16 Mart 2019 tarihinde “Dedem Irak Cephesi Şehidi” başlıklı bir yazı yazmıştım, okumuşsunuzdur. Yazımın sonunda, Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü’nün dilekçeme verdiği cevaba üzüldüğümü belirtmiştim. Peki, bu ikinci yazıya neden gerek duydum: Onu da şimdi anlatacağım.
19 Mart 2019 tarihinde verdiğim dilekçelerin cevaplarına geçmeden önce, bugüne kadar ki süreçten kısaca bahsetmek istiyorum. Millî Savunma Bakanlığı ile Genel Kurmay Başkanlığı sitelerinde “şehit olanlar”ın listesi kamuoyu ile paylaşılınca, ben de bakmıştım. Ancak, Birinci Dünya Savaşı albümünde dedemle ilgili sağlıklı bir bilgiye ulaşamamıştım. Elbistanlı şehitlerle ilgili çeşitli belgelerde de dedemin ismine rastlamamıştım. Oysa, çocukluğumuzdan beri “dedem Hacı Ali’nin şehit olduğu” anlatılırdı.
Bunun üzerine araştırmaya karar verdim. 2018 yılı Mayıs ayında Elbistan’a gittiğimde; hem askerlik şubesinden hem de ilçe nüfus müdürlüğünden sordum: “O yıllara ait tüm belgelerin Ankara’ya yollandığını” söylediler. Ankara’ya dönünce; önce Millî Savunma Bakanlığı’na dilekçe verdim. Bakanlıktan, dedemin “künye kayıt belgesi” ile iki adet “bordro örneği” gönderildi. Dedemin şehit olduğu kesindi, ama nerede şehit düştüğü yazılmamıştı.
Millî Savunma Bakanlığı’nca gönderilen; her iki bordro cetvelinde de “167.A., 2.Tb., Eri” yazıyordu. Buradan hareketle hem Millî Savunma Bakanlığı’na dilekçe ile sordum ve hem de Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt (ATASE) Dairesi Başkanlığı ile şifahen görüşme yaptım: “Dedemin Irak Cephesi’nde olduğu ve Mart 332’de şehit düştüğü…” bilgisini öğrendim.
Emin olmak için, ayrıca kendim de o döneme ilişkin eserleri araştırdım. Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü’nde askerî doktora öğrencisi olan Yavuz Ölçen (Tuğgeneral iken emekli olmuş)’in; 1992 yılında yazdığı 234 sayfalık “Birinci Dünya Harbi Irak Cephesi Kutülammare Muharebeleri (29 Nisan 1916 - 16 Şubat 1917)” adlı “Doktora Tezi”nden, 167.Alayın Irak Cephesi’nde Bağdat’ta “ihtiyat kuvveti” olarak konuşlandırıldığını öğrendim.
Bu arada Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü’ne de dilekçe vermiştim. Ancak, “Dedeniz Hacı Ali’ye ait 1929/166 ölüm vukuatında ölüm yeri ‘Elbistan’ ölüm tarihi ‘05.03.1332’ ölüm sebebi ‘eceliyle’ şerhleri mevcuttur” diye cevap alınca çok üzüldüm.
Savaşa gittikten sonra Elbistan’a bir daha dönemeyen dedemin, şehit olduğu 18 Mart 1916 tarihinden 13 yıl sonra ölüm kaydı böyle düşülmüş. İşin tuhaf tarafı; dedemin bu ölüm tutanağına rağmen babaannem (nenem) Fatma’ya maaş bağlanması ve birikmiş şehit yardımının toptan ödenmesi (Milli Savunma Bakanlığı’nın gönderdiği bordro örnekleri bunu teyit ediyor). Böyle bir kaydın tutulması anlaşılır gibi değil!..
Dedemin Irak Cephesinde şehit olduğu kesinleşince; Milli Savunma Bakanlığı’na “…Şehitler albümüne eklenmesi hususunda…”, Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü’ne de “…ölüm kaydının düzeltilmesi hususunda…” 19/03/2019 tarihinde ayrı ayrı dilekçe verdim.
Milli Savunma Bakanlığı Destek Hizmetleri Dairesi Başkanlığı 26/03/2019 tarihli cevabi yazısının -kendi içinde çelişkili- son paragrafında; “İlgili Kurum tarafından gerçekleştirilecek arşiv araştırması sonucunda; Mehmet oğlu Hacı Ali’nin şehit olduğunu gösterir Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü’nden alınmış ölüm vukuatının onaylı tıpkıçekiminin başvuru sahibi tarafından ibraz edilmesi durumunda, anılan şahsın isminin şehitler listesine dahil edilmesi için gerekli çalışma başlatılabilecektir” denilmektedir. Gerekçe olarak da, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 30 uncu maddesi’ndeki; “Doğum ve ölüm nüfus sicilindeki kayıtlarla ispat olunur. Nüfus sicilinde bir kayıt yoksa veya bulunan kaydın doğru olmadığı anlaşılırsa gerçek durum her türlü kanıtla ispat edilebilir” hükmü gösterilmiştir.
Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü’nün 22/04/2019 tarihli yazısındaysa; “…Hacı Ali’ye ait … ölüm vukuatının incelenmesinde, şehit düştüğü ibaresinin olmadığı, eceli ile vefat ettiği ibaresinin yer aldığı tespit edilmiştir. Türk Medeni Kanunu’nun 7 nci maddesinde ‘Resmi sicil ve senetler, belgeledikleri olguların doğruluğuna kanıt oluşturur. Bunların içeriğinin doğru olmadığının ispatı, kanunlarda başka bir hüküm bulunmadıkça, herhangi bir şekle bağlı değildir’ hükmünde olduğundan; kayıtlarda düzeltme ancak mahkeme kararı ile mümkün olup, konu hakkında idarece yapılacak herhangi bir işlem bulunmamaktadır” diye cevap verilmiştir.
Bu yazı üzerine mahkemeye dava açıp açmama konusunu uzun süre düşündüm. Ve devletim adına üzüldüm. Dedem şehit düşeli 101 yılı aşmıştı. Ben ve sülalem, dedemin ve diğer şehitlerimizin bu topraklar için şehit düşmesinden sadece onur duyarız, aksi bir düşüncemiz zaten olamaz.
Zaman zaman medyada, şehit ve gazilerimizin haklarını elde edemedikleri haberleri düştüğünde onlara da üzülürdüm. Tabii ki esas olan yasalar çerçevesinde işleri yürütmektir. Kimse hak etmediği bir şeyi almasın. Ancak, teknolojinin ve iletişimin çok kolay olduğu, bilgilerin depolandığı ve bilgiye çok rahat ulaşıldığı bir çağda; devletin elinde her türlü imkân varken, işleri yokuşa sürmek olmaz. Önü-arkası düşünülerek bazı kolaylıklar sağlanabilir.
Memuriyet hayatım boyunca yasalara bağlı kalmış ve yasaları titizlikle uygulamış biriyim: Çok da kuralcıyımdır. Hatta bazı arkadaşlar -şaka ile karışık- beni “Statükocu” diye eleştirirlerdi. Bunları niye anlatıyorum: Bu yazışmalarım sebebiyle acaba benim “bir kazanç edinmeyi amaçladığımı mı düşündüler” sorusu aklıma geldi! Hayır. Kimseye maddi bir kârı veya zararı olmayacaktı. Çünkü dedemin eşi Fatma (babaannem) öleli çok oldu; oğlu (babam) Hüseyin de tek çocuktu ve 16 Şubat 1977’de vefat etti, yani 42 sene oldu. Dedemin, babamdan başka çocuğu olmadığı için (yani dul bir kızı yok) kimse faydalanamayacaktı.
Amacım: Birincisi, dedeme olan vefa borcumu yerine getireyim; ikincisi, dedem de şehitler listesinde görülsün. Dolayısıyla “Birinci Dünya Savaşı” veya cephelerde şehit düşen askerlerimiz hakkında araştırma yapacaklar için doğru veri/belge olsun. Tüm bilgiler devletimizin elinde; aslında yöneticilerimizin rahatlıkla verebileceği bir kararın geldiği durumu görüyor musunuz? Ne yapalım, sonuç böyle oldu!..
Dava açmaktan vazgeçtim. Mahkemelere dava açmanın yolunu (prosedür) biliyorsunuz: Dilekçe, belgeler, tanıklar, harçlar, avukatlık ücreti, masraflar vs… MSB’nın gönderdiği hariç belge yok, bilgi yok, o dönemden göstereceğimiz şahit (gazi) de yok.
Anlayacağınız; dedem Hacı Ali, şehitler listesinde yer almasa da yıllardır onun şehadetiyle gurur duyduk, yine öyle gurur duyacağız.
Biliyorum: Sadece dedem de değil; nerede, nasıl, ne şekilde şehit olduğu bilinmeyenler, gidip de dönemeyenler, kaybolanlar, esir düşenler, yaralanmaktan veya hastalıktan ölenler, mezarı dahi olmayanlar dolu... Kurban Bayramı’nı yaşadığımız bu günlerde; vatan, devlet, toprak, bayrak ve din uğruna “kara toprağa düşenlere”, “naçiz vücutları toprak olanlara” selam olsun.
Hepsine rahmet, minnet ve şükranla…