BİLKA: İstanbul Sözleşmesi, 6284 sayılı Kanun ve Tedip Hakkı




 

özleşmesi, 6284 sayılı Kanun ve “tedip hakkı” hakkındaki kamuoyu duyurumuzdur.








 

 

KAMUOYUNA DUYURU

 

 

Konu    : İstanbul Sözleşmesi, 6284 sayılı Kanun ve “tedip hakkı” hakkında.

 

2011 yılında İstanbul Sözleşmesiyle hayatımıza tepeden inme bir şekilde giren “toplumsal cinsiyet eşitliği” kavramınınimzalandığı günden bugüne kadar gerek kamuoyu duyurularımızla gerekse toplantı ve sunumlarımızla asıl amacının cinsiyetsiz bir toplum oluşturmak ve eşcinselliğin önünü açmak olduğunu BİLKA olarak defalarca ifade etmiştik. Kamuoyunun bilinçlenip bu kavrama ve İstanbul Sözleşmesine karşı durmasını memnuniyet verici bir gelişme olarak görmekteyiz.

 

Bu sözleşmenin ve bu kavramın havariliğini yapan mihraklar gelen tepkilere göre şekil almaktadırlar. Bu odaklar yeri gelip kavramları deforme etmekte (toplumsal cinsiyet eşitliği yerine toplumsal cinsiyet adaleti gibi), yeri gelip çok taraflı uluslararası bir sözleşmenin kavramlarına kendilerince farklı anlamlar yüklemekte ve yeri geldiğinde de tümü ile kamuoyu ile hemfikirmiş gibi açıklamalar yapmaktadırlar. Duruma göre yönünü belirleyen bu mihraklar ibretlik zikzaklar çizmektedirler. Sekiz senedir uğradığımız maddi ve manevi ağır kayıpları kimse üstlenmemekte, herkes sorumluluğu bir başkasının üzerine atmaktadır.

 

“Toplumsal cinsiyet eşitliği” temeline oturan ve bütün maddeleri bu kavram üzerine inşa edilen bu sözleşmenin bir takım maddelerine çekince koyulmasının da hiçbir anlamı ve önemi yoktur. Kaldı ki taraf devletler sadece birtakım “usuli” maddelere çekince koyabilmekte “esasa” yönelik hiçbir maddeye ise müdahale edememektedirler. Türkiye İstanbul Sözleşmesinde yer alan fesih hakkını kullanarak bu sözleşmeyi derhal feshetmeli sekiz senelik hasarı telafi edebilmek için de var gücü ile çalışmalıdır. (Madde 80 - Fesih - Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine yapacağı bir bildirimle, her hangi bir zamanda feshedilebilir. Ulaştığı tarihten itibaren 3 aylık sürenin bitimini izleyen ayın 1. gününde yürürlüğe girer)

 

Yaşanan bu süreçte gerek mevzuatı bilmeyen gerekse ihtisası bu alanda olmayan kişiler İstanbul Sözleşmesi ile ilgili görüş bildirmenin dışında kamuoyunun bu yöndeki tepkisini fırsat bilip 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanunu da aynı potaya koyup kaldırılmasını istemektedirler. Bu tür bilinçsiz talepler yapılan yanlışlara bir yenisinin daha eklenmesinden başka bir sonuç vermeyecektir. 6284 sayılı Kanun mevcut durumunu muhafaza etmeli uygulama ve uygulayıcılardan kaynaklı aksamalar giderilmelidir.

 

İçinde bulunduğumuz sürecin hassasiyeti ve nezaketi sebebiyle bir kısım hususları açıklama zarureti bulunmaktadır:

 

KADINLARA YÖNELİK ŞİDDET VE AİLE İÇİ ŞİDDETİN ÖNLENMESİ VE BUNLARLA MÜCADELEYE İLİŞKİN AVRUPA KONSEYİ SÖZLEŞMESİ- İSTANBUL SÖZLEŞMESİ (COUNCİL OF EUROPE CONVENTİON ON PREVENTİNG AND COMBATİNG VİOLENCE AGAİNST WOMEN AND DOMESTİC VİOLENCE)

 

 GENEL BAKIŞ

 

Sözleşme 11 Mayıs 2011’de İstanbul’da imzalanmış, 14 Mart 2012’de onaylanmış ve 01 Ağustos 2014’de yürürlüğe girmiştir.

(6251 sayılı Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun ise 24.11.2011’de kabul edilmiş, 28.11.2011’de Cumhurbaşkanınca onaylamış ve 29.11.2011’de yürürlüğe girmiştir.)

 

Türkiye olarak hazırlanması ve sonuçlandırılmasında öncü rolümüz olan mezkûr sözleşme toplumsal cinsiyet eşitliği temelli ev içerisindeki şiddetin ve kadına yönelik şiddetin önlenmesi ve bunlarla mücadeleye ilişkin standartlar getiren ve Avrupa ülkelerini hukuki olarak bağlayan ilk belgedir.

Türkiye Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi Dönem Başkanlığı sırasında imzaya açılmış ve tarafımızca da imzalanmıştır. TBMM Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu ve Dış İşleri Komisyonunda oybirliği ile kabul edilmiştir. Türkiye sözleşmeye hiçbir çekince koymamıştır.

Hırvatistan gibi %90’ı Katolik olan ülkeler bile sözleşme böyle bir hak vermemesine rağmen sözleşmenin esasına yönelik çekinceler koymuşlardır.

Kadın-erkek hukuki ve fiili eşitliği gerçekleştirme görüntüsü altında cinsiyetsiz bir toplum inşası hedeflenmektedir.

İngilizce ve Fransızca metinler hazırlanmış olup Türkiye’de imzalanmış olmasına rağmen Türkçe metin bulunmamaktadır.

 

Aile içi şiddet (24 yerde geçmektedir) (*Türkçe metinde “aile içi şiddet” tabiri kullanılırken İngilizce metinde ise “aile içi şiddet” tabiri ile ilgisi olmayan “domestic violence” tabiri kullanılmaktadır. Yine İngilizce metinde “family” tabiri 4 yerde geçmektedir)

Türkçe metinde:

Ev içi şiddet (yok)

Toplumsal cinsiyet (24 yerde geçiyor)

Toplumsal cinsiyete dayalı şiddet (7 yerde geçiyor)

Cinsel yönelim (1 yerde geçiyor)

Cinsel tercih (yok)

Cinsiyet kimliği (İngilizce metinde 1 yerde var, Türkçe metinde yok)

Partner (yok)

Eş veya birlikte yaşanan birey (2 yerde geçiyor)

Medeni hal (1 yerde geçiyor)

 

SÖZLEŞMEDEN KAYNAKLI BAZI İCRAATLAR

 

Madde 10 uyarınca; ŞÖNİM (Şiddet Önleme ve İzleme Merkezleri) kuruldu.

Madde 24 uyarınca; Alo 183 hattı 7/24 hizmet vermeye başladı. Aile, kadın, çocuk, engelli, şehit yakınları ve gazilere yönelik hizmetler hakkında bilgilendirme ve yönlendirme yapılan bu hat sözleşmeden çok daha öncede hizmet veriyordu ancak 7/24 çalışmıyordu.

Madde 56/i uyarınca; Şiddet mağdurlarının mahkeme ortamında olmadan ifadelerinin alınabilmesi için “adli görüşme odaları” kuruldu. İlki 03 Nisan 2017’de açıldı.

 

 

BELLİ BAŞLI OLUMSUZ YÖNLERİ

 

İsminin yanlış tercümesi ve bu sebeple oluşan bakış açısı

“Domestic violence” “aile içi şiddet” olarak tercüme edilmiş ve bu şekilde adlandırılmıştır. Bu ciddi sorunlara yol açmaktadır. Çünkü korunan herkesi (LGBT ilişkileri de dâhil) aile kavramı içerisine alıyormuş görüntüsü vermektedir. Birçok yerde özellikle feminist oluşumların sitelerinde de görüldüğü üzere sözleşmenin isminde “aile içi şiddet” değil “ev içi şiddet” tabiri geçmektedir. “Kişilerin korunması” adı altında “eşcinsel ilişkilerin” manidar bir çeviri dili ile “aile” kavramı içerisine sokulması doğru değildir.

(Madde 4/3 : Taraflar bu Sözleşme hükümlerinin, özellikle de mağdurların haklarını korumaya yönelik tedbirlerin, cinsiyet, toplumsal cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasi veya başka tür görüş, ulusal veya sosyal köken, bir ulusal azınlıkla bağlantılı olma, mülk, doğum, cinsel yönelim, toplumsal cinsiyet kimliği, sağlık durumu, engellilik, medeni hal, göçmen veya mülteci statüsü veya başka bir statü gibi, herhangi bir temele dayalı olarak ayrımcılık yapılmaksızın uygulanmasını temin edeceklerdir.)

 

Bizatihi Sözleşmenin temeli yanlıştır

Kadına yönelik şiddetin sebebini toplumsal cinsiyet eşitliğinin olmamasına bağlamaktadır. Bu sebeple cinsiyetsiz bir toplum hedeflenmekte, cinsiyet rolleri reddedilmektedir. Kadına yönelik şiddetin sebebi cinsiyet rollerinde görüldüğü için kadına yönelik şiddeti önlemenin yolunu da kadın ve erkek rollerinden sıyrılmakta bulmaktadır. Sözleşmenin temel fikri budur.

 

Cinsiyet rollerin dayalı töre, gelenek ve diğer uygulamaların kökünü kazıma yükümlülüğü getirmesi

(Md. 12/1 - Taraflar kadınların daha aşağı düzeyde olduğu düşüncesine veya kadınların ve erkeklerin toplumsal olarak klişeleşmiş rollerine dayalı ön yargıların, törelerin, geleneklerin ve diğer uygulamaların kökünün kazınması amacıyla kadınların ve erkeklerin sosyal ve kültürel davranış kalıplarının değiştirilmesine yardımcı olacak tedbirleri alacaklardır.)

Kulağa hoş gelen bu tür söylemler sözleşmeye hâkim olan temel zihniyet ile birlikte değerlendirildiğinde asıl amacın topluma sezdirmeden bizi biz yapan değerlerin kaynakları ile birlikte köklerinin kazınması olduğu anlaşılmaktadır.

 

Kültür, töre, din, gelenek, sözde “namus”un şiddet eylemine gerekçe olarak kullanıldıklarını ifade etmesi

İslam dini barış dinidir, dinimiz şiddetin kaynaklarından biri olarak görülemez.

Törelerimiz de Türk toplumunun esaslı unsurlarından birisidir. Hatta şu anda dahi hukukumuzun kaynaklarından birisidir. (Türk Medeni Kanunu Madde 1/2 - Kanunda uygulanabilir bir hüküm yoksa hâkim, örf ve âdet hukukuna göre, bu da yoksa kendisi kanun koyucu olsaydı nasıl bir kural koyacak idiyse ona göre karar verir.)

(Madde 12/5 - Taraflar kültür, töre, din, gelenek veya sözde “namus” gibi kavramların bu Sözleşme kapsamındaki herhangi bir şiddet eylemine gerekçe olarak kullanılmamasını temin edeceklerdir.)

Sözleşmenin cinsiyet rollerini tümüyle reddettiği, cinsiyetsiz bir toplum yapısı öngördüğü göz önüne alındığında, şiddeti önleme kılıfı altında, şiddetle alakası olmayan ancak cinsiyetlere roller yükleyen ögelere tümüyle karşı çıkılması sonucunu doğuracak bir maddedir. Ayrıca namus vurgusu yapılarak ahlaka karşı bir duruş da sergilenmektedir.  

 

Toplumsal cinsiyet eşitliği eğitimleri, kampanyaları, programları… için sekiz senedir büyük meblağların harcanması

(Madde 8 - Finans - Taraflar, devlet dışı aktörler ve sivil toplum tarafından gerçekleştirilenler de dâhil olmak üzere, bu Sözleşmenin kapsadığı her türlü şiddet eylemini önlemeye ve bunlarla mücadeleye yönelik bütüncül politikaların, tedbirlerin ve programların yeterli bir biçimde uygulanması için uygun finansal kaynakları ve insan kaynaklarını tahsis edeceklerdir.)

 

162 pilot okulda uygulamaya geçirilmek istenen ETCEP (Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin Geliştirilmesi Projesi) gibi projelerin temelinin bu sözleşmeye dayanması

Süreç içerisinde toplumsal cinsiyet eşitliği kavramı zihinlere öylesine zerk edildi ki bir kısım anaokullarında dahi kız ve erkek çocukların ortak kullandığı cinsiyetsiz (unisex) tuvaletler açıldı. İşin aslını bilmeyen beyin yıkama sürecinin mağduru bir kısım veliler bu durumdan mutluluk duydular.

(Madde 14 - Eğitim - 1- Taraflar, yerine göre, tüm eğitim seviyelerinde resmi müfredata, kadın erkek eşitliği, toplumsal klişelerden arındırılmış toplumsal cinsiyet rolleri, karşılıklı saygı, kişisel ilişkilerde çatışmaların şiddete başvurmadan çözüme kavuşturulması, kadınlara karşı toplumsal cinsiyete dayalı şiddet ve kişilik bütünlüğüne saygı gibi konuların, öğrencilerin zaman içinde değişen öğrenme kapasitelerine uyarlanmış bir biçimde dâhil edilmesi için gerekli tedbirleri alacaklardır.

2- Taraflar 1. fıkrada belirtilen ilkeleri yaygın eğitimin yanı sıra, spor, kültür ve eğlence tesislerinde ve medyada yaygınlaştırılmasına yönelik gerekli tedbirleri alacaklardır.)

 

Daha önceden de var olan evlilik içi tecavüzün cezasının arttırılması

2004 yılında Türk Ceza Kanununa 7 yıldan 12 yıla kadar hapis cezası öngören evlilik içi tecavüz suçu eklenmişti. 2014yılında bu ceza 12 yıldan az olmamak üzere hapis cezası diye değiştirilerek üst sınır açık bırakılmıştır.

(Madde 36 - Irza geçme de dâhil olmak üzere cinsel şiddet eylemleri

Taraflar 1. fıkrada yer alan hükümlerin aynı zamanda iç hukukta kabul edilmiş olan, eski veya mevcut eşlere veya birlikte yaşayan bireylere karşı gerçekleştirilmiş eylemler için de geçerli olmasının temin edilmesi için gerekli yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır.)

 

Türkçe çevirisinde namus kelimesinin defalarca tırnak içine alınarak vurgulanması

42. maddede 12/5 maddesinde olduğu gibi “kültür, töre, din, gelenek veya sözde “namus”un gerekçe olarak öne sürülmesinin önlenmesi” derken namus kelimesi tırnak içinde vurgulanmaktadır.

Ayrıca madde başlığında da aynı tutumu görmekteyiz. Madde başlığı: “Sözde “namus” adına işlenen suçlar da dâhil olmak üzere, işlenen suçlar için gerekçelerin kabul edilmemesi”

İngilizce metinde “namus” olarak tercüme edilen “honour” kelimesidir. Bu kelimenin yaygın kullanımı ise “şeref, onur” manasındadır. Bu kelime namus kelimesinden çok daha farklı ve geniş bir içeriğe sahiptir. İngilizcede namus kelimesi için ise “honor” kullanılmaktadır. Bizde ahlaki yozlaşmaya zemin hazırlamak üzere “namus” kavramı üzerine özellikle gidilmektedir.

(Madde 42/1 - 1 Taraflar bu Sözleşme kapsamında kalan şiddet eylemlerinin gerçekleştirilmesinden sonra başlatılan ceza davalarında kültür, töre, din, gelenek veya sözde “namus”un gerekçe olarak öne sürülmesinin önlenmesini temin etmek üzere, gerekli yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır.)

 

Sözleşmenin temelinin toplumsal cinsiyet olduğunun şüpheye yer vermeyecek şekilde dile getirilmesi

Madde 49’da “Toplumsal cinsiyet temelli bir şiddet eylemi anlayışı”ndan bahsedilmektedir.

 

Toplumsal cinsiyete dayalı iltica talebinin getirilmesi

Madde 60’da düzenlenen bu iltica talebi ile eşcinseller de dâhil olmak üzere ev içi şiddet mağduru herkesin iltica talebi taraf devletlerce kabul edilecektir.

 

ARABULUCULUK ve UZLAŞMA UYGULANMIYOR ELEŞTİRİSİNE CEVAP

 

İç hukukumuzda arabuluculuk ve uzlaşma aile içi şiddet içeren durumlarda uygulanmamaktadır. (Arabuluculuk K. md. 1/2 - “… aile içi şiddet iddiasını içeren uyuşmazlıklar arabuluculuğa elverişli değildir.)

Sözleşmede de buna paralel bir madde bulunmaktadır.

(Madde 48 - Taraflar bu Sözleşme kapsamında yer alan her türlü şiddet olayıyla ilgili olarak, arabuluculuk ve uzlaştırma da dâhil olmak üzere, zorunlu anlaşmazlık giderme alternatif süreçlerini yasaklamak üzere gerekli yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır.)

 

Arabuluculuk, uzlaşma gibi uygulamaları aile içi şiddeti içeren durumlarda uygulamak mümkün ve doğru değildir.

Anlaşmalı boşanmada taraflar zaten anlaşmışlardır ve protokol imzalayarak boşanmaktadırlar. Dolayısıyla burada asıl konu çekişmeli boşanma davalarıdır. Çekişmeli boşanma davalarında şiddet türlerinin birine mutlaka rastlanmaktadır. Aksi takdirde taraflar boşanmaz veya bir sebeple boşanıyor olsalar bile anlaşarak boşanırlardı.

 

Kaldı ki -özellikle bayanlar olmak üzere- boşanmak zorunda kalan tarafların ilk aşamada bütün haklarından vazgeçerek hiçbir talepte bulunmamaları “boşanayım yeter, hiçbir şey istemiyorum” psikolojisinde olmaları bu durumun arabuluculuğa uygun olmadığını göstermektedir.

 

Toplumda yanlış bir algı söz konusudur. Şu anki hukuk düzenlerinde var olan arabuluculuk İslam fıkhında yer alan eşlerin anlaşmazlığı durumunda araya girip onlar arasında sulhu sağlayan uygulama gibi değildir. (Nisâ Suresi 35. Ayet-i Kerime "Eğer karı-koca arasının açılmasından endişeye düşerseniz, bir hakem, erkeğin ailesinden ve bir hakem de kadının ailesinden kendilerine gönderin. Bu mutavassıt hakemler gerçekten barıştırmak isterlerse, Allah, karı-koca arasındaki dargınlık yerine geçim verir. Şüphesiz ki Allah hakkıyla bilendir, her şeyin aslından haberdardır.")

 

Arabuluculuk aile büyüklerinin yaptığı gibi arayı bulup bir araya getirme değil, süreci şekillendirme, müzakere sürecini yönetmedir. Zaten hiç tanımadığı atanmış arabulucuların huzurunda, daha önce hiç gitmediği bir yerde ve belki de çok müsait olmayan fiziki koşullarda böylesine hassas ve duygusal bir süreçteki insanların barışmasını sağlamaya çalışmak belki de var olan şiddetin artması yönünde olumsuz sonuçlara da sebep olabilir.

 

Bu hususta yapılması gereken şu anki arabuluculuk ve uzlaştırma müesseselerinin dışında eşleri barıştırma amacına yönelik başka bir oluşumun tesis edilmesidir.

 

6284 SAYILI AİLENİN KORUNMASI VE KADINA KARŞI ŞİDDETİN ÖNLENMESİ KANUNU

 

Ev içi şiddet (1 yerde geçiyor)

Aile içi şiddet (yok)

Eş veya diğer aile bireyleri (yok)

Eş veya birlikte yaşanan birey (yok)

Partner (yok)

Cinsel yönelim (yok)

Cinsel tercih (yok)

Cinsiyet kimliği (yok)

Toplumsal cinsiyet (yok)

 

4320 s.lı KANUNA GÖRE BELLİ BAŞLI OLUMLU YÖNLERİ

 

 

İçeriğinde “aile içi şiddet” tabiri değil “ev içi şiddet” tabiri kullanıldı

Aile ile şiddeti bir araya getirmemesi olumlu olmakla birlikte, “ev içi şiddet” yerine “hane içi şiddet” denilmesi daha uygun ve doğru olurdu.

 

Korunan kişilerin kapsamı genişletildi

Boşanan kadın da dâhil olmak üzere ısrarlı takip mağduru olan herkesi koruma altına aldı.

4320 s.lı Kanunun kapsamı sınırlıydı sadece aile içi şiddete maruz kalan eş veya diğer aile bireylerini kapsıyordu. Koruma kararı kusurlu eş veya diğer aile bireyleri hakkında veriliyordu.

 

(Madde 1 – (1) Bu Kanunun amacı; şiddete uğrayan veya şiddete uğrama tehlikesi bulunan kadınların, çocukların, aile bireylerinin ve tek taraflı ısrarlı takip mağduru olan kişilerin korunması ve bu kişilere yönelik şiddetin önlenmesi amacıyla alınacak tedbirlere ilişkin usul ve esasları düzenlemektir.)

 

Şiddetin kapsamı ortaya konuldu, belirsizlikten kurtuldu

(Madde 2/b - Ev içi şiddet: Şiddet mağduru ve şiddet uygulayanla aynı haneyi paylaşmasa da aile veya hanede ya da aile mensubu sayılan diğer kişiler arasında meydana gelen her türlü fiziksel, cinsel, psikolojik ve ekonomik şiddeti,”)

 

Tedbirlerin kapsamı genişletildi

Sadece şiddet uygulayana yönelik önleyici tedbirlerden ibaret olmayıp şiddet mağdurlarına yönelik koruyucu tedbirler de bulunmaktadır.

 

Hâkim dışında belirli durumlarda mülki amire ve kolluk amirine de yetkiler verildi

Mülki amir - koruyucu tedbirlere,

Hâkim -  koruyucu tedbir ve önleyici tedbirlere,

Kolluk amiri - mülki amirin verebildiği bir kısım koruyucu tedbirler ve hâkimin verebildiği bir kısım önleyici tedbirlere sonradan onaylatmak şartı ile karar verebilmektedir.

 

Önleyici tedbirler artırıldı ve daha ayrıntılı olarak düzenlendi

 

Kişisel eşya ve belgelerinin teslimi ile ilgili hüküm konuldu

 

İtiraz hakkı getirildi

(Madde 9/1 – Bu Kanun hükümlerine göre verilen kararlara karşı tefhim veya tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde ilgililer tarafından aile mahkemesine itiraz edilebilir.)

 

Zorlama (tazyik) hapsi getirildi

4320 s.lı Kanuna göre cezanın niteliği değiştiği gibi süresi de bölünmüş oldu.

Tedbir kararlarına aykırılık durumunda 3 günden 10 güne kadar zorlama hapsine ve her tekrarında 15 günden 30 güne kadar zorlama hapsine karar verileceği hükmü getirildi.

Zorlama hapislerinin toplam süresi 6 ayı geçememektedir.

Zorlama hapsi tazyik hapsidir, suç teşkil etmez, sabıkaya ve sicile (polisteki) girmez, tekerrüre esas olmaz.

4320 s.lı Kanunda ise süre 3 aydan 6 aya kadar hapis cezası idi ve suç teşkil ediyordu. Dolayısıyla sabıkaya ve sicile giriyor, tekerrüre esas oluyordu.

 

ŞÖNİM (Şiddet Önleme ve İzleme Merkezleri) kuruldu

 

BELLİ BAŞLI ELEŞTİRİLERE CEVAPLAR

 

6284 s.lı Kanun ile evden uzaklaştırmalar oldu bu sebeple bu Kanundan sonra aileler daha kötü duruma geldi eleştirisi

Evden uzaklaştırma kararları 1998 tarihli 4320 s. Kanundan itibaren verilmektedir. 6284 s,lı Kanunun 13 sene öncesinden beri bu kararlar zaten veriliyordu. 4320 s.lı Kanun tek sayfalık bir kanundu ve geliştirilmeye muhtaçtı. Bu kanunun yerine geldiği gerek mülga 4320 s.lı Kanunundaki bilgi notunu içeren cümleden (8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Kanunun 23 üncü maddesiyle yürürlükten kaldırılan 4320 sayılı Kanunun tam metni) gerekse 6284 s.lı Kanunun 23. maddesinden bellidir.

(Yürürlükten kaldırılan hükümler ve atıflar Madde 23 – (1) 14/1/1998 tarihli ve 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun yürürlükten kaldırılmıştır.

(2) Mevzuatta 4320 sayılı Kanuna yapılan atıflar bu Kanuna yapılmış sayılır.

(3) Bu Kanunun yürürlüğe girmesinden önce 4320 sayılı Kanun hükümlerine göre verilen kararların uygulanmasına devam olunur.)

 

Süresi ile ilgili eleştiriler

Kanun evden uzaklaştırma tedbiri ile ilgili olarak “İlk defasında en çok 6 ay uzaklaştırılır” demektedir. Kimi hâkim 10 gün verip süreyi talep doğrultusunda uzatmakta, kimi ise baştan 6 ay vermektedir. Süreyi durumun gereklerine, ihtiyaca göre belirlemek mümkündür, böyle bir imkân vardır.

 

Aileyi korumadığı ile ilgili eleştiriler

Kanunun içeriğini isminde geçen “Ailenin Korunması” ibaresi tam olarak anlatamamaktadır. Burada ailenin her yönüyle korunması değil şiddetten korunması söz konusudur. Zaten bir kanunla aile tümüyle korunamaz.

Ayrıca yıllardır “aile” ya da “ev” kelimelerinin şiddet ile bir araya getirilmemesi, bu hususta “aile içi şiddet” veya “ev içi şiddet” yerine “hane içi şiddet” tabirinin kullanılmasının daha doğru olduğunu BİLKA olarak dile getirmekte ve bu kavramı kullanmaktayız. Artık bu tabir benimsenmiş ve kullanılmaya da başlanmıştır. Hukuki düzenlemelerde ve doktrinde de kullanılmasında büyük faydalar bulunmaktadır.

 

Aile dışındakilere uygulanması ile ilgili eleştiriler

“Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun” isminde “Aile” geçtiği için ısrarlı takip durumunda evlilik dışı yaşayanlara ve eşcinsellere de uygulanması durumunda sanki bunlar “aile” kavramı içine alınıyormuş fikrini uyandırmaktadır. Hâlbuki Kanun Madde 1/1’de “… ve tek taraflı ısrarlı takip mağduru olan kişilerin…” diyerek aile bireyleri dışında bu kişileri ayrıca ifade etmektedir.

 

Evden uzaklaştırıldığı için kocanın karısına daha fazla şiddet uyguladığı ile ilgili eleştiriler

Hiçbir istatistiki veri olmamasına rağmen sadece medya haberlerine bakarak dikkatler evden uzaklaştırıldığı için eşine saldıran istisnai olaylara çekilmekte, uzaklaştırıldığı için eşine saldıramayan büyük çoğunluk görmezden gelinmektedir.

 

Tutum tabiri ile ilgili eleştiriler

Hukukta icrai ve ihmali davranışlar vardır. Kanunda geçen “tutum” tabiri ihmali davranışları da kapsar ve daha iyi ifade eder.

 

Uygun görülecek benzer tedbirler ifadesi ile ilgili eleştiriler

Kanunda geçen “uygun görülecek benzer tedbirler” tabiri ile olayın ve günün şartları değişebileceği için hâkime takdiri bir alan bırakılmıştır. Hukukumuzda hâkime takdir yetkisi veren birçok husus vardır ve gereklidir.

 

Delil aranmadığı ile ilgili eleştiriler

Madde 8/3’e göre; Mağdurla ilgili olan koruyucu tedbirde delil veya belge aranmaz. Şiddet uygulayan ile ilgili olan önleyici tedbirde böyle bir hüküm yoktur. Mağdurun beyanı da bir delil olarak kabul edilmektedir. Ayrıca şiddet suçları kapalı yer suçları olduğu için şahit gibi delillere ulaşma veya hemen ulaşma gibi zorlukların bulunduğu da unutulmamalıdır.

Kaldı ki 6284 s.lı K. tabiri caiz ise ilk yardım niteliğinde bir kanundur, karar verilen tedbirlere karşı itiraz hakkı bulunmaktadır. Eskiden acile gelen hastalara kimlik sorulur ibraz ederse tedavisi yapılır edemezse tedavisi yapılmadan geri gönderilirdi, sonradan isabetli bir kararla bu uygulama kaldırıldı. Bu Kanunun da bu bakış açısıyla değerlendirilmesi daha isabetli olacaktır.

 

İstanbul Sözleşmesinin de esas alınacağı ile ilgili Madde 1/2-a ile ilgili eleştiriler

(Madde 1/2-a “Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler, özellikle Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi ve yürürlükteki diğer kanuni düzenlemeler esas alınır.”)

Maddede Anayasa, uluslararası sözleşmeler, …Avrupa Konseyi Sözleşmesi demese bile zaten hiçbir kanun bu kaynaklara aykırı olamaz. Bu kaynaklar üstün norm olarak kabul edilirler.

(T.C. Anayasası Madde 90/son - Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.)

 

BİR KISIM ERKEKLERİN YANLIŞ DAVRANIŞLARI

 

 

- Bir kısım erkekler eleştirdikleri erkek düşmanlığı gibi kendileri de mizojini (kadın düşmanlığı) yapmaya başlamışlardır.

 

- Kendi lehlerine konuşan bir kısım şöhret meraklılarını muhakeme bozuklukları ve cehaletlerine rağmen öne itmeye başlamışlardır. Bu tür konuşmalar kamuoyunu yanlış bilgilendirdiği gibi bu yanlışlık üzerinden bir çatışma ortamına da sebebiyet vermektedir.

 

- Kadınları yükümlülük altına sokan (kadının nafaka vermesi, aile giderlerine katılması gibi) hükümlere karşı çıkmamaktadırlar. Bu da onların gerçekten samimi ve adil olmadıklarını göstermektedir.

 

- Aleyhlerine gördükleri hususlarda dini inançla bağdaşmadığını ileri sürerlerken nefislerine hoş gelenleri görmezden gelmektedirler. Bu bağlamda; zina tekrar suç olsun, dini şartları taşımayan ikinci evlilikler yasaklansın, reşit olmayanla cinsel ilişki şikâyete bağlı olmaktan çıkarılsın re’sen kovuşturulsun… denilmemektedir.

 

 

6284 S.lı K. İLE İLGİLİ YAPILMASI GEREKENLERİN GENEL ÇERÇEVESİ

 

- 6284 s.lı Kanunun uygulamadan ve uygulayıcılardan kaynaklı aksamaları giderilmelidir.

- Hâkimlerin üzerindeki medyatik ve siyasi baskı giderilmelidir.

- Bakanlıkların davalara müdahil olarak katılma hakkı gözden geçirilmelidir. Özellikle ceza davalarında gerçekte kamu avukatı olan savcı zaten kamuyu temsil etmekte ve Bakanlıktan emir alabilmektedir. Dolayısıyla gerekli müdahaleler ve talepler savcı vasıtasıyla yapılabilmektedir.

- “Ailenin Korunması” çok geniş bir ifade olduğundan farklı beklentilere sebep olmaktadır, bu sebeple ismi değiştirilmelidir.

- “Ev içi şiddet” yerine “hane içi şiddet” tabiri kullanılmalıdır.

- Aile bireylerinin kapsamı yargı içtihatlarıyla da olsa toplumu rahatsız etmeyecek şekilde açıkça ortaya konulmalıdır.

- Tedbir süreleri durumun gereklerine göre tespit edilmelidir.

- Tedbir kararlarına itirazlar daha objektif bir biçimde incelenmelidir.

- Fertler kendini şiddet eğiliminden uzak tutmak için geliştirmeli ve eğitmelidir.

- Devlet bu gelişim ve eğitim için gerekenleri yapmalıdır. (Aile danışmanlığı geliştirilmeli sorunlar boşanma aşamasına gelmeden çözülmelidir. / Evlenecek kişiler daha bilinçli hale getirilmeli, evlenmeden boşanmayı düşünür olmaktan çıkarılmalıdır. / Dini eğitimlerin içeriği yeniden düzenlenmeli, yanlışlar ortadan kaldırılmalı ve eksikler giderilmeli, ahlaki yükselme sağlanmalıdır.)

- Medya sıkı bir denetim altında olmalı, caydırıcı yaptırımlar getirilmeli ve getirilen yaptırımlar uygulanmalıdır.

 

DİKKATTEN KAÇAN ÖNEMLİ BİR KONU TEDİP HAKKI

 

 

Bütüncül bir yaklaşımla tüm mevzuata bakıldığında gerek evde anne babanın gerekse okulda öğretmenlerin çocukların terbiyesi için gerekli olan tedip (uslandırma, yola getirme, terbiye etme) hakkının maalesef zayıflatıldığı görülmektedir.

 

1926 tarihli eski Türk Medeni Kanununda “Velayetin Şümulü” Babında yer alan “Tedip Hakkı” başlıklı Madde 267’ye göre “Ana baba, çocuklarını tedip hakkına maliktir.” hükmü yer almaktaydı.

2001 tarihli yeni TMK’da ise tedip hakkı yer almamaktadır.

 

Ayrıca eski halinde “Mesleki Terbiye” ve “Dini Terbiye” başlığı ile düzenlenen maddelerin başlığı değiştirilmiş “Eğitim” ve “Dini Eğitim” halini almıştır.

Yeni düzenlemede, şu anki TMK’nın “Velayet” bölümü de dâhil olmak üzere hiçbir yerinde terbiye kelimesi geçmemektedir.

 

Dolayısıyla açık hukuki bir düzenleme ile belirtilmeyen bu hakkın varlığı doktrinde de sorgulanmakta zımnen var olduğunu iddia edenler de bulunmaktadır.

 

Ülkemizde artık terlik bile silah sayılmakta, evde yatakta bir erkekle beraber yakaladığı fuhuş yapan kızına tokat atan babaya ceza verilmektedir.

Aile yapımızın ve okul disiplininin bozulmasının, ebeveyn ve çocuk ile öğretmen ve öğrenci arasındaki ilişkinin dejenere olmasının sebeplerinden birisi de tedip hakkının yokluğudur. Bu sebeple acilen; Medeni Kanun yönünden tedip ve terbiye hakkının açıkça dile getirilmesi, Ceza Kanunu ve hane içi şiddet yönünden de bu hakkın sınırlarının belirlenmesi gerekmektedir.

 

SONUÇ OLARAK:

 

 

- İstanbul Sözleşmesi derhal feshedilerek, sekiz senelik tahribatın giderilmesi için acil tedbirlerin alınması,

 

- İstanbul Sözleşmesi ile metninde bir kere bile “toplumsal cinsiyet” ibaresi geçmeyen ve 1998 senesinde çıkarılan 4320 sayılı Kanunun genişletilmiş hali olan 6284 sayılı Kanun’un birbirine karıştırılmaması,

 

- 6284 sayılı Kanun ile ilgili uygulama ve uygulayıcılardan kaynaklı sorunların tespiti ve giderilmesi için gerekli çalışmaların yapılması,

 

- Hane içindeki düzenin, disiplinin sağlanması, aile yapımızın korunması, çocuklarımızın eğitiminin ve terbiyesinin tam olarak verilebilmesi için elzem olan tedip hakkının sınırları da açıkça belirlenerek hukuk düzenimizde tekrar yer alması gerekmektedir.

 

Bu bağlamda başta Meclisimiz olmak üzere tüm yetkili makamların gereken adımları acilen atmalarını beklemekteyiz.

 

Kamuoyuna saygıyla duyururuz.

 

26.08.2019

 

BİLKA (Bilge Kadın Araştırma Merkezi)