Timur; 1400 yılında Suriye’ye girip Halep’i teslim aldıktan sonra şehrin İslâm âlimlerini toplar. Onlarla sohbet sırasında şu soruyu sorar: “Bu harpte öldürülen kendi askerleri ile Memlûk askerlerinden hangi taraf şehit sıfatına hak kazanmıştır?”
Türklerin ve Müslümanların -tarihte- kendi aralarında yaptıkları savaşları düşündüğüm zaman “acaba hangi tarafın ölenleri şehid?” sorusu, benim de beynimi kurcalamıştır. Futbol takımı tutar gibi, Anadolu Türkleri ve Müslümanları olarak “bizimkiler şehittir” diyebilir miyiz?..
Kur’an-ı Kerim Bakara Suresi (ayet 154)’nde: “Allah yolunda öldürülenler için ‘ölüler’ demeyin. Hayır, onlar diridirler, fakat siz bilemezsiniz” denilmektedir. Allah’ın bu sözünü, tabii ki aynen tasdik ediyorum. “Kim şehit?” sorusunun cevabını bizim vermemiz mümkün değildir, “Allah bilir” demekten başka çaremiz yok.
Bu konuya niye girdim: Birincisi uzun zamandır gündemi Suriye’nin işgal etmesi; ikincisi yedi yıldır Şam’a gidip “Emevi Camisinde namaz kılma” sözünün yerine getirilememesi, üçüncüsü son zamanlarda yeni parti kurma çalışması yapanlara “ümmeti bölmeyin” diye uyarı yapılması gibi daha bir çok sebepledir.
Ayrıca, 28 Temmuz (1402) Ankara Savaşı’nın 617.yıldönümüdür. Yıldırım Bayezid’le Timur arasında geçen bu savaşı Timur kazanmıştır. Ancak, savaştan Türkler -her iki taraf da- kazançlı çıkmamıştır. Kazançlı çıkan Bizans olmuş ve ömrünü yarım asır daha uzatmıştır. (Timur’un “Altınordu Devleti”ni yıkıp Ruslar’ın önünü açması gibi) Savaşın devamında Osmanlı’da “Fetret Devri” dediğimiz kardeş kavgaları dönemi başlamış ve 11 yıl sürmüştür.
Merakımdan dolayı “Türk Tarihi” üzerine -yerli veya yabancı olsun- bir çok farklı tarihçinin kitap, makale ve yazılarını okudum, okumaya devam ediyorum. Yaptığımız savaşları, mücadeleleri, fetihleri sadece düşman veya kafir gördüğümüz imparatorlar, krallar, tekfurlar ve bunların yönettikleri milletler, halklar üzerine yapmamışız; maalesef aynı ırktan, aynı soydan, aynı dinden milletlerin, halkların kurduğu devletler, beylikler, hanlıklar üzerine de yapmışız. Aslında “Türk Tarihi”ni biraz ayrıntılı ve derinlemesine okuduğunuzda, ne kadar üzücü olayların yaşandığını; ne garip ortaklıkların, ittifakların kurulduğunu göreceksiniz.
Timur’un hayatından, savaşlarından, politikalarından, kısacası onun döneminden çıkaracağımız bir çok dersler vardır.
Ünlü Fransız tarihçisi Rene Grousset’in “Stepler İmparatorluğu” (Tercüme: Prof.Dr. Halil İnalcık) adlı eserinden bazı alıntılar yapacağım: “Onun (Timur’un) daima vadettiği yardım dilediği şey Kur'an’dır, onun muvaffakiyetleri hususunda imamlar ve dervişler kehanette bulunurlar. Harpleri, Müslümanlarla muharebe mevzuubahis olduğu zaman bile cihat, mukaddes harp mahiyetine bürünecektir…
Timur’un İmparatorluğu kültür itibariyle Türk-İranlı, hukukî teşekkül bakımından Türk-Moğol, siyasî-dinî disiplin bakımından Moğol-Arap idi…
Timur’un fatihane faaliyeti Volga’dan Şam’a, İzmir’den Ganj ve Yulduz’a kadar tesirini göstermiştir ve onun bu muhtelif memleketlerdeki seferleri hiçbir coğrafî sıra gözetmeden birbiri arkasından gelmektedir. Harezm’de, Doğu Türkistan’da, İran’da, Rusya’da, Türkiye (Anadolu)’de ve Hindistan’da…
1386’da Batı İran'ın fethine girişmişti. Seferin gerekçelerinden biri, Mekke kervanını yağma eden Luristan (İran) Dağlılarını cezalandırmaktı. …Halbuki İran Medeniyeti’nin en yüksek eserlerini mahveden, İslâm âleminin bütün büyük merkezlerini yağma ve tahrip eden Timur, İran Edebiyatı’na çok meraklı kültürlü bir Türk, sofu bir Müslümandı...
Şüphesiz (Hindistan) Delhi Türk Sultanlığı esas itibariyle Müslüman’dı ve hükümdarlarından bazıları Hindu Tebaalarını kitle halinde İslamiyet’e sokmak için sistematik takibata girişmişlerdi. Fakat Timur onların putperestliğe çok müsamahakâr davrandığını düşünüyordu. Zafername (Şerefüddin Ali Yezdi’nin eseri)’nin dediğine göre, Timur işte yalnız İslâmiyet’in düşmanlarına karşı harp yapmak gayesiyledir ki Hindistan fütuhatına girişti: ‘Kur’an diyor ki, insanın en yüksek mevki, din düşmanlarıyla şahsen harp yapmaktır. Bunun için büyük Timur, zafer aşkıyla olduğu kadar sevap kazanmak için de kâfirleri imha etmeye kendini vakfetmiştir…’
Timur her zaman yaptığı gibi, Delhi Hint-Müslüman İmparatorluğu’nu sarstıktan sonra, yerine hiç bir şey koymadan her şeyi tahrip ettiğinden memleketi tam bir anarşiye maruz bırakarak gitmekte idi. Sözde Brahmanlıkla mücadele etmeye geldiği halde bütün darbelerini Hint Müslümanlığına indirmişti. Bu acayip İslâm kahramanı Hindistan'da ileri hatlarda gazâ eden kuvvetlerini geriden gelip vurmuştu. Onun Bizans uçlarında Osmanlı İmparatorluğu’na karşı alacağı vaziyette aynıdır...
Timur Halep’ten sonra Şam’ı almıştır. Zafername’de; ‘Timur'un şehri yağmalatmasına ve ahaliden bir kısmının katledilmesine müsaade etmesinin sebebi olarak, Şamlıların Peygamberin damadı Ali hakkında gösterdikleri saygısızlığı cezalandırmak için yaptığı’ şeklindedir. 19 Mart 1401 tarihinde Timur Şam'ı terketmiştir ve Memlûklar tarafından tekrar işgal edilmiştir...
Timur, Haziran/1402’de Osmanlı İmparatorluğu’nun arazisine girdi. Kayseri üzerinden Bayezid'in bulunduğunu öğrendiği Ankara üzerine yürüyüşe geçti. Savaş Çubukova'da 28 Temmuz 1402 Cuma günü meydana geldi.” Sonucu biliyorsunuz. Timur’un Anadolu’ya sefer yapmasının sebebi Doğu’ya yapacağı sefer öncesi buraları sağlama almaktı...
“Timur Çin’in fethine girişmek niyetinde idi: Buraları İslâmlaştırarak Çin medeniyetini mahvedecek ve Çin cemiyetini milliyetinden ayıracak; mutaassıp bir Müslüman’ın istilası söz konusuydu. Tam bu sırada Timur Otrar'da hasta düşerek 19 Ocak 1405 (71 yaşında)’de dünyaya gözlerini yumdu.”
Bu yazdıklarımdan hareketle bugün yaşanan benzer olayları değerlendirmek kolaylaşıyor. “İbret alınmadığı için tarih tekerrür ediyor.” Ve ister istemez şu sorular aklıma geliyor:
İslâm Ülkeleri İşbirliği Teşkilatı ne yapıyor, ne kararlar alıyor? Müslüman Devletler birbirleriyle dost ve ittifak halindeler mi? Yoksa “Haçlılar” olarak adlandırılan ülkelerle mi ittifak halindeler? Kimler kurarsa kursun veya başkaları kurdursun İslâmî terör örgütleri ne için ve kimlerle mücadele ediyorlar? Tarih boyunca “İslâm Birliği” gerçekleşti mi veya gerçekleşebilir mi? “İslâm Birliği” bir tarafa Müslümanlar ne zaman mezhep çatışmalarından vazgeçecek? Mezhep çatışmalarını da geçtik, tarikatlar, cemaatler gibi küçük gruplara bölünmekten kurtulacaklar mı? Her biri “kendisinin İslâm’a daha iyi hizmet ettiğini” söylerken, birbirlerini suçlamayı ve aralarında kavga etmeyi bırakabilecekler mi? Yoksa devleti ele geçirmek için kadro kapma ve rant sağlama peşindeler mi?
Ülkemizi ayrıca değerlendirirsek; Türkiye dış politikada yalpalayıp durmuyor mu? Oradan oraya (ABD-Rusya arasında) savrulmuyor mu? Önce Irak’da, sonra Suriye’de doğru bir politika izlenebildi mi? Yoksa güçlü devletlerin kuyruğuna takılıp (BOB ve Arap Baharı gibi) politikalarına alet mi oldu? Eş başkanlığı bıraktık mı? Kazan-kazan (win-win) oyunundan ne kazandık?
Her şey meydanda, görüyoruz: Meselelere “Türklük” açısından bakmıyorsunuz, bari İslâmî açıdan doğru bakın da Ülkemizin selameti ve çıkarları için din, mezhep ve ümmet gibi ayrımcılıktan vazgeçin. Bakın şehitlerimiz gelmeye devam ediyor. Anaların-babaların -Türk Milleti’nin- içi kan ağlıyor.