Kazakistan’lı Prof.Dr. Dosay KENJETAY’ın “Hoca Ahmet Yesevi’nin Düşünce Sistemi” adlı (Hoca Ahmet Yesevi Ocağı Yayınları, Ankara 2003) kitabından çıkarttığım özete ve alıntılara bağlı kalarak yazımıza devam edelim.
“Bugün, bu olguyu yeniden ele alırken, meseleye Yesevilik metodolojisi açısından yaklaşmayı doğru bulmaktayız. Bu yaklaşım, konuyu bütünlük ilkesiyle kavramaktadır. Yesevi bu bütüncül kavrayışa ‘tabii sohbet (doğal uyum)’ ilke ve yöntemiyle ulaşmıştı. Eski Türk Düşüncesi ile İslam Medeniyeti arasında bir ‘tabii sohbetin’ gerçekleştirilmesi için, her iki kültürün eşit derece ve mesafede olması şarttır. Çünkü her bir kültür, insanın varoluş mekânı ve hürriyet alanıdır. Dolayısıyla, insan, kendi kültür ve hürriyet alanından kolay vazgeçemez bir varlıktır.
Eski Türk Düşünce sistemi İslam kültürüne katkı sağlayabilecek ve İslam’ın ‘manevi birlik’ zeminindeki ruhunu da fazileti ile üstünlüğünü de görebilecek, tolerans ve saygı gibi yüksek değerler ile ideleri kendinde barındıran bir âlem idi.
Korkut Ata dünya görüşünde Tanrının belirli bir mekânı söz konusudur. Tanrının mekânı sonsuz göktür. Yesevi’de ise, Tanrı zaman ve mekân kavramlarının dışında, yani ‘la mekândadır’.
Yesevi’nin, Tanrı’yı insanın ruhuna yakın bir Dost, Habib olarak nitelemesi, onun Tanrıyı insanileştirmesi değildir. Aksine, Tanrı’yı, insan doğasının özüne yaklaştırmak ve insanın Tanrı’yla hemhal olmasını kastetmiştir. Tanrı doğrudan insanı kendisi seçer ve insan Tanrının iradesine uymak mecburiyetindedir. Oysa Yesevi düşüncesinde, insanın kendine dönüşü, insanın kendi hür iradesiyle mümkün olmaktadır. Yesevi kültüründe insan, önce ahlaki değerler olarak başlar, sonra ruhani haller olarak belirir, daha sonra metafizik tasavvurlar olarak görünür.
Eski Türk Düşünce sisteminde tabiat (evren, âlem) unsurları insanın tefekkür kaynağıdır. Yesevi düşüncesine göre de âlem, tabiat, Tanrı’nın ‘Bir ve Var’ olduğunun kanıtı olmakla beraber, Allah’a Cemal ve Celal, Musavver sıfatlarının tecellisidir. İnsan, tabiata bakarak onun Yaratıcısı olan Allah’a hayranlık duymakta ve âşık olmaktadır.
Dış âlemdeki toplumsal buhranlar, gerçekte insanın iç âlemindeki karışıklıklar ve parçalanmaların dışa yansımasıdır. İnsanın iç ve dış âlemleri bir bütündür. Yesevi düşüncesine göre insan, kendi nefsine hâkim olduğunda ve iç bütünlüğüne kavuştuğunda, ruhani denge ve mutluluğu elde etmektedir.
Yesevi, iman ilkelerinin benimsenmesi ve topluma kendi ilmini kabul ettirebilmek için Eski Türk Düşünce sistemi temellerini de araçsal değer olarak kullanmaktadır. Bu araçsal değerler, eski Türk toplumunun dayandığı anlayışların, olgusal ve simgesel düşüncenin kavram ve kategorileridir.
Yesevi ilmi, insana iradesini kullanmasını, Allah’a nasıl kulluk edeceğini, mutlu olma yolunu gösteren bir ‘kendini bilme’ sanatıdır. Yesevi ilmi, insanın iç huzuruna ulaşmasıyla toplumda birlik ve beraberliği sağlamayı ve insanı bölünme ve dağılma gibi psikolojik baskılardan arıtmayı amaç edinmektedir. Yesevi’ye göre, bu derdin devası Muhabbetullah, Allah sevgisidir.
Yesevi, kendine has yol ve yöntemi, ilke ve üsluba sahip öğretisiyle, Türk İslam kültürü ve medeniyetinin oluşumu sürecinde belirleyici tarihi bir şahsiyettir. Böylece Yesevi, kendi toplumunun yeni ruhani birlik esasına dayalı İslami değerleri benimsemesi ve özde değişimi sürecinde belirleyici rol almış oldu.
İnsan, can ve bedenden teşekkül eden akıl sahibi varlıktır. Kur’an’da insanı diğer varlıklardan ayıran diğer bir husus da, Allah’ın insana kendi cevherinden bir nefha vermesinde yatmaktadır. Allah insana emanet yüklemiştir. Onu yerine getirmesi için de insana kendinden bir “nefha” üflemiştir. Bu ise, ilahi cevherdir.
İnsanın Allah’ın istediği bir şekilde gerçek kul olması için, ilk önce kendisiyle uyumlu ve barışık olması ve daha sonra da onu çevreleyen âlem ile bütünleşmesi gerekmektedir. Kur’an, insani faziletlerin iman merkezli ve rezaletlerin de küfür merkezli olduğunu göstermektedir.
İnsan, Allah’ın ‘Beni tanısın’ diye yarattığı tek varlık olduğu için, o tüm varlıkların yaratılış sebebidir. İnsan olmazsa diğer varlıklar yaratılmayacaktı. Ayrıca, insanın diğer mahlûkattan en önemli farkı, onun sorumluluk ve Allah’ın emanetini taşıyan bir varlık olmasıdır. Varlık’ın yaratılışı ile hayatının sebebi insandır.
Yesevi düşüncesinde insanın olgunluğa erişmesi için sadece teorik (şeriat) ve pratik (tarikat) bilgiyle donanmak yeterli değildir. Bunları yaşaması ve haliyle ruhunda işlemesi ve gerçekleştirilmesi şarttır. Yesevi düşüncesinde teori (kâl) ile pratik (hâl) arasında bir bütünlük sağlanırsa, ancak o zaman insanın tam manada bir olgunluğu söz konusudur.
Yesevi düşüncesinde insan âlemin ruhu, âlem ise insanın bedeni olarak anlatılmaktadır. Dolayısıyla insan ve âlem bir bütün olarak Ulu Yaratıcının aynasıdır.
Yesevi düşüncesinde de insanın esas amacı Hakk’ı tanımaktır. Tasavvuf felsefesine göre, kâmil insanlar olmasaydı âlem yaratılmayacaktı.
Burada Yesevi düşüncesinde insanın bu dünya ve ahiret hayatı öz bakımından bir bütünlük içerisinde ele alınmaktadır. İnsanın iki hayatı bir bütün hakikat olarak mütalaa edildiği için de insan ebedi bir varlık demektir. İnsanın ruhu ebedidir. İnsanın Allah ile birlikte olma imkânı onun ahlaki olgunluğuyla orantılı bir şekilde açılmaktadır. Yesevi düşüncesinde insan hayatının anlamı ar ve ahlaktır.
Yesevi düşüncesinin nihai amacı, insanın ahlaki ve manevi açıdan olgunlaşmasıdır. Yesevi düşüncesinde varlık, ontolojik açıdan, ilahi âlemlerden ve bu âlemler de ahlaki nitelikteki makamlar ve tabakalardan oluşan perdeler halinde tasavvur edilmektedir.
Ahlaki değerler, Yesevi düşüncesinin insani ilkeleri ve hikmet ilmi temelinde oluşan manevi değerlerinin toplamıdır. İnsan, ahlak ile insani zihniyete ve akla sahip olmakta ve can huzuruna, yani saadetine kavuşmaktadır.
Yesevi düşüncesinde, ahlakın olgunluğu ‘nur-ı iman’ ile sıkı bir ilişki içerisindedir. Yesevi, imanı ferdi manada kalbin derinliklerinde yaşanan hal olarak tarif ediyor. Toplum hayatında ise iman, ahlak ile toplumu barıştıran bir elçidir.”
Haftaya devam…