İnsanların huzurunu sağlaması gerekenler, tam tersi travma yaşatıyorlar. Her şey gözlerimiz önünde oluyor. İnançlarımızda sıkıntılar yaşıyoruz. Kimin “Müslüman olduğu!” tartışılır hale geldi. Çünkü Kur’an’daki din ile yaşananlar çok farklı… Eğer mutaassıp (bağnaz), radikal, fanatik değilseniz ve farklı kanallardan haberleri izliyorsanız; yaşananları görüyor, fark ediyorsunuzdur. Türkiye güllük gülistanlık değil; vatandaş da huzurlu ve mutlu değil. Tabii ki işi “yolunda olan” bazıları hariç!..
Diyanet’in faiz kararı
Yıllardır Müslümanlara “faizin azı da çoğu da haramdır”; “faiz yiyenler mahşerde şeytan çarpmış gibi kalkarlar…” diyenler, ağız değiştirdiler. Bugüne kadar “yolsuzluklar, hırsızlıklar” konusunda net açıklama yapamayan Diyanet, “faiz” kararını açıkladı. “Şöyle şöyle olursa… faiz olmazmış!” N’oldu şimdi? Faizle ilgili bütün anlattıklarınız yerle bir oldu. Demek ki isteğe göre fetvalar verilebiliyormuş!.. Müslümanlığın ölçüsü olarak sadece “namaz kılıp kılmamayı” öne çıkarır, İslâm’ın ahlâk değerlerini anlatmazsanız, olacağı bu!..
Kızılay depremi
Yakın zamanda Elazığ’da büyük bir deprem yaşandı. Bilim insanlarımız “daha büyük depremler bekliyorlar.” Özellikle Marmara bölgesi ile işaret edilen Bingöl ve Kahramanmaraş halkı korku içinde, ayakta… Deprem travması yaşıyorlar.
Arkasından Kızılay skandalı patlak verdi. Başkentgaz o kadar çok kazanmış ki, “biraz (8 milyon dolarcık!) bağış yapmayı” düşünmüş, ama bağışı Kızılay’a verirken: “Bağışı yapıyorum ama, birazını sen alacaksın, çoğunu Ensar Vakfı’na vereceksin” demiş. Bağış parası ülkede de duramamış, tâ Amerika’ya kadar gitmiş. Niye bu yolu tutmuşlar? Çünkü Kızılay “kamu yararına çalışan dernek olduğu için” şirket bu bağışı beyan edeceği kazancından (matrahtan), dolayısıyla vergiden düşebiliyor. Yani, devletin vergi kaybına neden oluyor.
Kızılay’a vatandaşların bağış yapmalarının yanı sıra, statüsünden dolayı devlet bütçesinden de katkı almaktadır. Elazığ depreminin travması henüz geçmeden “vatandaştan 10.- TL bağış istemek” de ne oluyor, ayıp ya!.. “Ohh! Deprem oldu, ortamdan yararlanıp yardım toplayabiliriz” der gibi, acelen ne!.. Vatandaş “yolunacak kaz” mı?..
Gönüllü çalışılan bir dernek de yöneticilerin aldığı yüksek maaşlara ne dersiniz? Herkesin yapabileceği bir iş yapıyorlar; herhalde devlet yönetmiyorlar!.. Ayrıca, bir sürü danışman da varmış. Bundan sonra Kızılay’a nasıl güvenip de yardım yapacağız, kurban parası yatıracağız!.. “Kim bilir” bilmediğimiz, daha neler oluyordur? Kafamda bir çok soru işareti… Kızılay’ın itibarını sıfırladınız!..
Bir hatıra: 2005, 2006 yılı olabilir, Sendikadaki arkadaşlarla Kızılay’a üye olmaya karar verdik. Bir gün Genel Başkan Şuayip Özcan, ben ve iki kişi daha Kızılay’ın Yenimahalle Şubesi’ne gittik. Formumuzu doldurduk ve üye aidatımızı ödedik. “Size bilgi vereceğiz” dediler, döndük. Hâlâ “üyeliğimizin kabulüne ilişkin” bir bilgi gelmedi. Tahminimiz, farklı düşünce de olan kimseleri istemiyorlardı.
Gariban insanlarımız
Açıklamalara bakarsanız, en pahalı gazı biz kullanıyormuşuz. Rus gazı, Avrupa’ya 120 dolara verilirken, Türkiye’ye 260 dolara veriliyormuş. Üstüne üstlük, doğalgaz şirketleri de durmadan zam yapıyorlar. Zamlarla vatandaş kazıklanıyor, “bağışlar” imkânıyla da devlet kazıklanıyor. Fatura ödeyemeyen vatandaş da ya soğukta oturuyor ya da evine soba kuruyor. Ne âlâ memleket!..
Ne kadar İslâm’ın yasakladığı çirkin ve ahlâksız iş varsa yapılıyor. “Ele verir talkını, kendi yutar salkımı” misali hep bana, hep bana, rabbena!.. Konuştukça battıkları gibi, “Müslüman” görüntüsü vermekten de çekinmiyorlar. Cuma günleri “salla bir mesaj veya ayet meali” tamamdır. Garip, saf, temiz Müslümanlara “kanaat etmeyi” önerirken, kendileri “deveyi hamudu (havudu)”yla götürüyorlar.
Ya dünya Müslümanları
Dünya genelinde Müslümanlara yapılan zulümler bir tarafa, kendi yöneticilerinin aldığı kararlar da travma yaşatıyor. Doğu Türkistan’da yaşananlara -Türkiye’de dahil- hiç bir İslâm ülkesi ses çıkarmazken, Filistin meselesi tekrar zuhur etti. ABD’nin hazırladığı plan, en yakınındaki / çevresindeki Müslüman ülkelerin onayı ile kısa zamanda uygulanacağa benziyor. Bir kaç cılız ses, bir kaç da “yağmasa da gürleyen” ses çıkacak; ama önlenebilecek mi?..
Eğitim ve medya
Bazıları, ülkedeki bu sorunları “din eğitimi”nin yetersizliğine bağlıyorlar. Tabii ki, eğitim çok önemlidir, her şeyin başı eğitimdir. Ancak okullarda verilen eğitim tek başına bir işe yaramıyor: Çevre ve medya faktörleri de çok önemlidir. Çocuklarımız üzerinde sosyal medya, televizyon dizileri, magazin programları daha fazla etkili oluyor. Eğitici diziler yapılacağına, tam tersi toplumun ahlâkını bozucu konular işleniyor. Mafya özendiriliyor, ensest ilişkiler özendiriliyor. Diziler de ahlâk değerlerimizin aksine yanlış ilişkiler, babası belirsiz çocuklar… Maalesef! Diziler çok kötü: Tarihi diziler de ayrı bir facia!.. Gerçek tarihimizi işleme yerine senaristin düşüncesine göre yazılmış, yönlendirici, algı oluşturucu, magazinsel ve para kazanmak amaçlı diziler yapılıyor. Hepimiz seyrediyoruz; kimimiz kanıyoruz, kimimiz sorguluyoruz. Açıkçası yapımcılar da iyi niyet görmüyorum.
İlginç olan ise; şu anda Türkiye’nin, çoğunlukla “dinî eğitim aldığını söyleyen” kadrolar tarafından yönetiliyor olması... Ama, Allah’ın yasakladığı her türlü çirkin işler de bu dönemde oluyor. Maaselef! Örnekler de iyi değil ve örnek olması gerekenler de…
Tarihimizde, en çok övündüğümüz “adalet anlayışı”mızdı; gittiğimiz her yere adaleti götürüyorduk: İnsanlara adalet dağıtıyorduk. O da kalmadı. Verilen kararlarla “hak” dağıtılmıyor, vicdanlar sızlatılıyor. Nasreddin Hoca’nın; “Parayı veren düdüğü çalar” misali, parası olan “kendi adaletine” kavuşuyor. Bazıları “gemisini kurtaran kaptan”, bazıları da “devletin kendisi”… “İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın” diyen anlayıştan; “bana dokunmayan bin yaşasın” veya “devletten bana ne” anlayışına geldik. “Millet hiç yok!..”
Suriyeliler
Ülkemize doğru önce Irak’dan, sonra Suriye’den büyük göçler oldu, sığınmacılar geldi, hâlâ da geliyor. Başka yerlerden de kaçak gelenler var. Güya sorunlar halledilip bunlar geri gönderilecekti. Gönderilme yerine vatandaşlık verilmeye başlandı. Söylem farklı, uygulama farklı… Bunların çoğu Müslüman da olsa da misafirliğin de bir sınırı var. Vatandaşlarımız bugüne kadar ekmeğini bölüştü; ama “kendi açsa”, hele de ayırım yapılırsa travmalar başlar. Hastalıklar da arttı. Çare; “vatandaşlık verme yerine” bir an önce ülkelerine gönderilmeleridir.
Şimdi de Çin’den yayılan “Korona virüsü”, yeni bir travmaya sebep oldu.
İnsanlar gergin, stresli, işsiz, aç, psikolojileri bozuk, hasta, çaresiz; sosyal travma yaşıyorlar. Kurum ve kuruluşlarda çalışanlar dahi travma yaşıyorlar. Hiçbir kurumun güvenirliliği ve itibarı kalmadı. Devletin imkânlarından yararlanan cemaatler, tarikatlar, dernekler, vakıflar; sadece kendilerine hizmet ediyorlar. Diğer insanları Müslüman görmüyorlar. Müslümanlar arasında bile ayırım yapılıyor, yöneticilerimizin umurlarında değil.
Ben travma yaşamıyorum, ancak ülkemin durumuna üzülüyorum: Çünkü ülkeyi yönetme becerilerinin olmadığını tahmin ediyordum. “Bunlar Müslüman, abdestli, namazlı çocuklar” diye oy veren “samimi, dürüst, ahlâklı Müslümanlar” travma yaşamasın da ne yapsın!..