Biliyorsunuz köşe yazımı haftada bir yazıyorum. Milli Eğitim Bakanlığı’nda yapılan toplantılar ile yöneticilerin yurtiçi ve yurtdışı görevlendirilmeleri hakkındaki yazıma başlamıştım ki, 31/03/ 2018 tarihli Sözcü Gazetesinde “Gezinti Bakanlığı” başlıklı habere rastladım. Haber; Bakan İsmet Yılmaz’ın, Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer’in yurtdışı gezileri ile ilgili soru önergesine verdiği cevaptan bahsediyordu.
Haberde; yurt dışında yapılan eğitimle ilgili çalıştay, panel, fuar, kongre, konferans, sempozyum, forum, seminer, açık öğretim sınavları, ülkeler arasında imzalanacak anlaşma ve protokoller için müzakere toplantıları, eğitim sistemimizin diğer ülkelere tanıtılması ve diğer ülkelerdeki eğitim sisteminin incelenmesi, teknolojik ve bilimsel gelişmelerin yakından takip edilmesi amacıyla Bakanlıkça personel görevlendirildiği belirtilmektedir. Sayın Bakana refakat edenler hariç yönetici düzeyde 1.037 ve yöneticileri dışında 2.587 olmak üzere yurtdışı göreve giden personel sayısının toplam 3.624, aynı dönemde Bakanlık personeli olmayanların sayısının 15 olduğu bildirilmektedir. Bu personele ödenen harcırah miktarı ise açıklanmamıştır. Milletvekili Gürer; yurtdışında geçici görevle görevlendirilen personel sayısına dikkat çekerek, 12 yılda 3.624 personelin yurtdışına çıkmış olmasını “Milli Eğitim Gezinti Bakanlığı oldu” şeklinde değerlendirmiştir.
Bu sayılar ne derece doğrudur, bilemiyorum: Görevlendirmeler daha fazla da olabilir… Biliyorsunuz; son zamanlarda istatistikler üzerinde çok fazla oynanıyor. Tabii işlerine geldiği şekilde, rakamlar bazen küçültülüyor bazen de büyütülerek kamuoyuna açıklanıyor. (TÜİK ve diğer kurumların açıklamalarını takip ediyorsunuzdur, sanıyorum.) Geçici görevlendirmelerin çok olduğu şuradan belli ki; yolluklar için bütçeye konulan ödenek, yılın bitmesine daha 3-4 ay kala “suyunu çekiyor”. Ödenek yetersizliğinden bazı toplantılar yapılamıyor ve iptal ediliyor.
Bakanlıkça çok çeşitli eğitim faaliyeti yapılmaktadır: Bu faaliyetler niye yapılır? Tabii ki, eğitim, bilim ve teknolojide ortaya konan yeni bilgi ve bulgular ile gelişmeleri katılımcılara aktarmak için… Ya da eğitimin sorunlarını görüşmek, değerlendirmek ve çözüm önerilerini almak için… Acaba öyle mi?.. Hizmetiçi eğitim kurslarının ve içeriğinin değerlendirilmesi ayrı bir konudur. Ancak, genel müdürlüklerin her yıl hazırladıkları eğitimlerin, bir önceki yıl ile benzer kurslar olduğu, keyfiyetin (nitelik) yerine kemiyetin (nicelik) öne çıktığı, sonuçlarıyla ilgilenilmediği, “kurs yapıldı mı yapıldı” anlayışı ile hareket edildiği de bir gerçektir.
Genel müdürlükler, Teşkilat Yasası’ndaki görevleri çerçevesinde faaliyet yaparlar. Genel Müdürlüklerin sitelerinde gezinin, yapılan bazı faaliyetlerin o genel müdürlüğün görev alanıyla ilgili olmadığını anlarsınız. Örneğin; geçen yıllarda bir genel müdürlüğün sitesinde “Söz Varlıklarımızın Geliştirilmesi” toplantısı yapıldığı vardı. Oysa, bu genel müdürlüğün kanundaki görevlerinde böyle bir görevleri yoktur. Ama faaliyet yapılır, kimse de sormaz. Bu görev kimin olabilir? Öncelikle Türk Dil Kurumu’nun… Bakanlıkta da olsa olsa Talim ve Terbiye Kurulu’nun görevleri arasına girebilir.
Eskiden de ihtiyaç ortaya çıktığında çeşitli kesimlerle toplantılar yapılırdı. Konuyla ilgili birim personeli toplanır, toplantının amacını, hedeflerini, beklentilerini, tahmini sonuçlarını, katılımcı sayısını değerlendirir, metni yazarlardı. Toplantının yapılma kararını ise üst yönetim verirdi. MEB merkez teşkilatında geçen 36 yıllık görevim esnasında; Bakanlıkça veya üniversitelerimizce, çeşitli illerde yapılan toplantılara katıldım. Son zamanlarda bu anlayışın değiştiğini üzülerek gözlemledim. Toplantıların keyfi olduğunu, özellikle Ankara dışında yapıldığını, sadece gezip-tozmaya, yemeye-içmeye ve yolluk almaya yöneldiğini gördüm. Sanki eğitim amaçlı değil de yöneticilerin moral - motivasyonları için yapılıyor gibiydi!.. Eğitime, çocuklarımıza ve ülkemize sağlayacağı katkı ve faydalar hiç düşünülmüyor gibiydi!..
Bir defasında, böyle bir faaliyeti hazırlamak üzere toplanan üç kişilik bir grubun konuşmalarına şahit olmuş, hem üzülmüş hem de şaşırmıştım. Önce hangi şehri ve hangi oteli görmek istediklerini konuştular, en uygun ve güzel olanını seçtiler; sonra nasıl bir toplantı yapacaklarına karar verdiler ve toplantının metnini (şimdi her şeyin adı proje oldu) yazdılar. (Tabii toplantı yeri olarak da genelde yandaş oteller tercih edilir.) Maalesef! Bakanlık personeli arasında; bu toplantılara tanıdıkların çağrılarak eş-dost ağırlandığı, en güzel ve lüks otellerde kalındığı, yenilip-içildiği, katılımcılara olmasa da yöneticiler için çevre gezileri düzenlendiği, üstüne üstlük harcırah alınarak öz bütçelerine katkı sağladıkları konuşulmaktadır. Ama ne teftiş ne bürokratlar sorgulama (!) yapamadığı için bu faaliyetlere devam edilmektedir.
Toplantı sonunda çoğunlukla rapor hazırlanmaz veya yazılmaz. Çok özel gündemle yapılan toplantıların, sonuç raporları veya kararları ilgili yerlerle paylaşılsa bile dikkate alınmaz, gereği yapılmaz. Raporlara bazı kurumlar tarafından -YÖK gibi- itibar bile edilmez.
Bu dönemin diğer bir konusu, bazı derneklerin Bakanlığa musallat olmalarıdır. Ben de sivil toplum kuruluşlarının kurucusu oldum, uzun yıllar görev yaptım, yöneticilik yaptım: Halen de bu çalışmalarım devam ediyor. Bakanlığın derneklerle ortak faaliyet yapmasına karşı değilim. Gerçekten önerilen faaliyet ülkemiz, eğitimimiz ve çocuklarımız için bir katkı sağlayacaksa yapılmalıdır. Benim karşı olduğum, derneklerin “Bakanlığı yönetir” konuma gelmeleridir. Geçmişte bu yüzden bir amirimle tartışmıştım. Yöneticilerin acizliği nedeniyle proje adı altında basit, gereksiz, uyduruk faaliyetlerin yapılmasına alet olunmaktadır.
STK’ların Bakanlığın adını kullanarak veya ortaklaşa yaptıkları faaliyetler; eğitime değil de kendi düşüncelerini ve zihniyetlerini empoze etmeye yönelik olmaktadır. Öncelikle bunun üzerinde durulmalı, proje metinleri iyi irdelenmelidir. Diğer amaçları da, bu yolla hem kendilerine hem de derneklerine çıkar sağlamak istemeleridir. Maalesef! Bir tespitimi daha belirtmek istiyorum: Bürokratlarla aynı potada olmayan, farklı düşünen veya gerçek amacı eğitim olan STK’lar, Bakanlığın yanından bile geçememektedir. (Tam bu konuyu yazarken; Konya’da bir derneğin “Deizm”le ilgili raporundan dolayı Cumhurbaşkanı Milli Eğitim Bakanını fırçalıyordu.) Bu sebeple dernekler meselesini de yazdım. Elini verirsen, kolunu da kaptırırsın. İşte bilgi, birikim, tecrübe, öngörü, geleceği tahmin budur.
Diğer yandan; eskiden harcama yetkisi müsteşar yardımcılarında veya müsteşarda olduğu için genel müdürlüklerin düzenlemek istedikleri toplantılar kontrol edilebiliyordu. Şimdi harcama yetkileri Genel Müdürlüklere verilince, istedikleri gibi toplantılar düzenleyebiliyor, istedikleri personeli görevlendirebiliyorlar. Bütçeye konulan ödenekleri harcamak için lüzumsuz toplantılar organize edebiliyorlar. Yıl sonu gelmeden mevcut ödeneği harcamak, bitirmek anlayışı ile toplantılar düzenleyebiliyorlar. Oto-kontrol ortadan kalkmış durumda… Toplantılar, eğitim için mi yapılmalı yoksa yöneticilerimizin gezmesi, yolluklarını almaları ve maaşlarını biriktirmeleri için mi?.. Bakanlıkta en çok konuşulan hususlardan birisi de budur.
Allah bereket versin! Yöneticilerimiz memnun olabilir, ama israf (savurganlık) had safhadadır. Bu ülke, “har vurup harman savuracak” kadar zengin değildir.
Hedefimiz; bütçede ayrılan ödeneği en ekonomik şekilde kullanarak, Türk Milli Eğitim sisteminde kaliteyi artırmak, dolayısıyla ülkemizin geleceği olan çocuklarımızı en iyi şekilde eğitmek olmalıdır.