereken günlerdeyiz ama milleti ayrıştırıcı, ötekileştirici, kutuplaştırıcı, seviyeyi düşüren ve hakaret eden söylemler duyuyoruz: Bu bize yakışmıyor. “Üzüm üzüme baka baka kararır” misali, kötü örneklerden uzak durulmalı; ilkeli olmak için iyi örnekler rehber alınmalıdır. Yönetenlerin ilkeli olmaları ve ilkeli durmaları çok önemlidir. Bu davranışı gösterenlerin hem kendileri hem çevreleri hem de ülkeleri rahat eder.
Vatandaş geçim derdindedir, huzur ve mutluluk aramaktadır; bir de ilkeli yöneticiler. Ne yazık ki, en büyük sıkıntımız ülkeyi sürükleyecek “lider” olmayışı!..
Yazıklar olsun, ilkeli olmayanlara!.. Yılan gibi sağa-sola kıvrılarak gidenlere!.. Beş kuruşluk dünya nimeti için yalakalık, yağcılık yapanlara, yağdanlık olanlara!..