Ülkemiz; uzun zamandır büyük bir “ahlâk çöküntüsü” yaşamaktadır. Medeniyet yolunda gelişme ve ilerleme beklerken; şiddet, taciz, tecavüz, öldürme, çocuk istismarı, kayıplar, kap-kaç, çetecilik, magandacılık gibi adliyelik olaylar artmaktadır. Eline silah alan kendisini kahraman sanmakta, etrafına korku ve dehşet saçmaktadır. İlerisini veya geleceğini düşünmeden; insanları yaralamakta, cinayet işlemektedir. Bazı erkekler; çeşitli sebepler öne sürerek eşlerini, sevgililerini veya başka kadınları öldürmektedir. Bunlar; herhalde hayatı, dizilerdeki gibi sanmaktadır. Ya da “meydanı boş görmek”te; kendisine bir şey olmayacağını veya ceza almayacağını düşünmektedir.
Cinsiyet ayrımı yapmak istemem, ama medyada çaresiz kadınları görüyorum: Bir kısmı “namus meselesi veya töre” ileri sürülerek vahşete uğramış kadınlar… Kadın cinayetlerindeki artış, son zamanlarda yabancı kadınlarda da artmıştır. “Devlet nerede?” sorusunun tam zamanı… Bu konuda devletin ne yaptığını fazla bilmiyorum: Herhalde yasaları yeterli görüyorlar. Konuyu, sadece -kadın dernekleri dahil- birkaç STK gündemde tutmaya çalışıyor.
Yöneticiliğini yaptığım “Uluslararası Avrasya Eğitimcileri Federasyonu” adlı bir kuruluşumuz vardır. Bu kuruluşu, Türk Dünyası’ndaki eğitim dernekleri ortaklaşa oluşturmuşlardır. Tüm “Avrasya ülkeleri”ni kapsamakta; eğitim, bilim ve kültür alanında faaliyet göstermektedir. Federasyona bağlı yurtdışındaki dernek yöneticilerimizin bir çoğu kadındır. Bazı toplantılarda yabancı kadınlara yönelik şiddet olayları da gündeme gelmektedir.
Konuyu bugüne kadar yazmaya fırsatım olmadı. Bir milletvekilinin evinde yaşanan -hem de milletvekilinin silahı ile ölen- Özbekistan’lı Nadira Kadirova olayı üzerine yazmaya karar verdim. Kadirova’nın intihar ettiği belirtiliyor. Ancak, kamuoyunda daha farklı ifadeler dolaşıyor. Olayın üzerinden üç gün bile geçmeden, cenazenin apar-topar ülkesine gönderilmesi şüphe doğurmuştur. Eğer intiharsa, gencecik bir kızı intihara sürükleyen sebeplerin araştırılması gerekir. Herhalde kamuoyunu tatmin edici bir açıklama yapılacaktır.
1990’lı yıllarda SSCB’nin dağılması ile birlikte yakın coğrafyalardan Ülkemize doğru insan geçişleri başlamıştır. Bu dönemde, Karadeniz bölgemize Gürcistan ve Ermenistan üzerinden kadınlı-erkekli insanlar çalışmaya gelmişlerdir. Bölge insanımızın “Nataşa” diye adlandırdığı bu kadınların bazıları, maalesef sosyal rahatsızlıklara ve ailelerin dağılmasına neden olmuşlardır.
Sonraki süreçte Türk Cumhuriyetlerinden, diğer bağımsız ülkelerden, özerk bölgelerden, akraba topluluklarından kadınlar da gelmişlerdir. Yerli veya yabancı erkeklerin; -Türk kadınlarına göre- biraz daha savunmasız ve cazip gördükleri bu kadınlarla arkadaşlıkları, ilişkileri, nikahlı veya nikahsız yaşamaları gibi beraberlikler olmuş ve olmaktadır. Zamanla kıskançlık veya başka sebeplerle yabancı kadın cinayetleri de görülmeye ve basında sık sık yer almaya başlamıştır.
Mesele; cinayete kurban giden kadınların Türk vatandaşı veya yabancı olması değildir: İnsan olmaları ile alâkalıdır. Ülkemize ne amaçla geldikleri de önemli değildir; kimsenin özel hayatı da bizi ilgilendirmemektedir (Tabii ki misyoner olarak veya istihbarat amaçlı gelenler hariç). Belki bu yabancı kadınların bir kısmı turist olarak gezmek, bir kısmı ailesinin rızkını kazanmak, bir kısmı okumak, bir kısmı burada yerleşmek, hatta evlenmek hayaliyle gelmiş olabilirler. Benim kastettiğim; hangi ülkeden gelirlerse gelsinler veya hangi kimliği taşırlarsa taşısınlar kadın-erkek herkesin “yaşama hakkı”nın olduğudur.
Ülkemize gelen yabancı kadınlar; kendi vatandaşlarımızın yapmadığı hizmetçiliği, hasta / yaşlı veya çocuk bakıcılığını yapmakta, sağlık hizmeti vermektedirler. Bazıları evlenmekte veya nikahsız yaşamaktadır. Bazıları da gönüllü veya gönülsüz barlarda, pavyonlarda çalışmakta; fuhuş yapmakta veya fuhuş batağına düşmekte yahut düşürülmektedir. Ancak, bunları yapıyorlar diye kimse öldürülmeyi hak etmemektedir. Bu cinayetleri işleyenler nasıl insanlar ki; taciz veya tecavüz etmek, başını taşla ezmek, bıçaklamak, boğaz kesmek, boğmak gibi canice işleri yapabiliyorlar? Ve/veya telefonuna, parasına, eşyalarına el koyuyor, çalıyor, gasp ediyorlar?
Cinayetleri, sadece Türk vatandaşları da işlememektedir: Basından okuduğumuz kadarıyla maktulün kendi vatandaşı veya bir başka yabancı tarafından da işlenmektedir. Yabancılar arasında çeteleşmenin arttığı gözlenmektedir. Bu konuda, internette emniyetin yaptığı bir araştırmayı gördüm: cinayet aletleri olarak; “ateşli silah, kesici-delici alet, boğma, bedensel güç kullanma ve diğerleri” sayılmaktadır. Cinayet sâikleri olarak da, “cinsel motifler, psiko-sosyal motifler, ruhsal-bedensel sağlık sorunları ve madde kullanımı, ekonomik motifler, başka suç esnasında/ başka suç ile ilişkili olarak” diye belirtilmektedir.
Ne yapmalıyız sorusuna gelince; öncelikle hem fertler hem de millet olarak zihniyetimizi değiştirmek zorundayız. Millî ve dinî değerlerimizi ne kadar yaşıyoruz veya yaşatabiliyoruz? Değerlerimizle uyum içinde miyiz? Yoksa, her şeyde olduğu gibi bu konuda da “Özde değil, sözde mi yaşıyoruz?”
Devlet olarak tedbirlerimizi almalıyız: Devlet yönetiminde “saldım çayıra, Mevla’m kayıra” anlayışı olmaz, olamaz. Ülke yol geçen hanına dönmekten kurtarılmalı, sınırlardan kaçak girişleri önlemeliyiz. “İzinli veya vizeli, çalışma veya oturma hakkı” alarak ülkemize gelenler daha sıkı takip edilmeli ve koruyucu / suçu önleyici tedbirler almalıyız. Suç şebekelerinin ellerine düşmelerine engel olmalı, izinsiz girenleri ülkelerine iade etmeliyiz.
Giderek artan Türk ve yabancı kadın cinayetlerini önlemek için bilimsel çalışmalar yapmalıyız. Bir sosyal felakete dönüşmemesi için vatandaşlarımızı eğitmeliyiz. Millet olarak; kültürümüz, kimliğimiz, dinimiz gereği “misafirperver” olduğumuzu öğretmeliyiz.
Toplumdaki çarpık düşünceleri yıkmalıyız. Yabancı kadınları (özellikle de eski Doğu Bloku ülkelerinde gelenleri); fuhuşla bağlantılı veya fuhuşa meyyal görmek ya da halk deyimiyle “yollu” addetmek sapıklığı içerisinde olanlara karşı cezaları artırmalı, turizmi baltalayıcı yanlış tavır ve davranışları önlemeliyiz.
Benzer cinayetler başka ülkelerde olsa bile, benim ülkemde olmaması temennimdir. Diğer ülkelerin kamuoyunda Türkiye’ye karşı tepkiye sebep olacak ve ülkemize bakışı değiştirecek her türlü yanlışı önlemeliyiz. Ülkemizin itibarına özen göstermeliyiz.
Önleyici tedbirlerle güvenli bir ülke olduğumuzu gösterirken; ülkeler ve halklar arasında sevgi, hoşgörü ve diyaloğu artırmalıyız.
Ülkelerin, özellikle de Türk ülkelerinin halkları arasında ülkemize karşı olumlu düşünceleri değiştirecek hareketlerden kaçınmalıyız. İleride bu tür cinayetler diplomatik sıkıntılara bile sebep olabilir. Özbekistan’la aramız yeni düzelmişken; Nadira Kadirova olayı meydana gelmiştir. Hiç bir ülke -özellikle kardeş ülkeler- ile arabozucu benzer olaylardan kaçınmalı ve sosyal medyada olumsuz kampanyalar açılmasına sebebiyet vermemeliyiz.
Türk Milliyetçisi ve “Türk Birliği”ne inanmış biri olarak; bu husustaki endişelerimi ve rahatsızlıklarımı dile getirmek istedim. Tabii ki sivil toplum kuruluşları olarak bizlere de çok iş düşmektedir.