Turna da nereden çıktı diyebilirsiniz! Siz hiç turna gördünüz mü? 1966-1967 yılları idi, yani çocukken köyde tarlada gezerken görmüştüm. Açık kahverengiydi, leyleğe benziyordu. Estetik olarak çok güzeldi, çok beğenmiştim.Turnalar; göçmen kuşlardan olup sürü halinde ve göç ederken V şeklinde uçarlar. Beyaz, kahverengi, gri renktedirler. Halkturnalara çeşitli adlar vermiştir. Turnaların nesilleri gitgide azalmakta, hatta bitmektedir.
Turnalar üzerine o kadar türkü ve şarkımız var ki… Şairlerimiz, ozanlarımız şiirlerinde sevgililerini genelde turnaya benzetmişlerdir. İlkokuldayken öğretmenimiz “Turnam nerden gelirsin aslı Maraş’tan, Kanadın ıslanmış yağmurdan yaştan.” diye türkü öğretmişti. Hele turna üzerine söylenmiş semah türküleri… (İrene Melikoff; Semahın,turnaların danslarının sembolik bir temsili olduğunu söylemektedir.)
Yeniçerileri anlatan epey kitap ve makale okumuşumdur.Ama son günlerde Boğaziçi Üniversitesi yayını Dr. Erdal Küçükyalçın’ın “Turna’nın Kalbi (Yeniçeri Yoldaşlığı ve Bektaşilik)” adlı kitabını okuyunca, yeniçerilerle ilgili en ayrıntılı ve bilimsel bir kitap okuduğumu fark ettim.Cümlelerim ağırlıklı olarak eser sahibine ait olmak üzere bu kitaptan yararlanarak birkaç hafta yeniçeriler konusuna değineceğim.
“İbrahim Müteferrika’nın ‘yüksekten uçan bir kuş’ olaraktasvir ettiği Osmanlı ordusunun kalbinde, yani merkezinde yer alan yeniçeriler; börklerinin önünde, alınlarının üzerindeki bir haznede turna tüyü taşırlardı. İç Asya Türk-Moğol konargöçer toplumlarında rütbe işareti olarak başlık üstünde kuş tüyü taşımak, ait olunan boyun, tüyü taşınan kuş boyuyla olan ittifakının simgesi sayılırdı. [24 Oğuz boyunun da “tamga”larıyanında kuşlardan seçtikleri ‘ongun (simge, sembol)’larıvardır.]
Yeniçeri Ocağı’nın kuruluşu aşamasında, sistemi tasarlayan Osmanlıların bu kadim gelenekten haberdar oldukları ve devam ettirdikleri anlaşılıyor. Başka bir kuş değil de Altay kavimleri tarafından kutsal kabul edilen turnanın tercih edilmesi de, yine erken dönemde Osmanlıların konargöçer kültürüyle bağlarının sıkı olduğunun bir göstergesidir.
Anadolu halk kültüründe turna simgesinin sürekli olarak yeniden üretildiği, çok sayıda türküde ve Alevi Turna Semahı’nda bu kültün izlerinin devam ettiği görülür. Konargöçer toplumların Müslümanlaşması ve yerleşik düzene geçişleriyle birlikte turna figürünün totemle ilgili, tanrısal karakterinin yerini âşıktan maşuka, dosttan dosta ve insandan Tanrı’ya mesaj taşıyan kutsal niteliklere sahip bir haberci kimliği almıştır. Üstelik Bektaşi geleneği turnanın çıkardığı sesi Hz. Ali’nin sesiyle özdeşleştirerek ona öğretisinin merkezinde yer vermiştir.
Ayrıca yüksekten uçan, sürüler halinde dolaşan, kondukları yerde, merkezinde liderin olduğu bir çember oluşturarak kümelenen turnalar, tüm bu kültürel arka planıyla yeniçeriler için eşsiz bir simge niteliği taşımaktaydı. Turna ile Ocak arasındaki bu bağ anlaşıldığında, Bektaşi yolunda yürüyen ve birbirlerine yoldaş diyen yeniçerilerin oluşturdukları Yeniçeri Yoldaşlığının, bir tür Turna Yoldaşlığı olduğu görülür.
Yeniçeri Ocağı’nın efsanevi kurucusu ve koruyucusuHacı Bektaş-ı Veli, Doğu İran’daki Horasan bölgesinden gelmiş bir erendi. Horasan XIII. yüzyılda İslâmın akademik merkezlerinden biriydi. İsmi ilginç bir şekilde “eşitlik” anlamına gelen Bektaş, Ahmet Yesevi’nin müritlerinden Lokman Perende (Uçan Lokman)’nin temsil ettiği ünlü Yesevidüşünce ekolünden yetişmiştir. Bektaşi geleneği Yesevi’yi, zaman ve mekânda özgürce dolaşabilen keramet sahibi bir kişilik ve çeşitli hayvanların görünüşlerine bürünebilen bir magus (din adamı) olarak kabul eder. Vilayetname (Hacı Bektaş-ı Veli'nin, söylencelere dayalı yaşamının anlatıldığı eser)’de yer alan ünlü bir hikâyede Horasan Erenleri turnalara dönüşerek Ahmet Yesevi’yi bir görüşme için davete giderler.Onlar henüz yoldayken Yesevi onlara katılmak üzere kendisi de bir turnaya dönüşür.
Turna simgesi yeniçerilerin yalnızca börklerinin üzerinde taşıdıkları bir rütbe işaretinden ibaret olmayıp, Ocak hayatının başka bazı yönlerinde de karşımıza çıkmaktadır. Örneğin Ocağın önemli subaylarından biri turnacıbaşı olup …devşirmeişinden, yani bir anlamda yeni turnaların toplanmasından da sorumluydu. Devşirme oğlanların seçilmesi, askere alma işlemlerinin yapılması, ulaşımı, güvenliği ve dağıtımı yeniçeri ağasının şahsi sorumluluğundaydı.
Devşirme subayı turnacıbaşı ağa, genellikle devşirme yapılacak köyleri şahsen ziyaret ederdi. Kural olarak 8 ilâ 20 yaş arasında bulunan erkek çocuklar her 40 haneden bir kişi olmak üzere toplanırdı. Eşkal defterine …yazılırdı. Oğlanlar kayıt işleminden sonra 150-200 kişilik sürüler halinde toplanır, elbiselerini çıkararak kendilerine verilen kızıl aba ve külah giyerler ve sürüler “turna katarı” şeklinde oluşturacak şekilde düzenlendikten sonra -başkente götürülmek üzere- ilk uzun mesafe yürüyüşlerine hazır hale gelirlerdi.
Her ortanın kışla mutfaklarında tuttukları bir kazanı vardır. Ocak ve kazan yeniçerinin anlam dünyasında ayrılmaz bir bütündür. Hatta kazan o kadar önemlidir ki, yeniçeriler kritik konulardaki toplantılarını onun çevresinde yaparlar.Aynı turnalar gibi yeniçeriler de hem sefer sırasında çadırlarında hem de kışlalarındaki odalarında çember oluşturarak otururlar, komutanlarını ortalarına alırlardı.
Ortalar kazanlarını savaş alanlarına götürerek çadırlarının önüne yerleştirirlerdi. Bir ortanın kazanını kaybetmesi felaketi kabul edilirdi. Bir orta için, bayrağının düşman eline geçmesinden daha kötü bir durumdu. Yeniçeriler kazanları olmadan hiçbir hücumun başlamaması gerektiğine inanırlardı.
Her bölük veya ortaya ait kazanlarının haricinde Hacı Bektaş-ı Veli tarafından Ocağa verildiğine inanılan özel bir Kazan-ı Şerif, yani kutsal kazanları vardı. İnanışlarına göre Ocak kurulurken Hacı Bektaş yeniçerilere bu kazanda çorba pişirmiş ve kendi elleriyle dağıtmıştı.
Mutfak kutsallığını oda kazanından alır ve odanın ruhani merkezi sayılır ve böyle durumlarda “meydan” adı verilirdi. “Meydan etmek” terimi cezanın süratle infaz edildiği bir mahkemenin toplanması anlamına gelirdi. (Meydan dayağı terimi buradan gelmektedir.)
Savaş sırasında ise cezalandırma özel bir infazcı birim olan “Cellatlar” tarafından yerine getirilirdi. Cellatlarordugahta kendilerine has ve “leylek çadırı” adı verilen özel bir çadırda bulunurlardı.
Bu çadıra “leylek çadırı” adı verilmesi manidardır. Bu çadıra girmeyi hak edecek bir suç işlediği düşünülen yeniçerinin, yoldaşlarının gözünde artık bir turna değil bir leylek olduğu anlaşılıyor.”
Haftaya devam…