NEVRUZ - YENİ GÜN TÜRK'ÜN ULU BAYRAMIDIR

              Azerbaycan Bakü Devlet Üniversitesi Öğretim Üyesi  Doçent Dr. Qemer Mürşüdlü nevruzu yazdı

             

                  Her geçen gün bizi Türkün ezeli bayramına - yüzyıllardır Nevruz adını taşıyan Yeni gün, İlkyaz bayramına daha da yaklaştırır. Nevruz ulu atalarımızın eski ve daha çok tarım, ürün bolluğu itikatları ile ilgili bayramlarındandır. Bu bayram içeriği, hayatiyeti, kapsamlığı, zengin gelenek ve törenleri, oyunları ile asırlar boyunca halkın hafızasında derin iz bırakmıştır. Bugün Nevruz gelenekleri hangi düzeyde icra olunur? Bu bayramın tarihi hakkında hangi bilgiye sahibiz? Ilginç sorulardır ve onları cevaplandırmak da kolay değildir. Çünkü ayrı ayrı bölgelerde yaşayan halklar bu bayramla ilgili farklı gelenekler, törenler yaratmışlar ve zaman zaman onlar da değişikliğe uğramıştır; hatta Azerbaycan'ın bölgelerinde Nevruz'un adetleri özellikleriyle farklıdır. Dolayısıyla, tarihin derinliklerinden geçip gelmiş Yeni gün - Nevruz Bayramı birim sisteme sahip değildir ve her bölgenin özelliklerini yaşatan halk töreni, örf-geleneğidir. Elbette, küçük bir yazıda Nevruz  geleneklerinin, törenlerinin kökeni, tarihi ve evrimi hakkında tam bilgi vermek mümükünsüzdür. Bu alandaki araştırmalarda hayli çelişkili ve tartışmalı önermelerin olması da bitkin fikir yürütmeye izin vermez. Bu nedenle yazımızda  Azerbaycan'da düzenlenen Nevruz şenliklerinin kısa tarihini hatırlatmakla ve bazı makamlarına odaklanmakla yetineceğiz.

               

             Nevruz - Yeni gün insan-doğa ilişkisini, insanın tabiatı anlamak, doğal olaylardan dolayı karşısına çıkan zorlukları aşmak yolundaki girişimlerini temsil eder. Ve neredeyse, sadece Türkler ve Doğu halkları değil, Kuzey yarımkürede yaşayan çağdaş ulusların çoğunun ulu ataları da yaz mevsiminin gelmesini doğanın canlanması ile izah etmiş, bu münasebetle şenlikler geçirmiş, astronomik yazın başlandığı gece gündüz eşitliği gününü yeni yılın başlangıcı olarak bayram etmişlerdir. Fakat zaman geçtikçe bazı ulusların hayatında bu bayram başka bayramlarla yenilenmiş, bazı halklar - özellikle de Türk halkları arasında ise ta eskiden milli gelenek gibi şekillenmiştir.

   

                 Araştırmalar doğruluyor ki, astronomik yazın başlandığı gece gündüz eşitliği gününde (Martın 20-si, 21-i veya 22-sinde) yeni yılın kutlanması tarihi MÖ III binyıla kadar uzanır. Ve ilk kez eski Mezopotamya'da mart ayında doğanın uyanması ilin değişmesi bayramı olarak kaydedilmiştir. Daha sonra bu bayram Babilistan ve Mısır'a, hem de dünyanın birçok bölgelerine yayılmıştır. Türk kültüründe de bu bayramın yaklaşık aynı dönemden mevcut olduğu ihtimali kabul edilir. Bu ihtimal her şeyden önce eski Türklerde yüksek hayvancılık, tarım ve avcılık kültürünün olması ile ilgilidir.

   

               Eski Türk toplulukları için yazın gelişi çok ciddi hayati önem taşıyordu. Esasen avcılık, hayvancılık ve tarımla uğraşan Türkler her zaman büyük umutla baharı arzulamış, doğanı diri görmek, güneş, sıcaklık, yağış ve yeşillik istemişlerdir. Bu nedenle Türkler en eski çağlardan yazın gelişini olağanüstü olay saymış, doğanın bu mucizesini bayram gibi, çeşitli törenlerle karşılamışlardı. Türkler yaza soğuk kıştan, mahrumiyet ve sıkıntılardan kurtulmak, canlanma ve refah gibi bakmış, nevruzu yeni yılın başlangıcı olarak kabul etmiş, onu bolluk, bereket ve huzurun temeli gibi sembolize etmişlerdi.



                  Yeni yılın - Nevruz bayramının kökeni ile ilgili birçok rivayet, esatir ve mitler oluşmuştur. Bunlardan biri hakkında Ebul Gazi Bahadır Han kendi ünlü "Şecereyi-Türki" sinde yazıyor ki, Türkler Ergenekondakı demir dağları yararak Bozkurt'un yol göstericiliyi ile karanlıklardan kurtuluşa çıktıkları günü hatırladılar ve her yıl aynı zaman bayram etdiler. Demek Yenigün bayramı kurtuluş, kurtulma bayramı gibi ulu Türk'ün hafızasında iz bırakmıştır.

              Ergenekon Destanı'nın özünde de kurtuluşun mart ayına - yazın başlangıcına rastladığı anılıyor. Ergenekonda kurtuluş uzun zaman Türk etnik-kültürel sistemi çerçevesinde ayrıca tören gibi geçirilirse de, sonraları tarihi-siyasi ortam ve koşullardan dolayı tedricen Yenigün-Nevruz Bayramı ile kaynayıp-karışmıştır.

               

             Oğuz Türklerinin başka bir rivayetine göre ise bu bayram sadece yazın gelişi, doğanın uyanışı ile ilgili değildir; mart gece gündüz eşitliği hem de eski yılın teslimatını ve yeni yılın gelişini temsil eder. M.Kaşqarlının "Divanü Lügat-it Türk"üne göre Türkler bayram yaptıkları günü "yeni gün" (yengi / yangi kün) adlandırırdılar. Bu kelime Farsça "nevruz" kelimesinin karşılığıdır.

  

              Araştırmacılar kaynaklara dayanarak ispat ediyorlar ki, Nevruz adı ile bilinen bu bayram geçirildiği ilk dönemlerde çeşitli adlar almıştır: "Yeni gün bayramı", "Ergenekon Bayramı", "Azer bayramı", "Hızır günü", "Hörmüzd bayramı" vb. Görüldüğü gibi bu isimlerin bazıları kışın sona erip doğanın uyanması, canlanması ile bağlıdır. Bu bayrama Nevruz (Farsça yeni gün demektir) adı onu sırf İran-Pers amili gibi sunmak çabalarının sonucunda verilmiş, ordan da yakın iklim kuşağında olan halklara geçmiştir.

   

              Zaman zaman Nevruz bayramını ayrı ayrı efsanevi figürlerin (efsanevi İran şahı Cemşidin tahta oturduğu gün, efsanevi kahraman Firidunun şer güç Zöhhakı yendiği gün ve b.) adı ile ve dinlerle (Zerdüştlük ve islam) bağlamaya çalışmışlardır. Nevruz'u zerdüştlükle ilişkilendirmeye çalışan ateşperestler güya Zerdüşte yazın gelişi günü peygamberlik verildiğini iddia etmiş, hatta büyük nüfuz sahibi oldukları zamanlarda bu bayrama kendilerinin bazı adetlerini (örn., mum yakmak) dahil etmişlerdir. Bazen araştırmacılar da yanlışlık yaparak, Nevruz törenindeki  ateşi-yanan çalıyı yakmak unsurunu ateşperestliğe bağlıyorlar. Ama unutulmamalıdır ki, ateşperestler odu/ateşi ilahileşdirerek ona tapınyorlardı, ona dokunulmasını yasak sayıyorlardı, Nevruz töreninde ise  ateş-yanan çalı üstünden atlanan tören katılımcıları "ağrım-acım dökülsün, bu ateşte yansın" diyerek kendi çillelerini, ağırlıklarını, dert-belalarını oda döküp orada yakmak istiyorlar. Nevruz törenindeki  ateş-yanan çalı ışığın, sıcaklığın, güneşin simgesidir ve eski türk mifolojisindən kaynaklanıyor.

    

             Bazı şiamazhap din görevlileri de Nevruz bayramını islamla bağlamaya çalışmış, bayram gününü gah halife Ali'nin doğduğu gün, iktidara geldiği gün, gah da Fatimeyi-Zehra ile nikahlandığı gün olarak tanımlıyorlar. Ama tarihi kaynaklar yeni gün-nevruz geleneğinin dinlerden daha önce şekillendiğini, bu bayramla ilgili yapılan törenlerin hiçbir dini ihkamlarla bağlı olmadığını doğruluyor.

 

           Türk toplulukları, o sıradan Azerbaycan Türkleri yaz, bahar bayramının asıl mahiyetinden doğan bir takım gelenekleri, oyunları şimdiye kadar saklamışlar. Nevruz bayramının temterağı birkaç günle sınırlı değil. Büyük bir sabırsızlıkla yazın gelmesini bekleyen ulu dedelerimiz kışın mahrumiyet ve sıkıntılarını (soğuk, gıda sıkıntısı vb.) korumak için zengin ve karmaşık tören kompleksi yaratmışlar.

   

             Dedelerimiz baharın gelişine sonbaharın son akşamından hazırlaşardılar desek yanılmayız. Öyle ki, sonbaharın son ve yılın en uzun gecesi olan 21 Aralık gecesi güzel halk bayramlarımızdan biri gibi karşılanırdı. Halk arasında ona "Çille gecesi" denir. Bu gecenin sabahı kış mevsiminin ilk günüdür. Yüzyıllar boyu kış düşman, sıkıntı dönemi, korkulu mevsim görülmüştür. Ama kış ne kadar sert, soğuk geçse de, halkımız onun gelişini bayram gibi karşılayıp ve onun hafif ve çabuk geçmesi için çeşitli adet ve törenler yaratmıştır; yani ulularımız kışı hoş karşıladıkları gibi, onu törenle  de uğurlamaya çalışmışlardır.

  

            Eski Türkler kış mevsimini halk takvimine uygun olarak "çille" adı ile üçe ayırmışlardır: büyük çille - kırk gün (21 Aralık-30 Ocak), küçük çille - yirmi gün (31 Ocak-20 Şubat) ve sonra ise 30 günlük (20 Şubat -20 mart) boz ay gelir. Kar-çovğunu, soğuğu ile büyük çille uzun bir dönemi kapsıyor ve halk arasında "kara kış" olarak adlandırılır. Küçük çille az sürse de daha soğuk, ayazlı geçiyor ve bu yüzden de "kışın oğlan çağı" deyimiyle karakterize edilir. Boz ayda ise hava değişken - gah soğuk, bazen hafif geçtiğinden ona "ağlar-güler çille" de derler. Belirtelim ki, "çille" "cehil" sözündendir, kırk sayısını ifade etmektedir. Ama halk arasında çokluk, dert ve bela, acı, ağırlık, zorluk anlamında anlaşılmaktadır. "Çille çekmek", "çille dökmek", "çille kesmek" ... gibi halk deyimleri eziyet çekmek, ağrı acıdan, dert-beladan kurtulmak anlamlarını taşımaktadır. Kışın son gecesi - Nevruz akşamı yakılan ateşe/yayan çalıya "çille kovan ateş/ yayan çalı" denmesi, "çille çıkartma"ların yapılması ... da zorluklardan, mahrumiyetlerden çıkarak yeni güne, yeni hayata başlamayı ifade eder.

  

               Çille bayramı Azerbaycan Türklerinin sonbaharın son gecesi ve kışın başladığı gün (21-22 Aralık) geçirdiği önemli bayramdır. Bu bayram Nahçıvan, Lenkeran-Masallı bölgelerinde, hem de Güney Azerbaycan'da daha temterakla kaydedilir. Bayrama henüz birkaç gün önceden hazırlık yapılır. Bayram akşamı, yani sonbaharın son gecesi insanlar kıştan korkmadıklarını göstermek için ateş yakar, onun etrafında dans eder, üstünden atlanar, çeşitli oyunlar göstererler. Büyük çillenin şerefine sofralara lezzetli yemekler, ceviz helvası, havuç helvası, baklava, tohum, meyve ve diğer tatlılar konur, mutlaka pilav demlenir. Bayram gecesinin esas özelliği ise çille karpuzudur. Tüm evlerde çille karpuzu kesilmesi bir adettir. Çille karpuzuna bolluk, bereket sembolü olarak bakılıyor. Derler ki, çille gecesinde karpuz kesmek kışı hoş karşılamakla beraber, ondan korxmamağa işarettir. Başka bir yozum da şudur ki, içi kırmızı karpuz ısı, güneş sembolüdür. Hem de adettir ki, çillede karpuz kesende derler: "ay karpuz, seni ben nasıl kestimse, çilleni de böyle hızlı kesim" - yani kışı dertsiz, belasız ve çabuk başa vurum. Bu bayramın kendine has diğer gelenekleri de var. Onlardan biri de nişanlı kızlara ve taze gelinlere beyin yakınları tarafından hediyeler - "çillelikler" gönderilmesidir.

   

             Nevruz öncesi geçirilen yaygın merasimlerden biri de çarşamba akşamları kutlanan "nevruz çarşambaları"dır. Bu çarşambalar kışı, yani çilleni uğurlamak ve yeni günü karşılamak amacıyla yapılır ve çok eskilerden insanın doğayı etkilemek, kışı yumuşaltmak, yazın, sıcağın gelişini hızlandırmak arzusunu yansıtıyordu. Ulularımız büyük çilleni uğurladıktan sonra küçük çille ve boz ay boyunca yedi haftanın her çarşambasını bayram etmişlerdir. Bunlardan üçüne yalancı veya hırsız çarşambalar (üskülər) denir ve küçük çilleye düşüyor. El inancına göre hırsız çarşambalarda baharın nefesi gizlice yere - toprağa, suya, havaya ve ağaçlara dokunup geri döner. Boz ayda dört çarşamba ise doğru çarşambalar ("doğru üsküler", "cemleler") adlanırlar. Doğru çarşambalarda  artık yazın nefesi doğaya hayat veren dört unsuru - suyu, ateşi, yeli (havayı, ruzgarı) ve toprağı ısıtıyor, onları uyandırır.

     Eski inançlara göre ilk doğru çarşambada  baharın nefesi suları ısıtıyor, buzlar eriyor, "sular çilleden çıkıyor", başka deyilişlə "suyun mülkiyeti kendisine iade", daha don, soğuk onu dondurmur, faaliyetten koymuyor. İkinci çarşambada toprağa yetki verilir. Çünkü yaza doğru güneş yavaş yavaş toprağı ısıtıyor, toprağın donu (buzu) açılır, "ekinler çillədən çıkıyor". Doğru çarşambanın üçüncüsünde sıra ağaçlara ulaşır, ağaçlar kış uykusundan uyanıyor ve tumurcug dolmaya başlar, dolayısıyla ağaçlara yetki verilir. Sonuncu - ilaxır çarşambada  yazın nefesi canı-kanı olanları harekete geçirir - hayvanların, kuşların, insanların kanı yerinden oynar. Bununla da doğa uyanıyor, yaşam yeni bir akara düşüyor.

  

         Tarihsel olarak doğru çarşambalara halk arasında çeşitli isimler verilmiştir. Örneğin, birinci çarşambaya Azerbaycan'ın çeşitli bölgelerinde "ezel çarşamba" veya "sular novruzu" denir. İkinci çarşamba "müjdeveren", "kule", "haberci" vb. adlarla tanınır. Üçüncü "gül çarşamba"dir. Bu çarşambaya "ölü çarşambası" veya "dede-baba günü" de derler, çünkü o gün rahmete gidenlerin ruhu anılarak kabir üstüne gidilir (bazı bölgelerde ise kabirlerin ziyaretine son çarşambada gidiyorlar). Sonuncu, çok temterakla geçirilen çarşamba ise "ilaxır" veya "büyük çarşamba" olarak adlandırılır.

 

              Burada bir konuya değinmek istiyorum. Halihazırda Azerbaycan'da bilimsel literatürde ve medyada doğru çarşambalar "su çarşambası", "ateş çarşambası", "yel çarşambası" ve "toprak çarşambası" olarak sunulmaktatır. Folklorşünas-araştırmacılar bu isimlerin yeni oluşturulduğunu ve halkımızın folklor ve etnografya kültürü ile bağlantısının olmadığını vurguluyorlar. Yeni oluşturulan bu çarşamba adlarına herhangi bir tarihi kaynakta görülmemektedir. Folklor mirasımızın daha temiz şekilde korunduğu Güney Azerbaycan'da - Tebriz'de, Urmiye'de, Zencanda, Erdebil'de yukarıdaki yeni kurulan çarşamba isimlerinden kullanılmaz. Bu isimler Sovyet döneminde - geçen yüzyılın sekseninci yıllarının sonlarından başlayarak dolaşıma dahil edilmiştir ve şimdi de halk arasında tebliğ olunur. Görünür, tarihin derinliklerinden süzülüp gelen bir çok Nevruz adetleri, merasim ve oyunları unutulduğu, tahrif edildiği gibi, çarşamba adlarının da değişikliğe uğraması kaçınılmazdır ...



              Dedelerimiz tüm kış boyu kışın çabuk bitmesini ve yazın gelmesini arzulamış, bunun için çeşitli törenler, gelenekler yaratmış, efsunlar düşünmüşlerdir. Sonbaharın son, kışın ise ilk günü yapılan Çille bayramından başka akılda kalan geleneklerden biri de büyük çillede semeni yetiştirerek ondan helva pişirilmesidir. Semeni yetiştirmek eski çiftçilerin ekonomik yaşamları ile ilgili olup, doğayı yeşil görmek ve kendi ektiği buğdayın büyümesi arzusunun ifadesi olarak ortaya çıkmıştır; dolayısıyla, buğdayı ev ortamında yetiştirmeklə ecdadlarımız yazın acele gelmesini, toprağın uyanmasını ve ürünün filizlenip büyümesini hızlaştırmaya can atmışlardı. Belirtelim ki, semeni  Nevruz öncesi  çarşambaların, özellikle de Nevruz xonçasının esas atributlarındandır.



             Nevruz öncesi geçirilen, ama artık unutulmakda olan merasimlerden biri Hıdır Nebi (Hızır İlyas, Hızır Nebi, Hızır Ellez) merasimidir. Yüzyıllar boyunca ninelerimiz, dedelerimiz bu töreni yerine getirmişlerdir. Kışın oğlan çağında, yani küçük çillenin ilk haftasında gerçekleştirilen bu törenin ilginç yönleri çoktur. Kaynaklarda Hızır Nebi "suyun, rüzgar ve havanın himayecisi" olarak sunulur, Hızır peygamberle eynileştirilir. Eski inanca göre Hızır peygamber zor durumlarda insanların yardımına gelir. Azerbaycan ve Anadolu Türklerinin eski inancına göre, kışın zor döneminde, hazırlanmış gıda, yakıt ve hayvanların yem ihtiyatının azaldığı zaman Hızır peygamberin çağrılması insanları sıkıntılardan kurtarır ve baharın gelmesini hızlaştırar. Hızır Nebi törenine özel hazırlaşardılar. Çünkü böyle bir inanç vardı ki, Hızır Nebi gelirken evlerde neşe görmese küsüp gider, bu ise rızık-bereketin yok olmasına ve baharın gecikmesine neden olur. Bayram sofrasının temel nitelikleri semeni, qovurğa, kavrulmuş buğdaydan öğütülmüş qovut, boyadılmış yumurta, pirinçten hazırlanmış yiyecekler, pide ve kömbe idi.



              Nevruz öncesi  adetlerden biri de özellikle boz ay boyunca yerine getirilen çille çıkarmaktır. Çille çıkarmak - katılımcıların gece sabaha kadar uyanık kalmakla geçirdikleri müzikli-nağmeli çille meclisleridir. Akraba ve komşuların esasen evlerde toplanarak neşeyle geçirdikleri bu meclislerde sofraya leziz yemekler ve çeşitli meyveler dizilir, Nevruz tatlıları (baklava, şekerbura, badambura vb.) ve mumla  honcalar bağlanır, türküler okunuyor, hikayeler konuşuluyor ve dans edilirdi. Bazı bölgelerimizde ise bu tür meclislerden başka, köyün delikanlıları açık havada - yalda, tepede, dağların başında toplanıp ateş yakar, ateş etrafında diye güle geceyi seherecen yatmazdılar, bununla da çille çıkartmış olurlardı.



            Çille çıkartmakta esas unsur gece uyumamak, sabaha kadar uyanık kalmaktır. Malumdur ki, kışın geceleri uzun olur. Yüzyıllar boyu gece - karanlık, karanlık ağırlık, şer güçlerin aktifleşmesi, insanları çilleye düşürecek dönemin hüküm sürmesi gibi anlaşılmıştır. Gece - uyku, uyku ise hareketsizlik, geçici ölmek demektir. Buna inanan eski insanlarımız kendi mitolojik tasavvurlarindan yola çıkarak gecelerden, çillelerdən kurtuluş yolunu boz ay boyunca - özellikle de haftanın en ağır günü (çilleli günü) olan çarşamba akşamlarında sabaha kadar uyanık kalmakta görmüşlerdir. Inançlara göre gece yatmayıb şenlik geçirenler - çille çıkardanlar honcadakı mumu yakmakla gecenin karanlık adlı çillesini kova bilermişler.



            Şüphesiz ki, Nevruz öncesi  törenlerin, ayin ve adetlerin zenginliği ile doğru çarşambalar  daha çok seçilirler. Çarşambalar  öncesi evlerde, avluda imar, temizlik işleri yapılır, ağaç dikilir, halı-palazın tozu dökülür, pal-kıyafet, yorgan-döşek havaya verilir. Hanımlar bayram tatlılarını - şekerbura, badambura, baklava, şekerçörek, feseli, goğal vb. hazırlarlar. Bayram sofrasına bol nimetlerin dizilmesi yeni yıldan bereketler, bolluk-müreffeh yaşam dilemek arzu-isteğini sembolize edir. Sofraya "s" harfi ile başlayan yedi türlü nimetin konulması kutsal sayılan yedi rakamının uğur getireceğine inançla bağlıdır. Azerbaycan'ın bazı bölgelerinde (Ordubad, Tebriz, Urmiye vb.) Ilaxır çarşambasının "Yedi Levin bayramı" (yedi çeşit yemeğin pişirilmesi) adı ile tanınması da bu sebeptendir.



              Çarşamba akşamlarında ateş-yanan çalı yakmak, ateşten atlamak, başı üzerinde gevreği üskü-lopayı fırlayıb göğe atmak en eski merasimlerdendir. Eski mitolojik bakış açısıyla ilgili olan bu törenler kışın mümkün olduğunca çabuk çıkması için vaktiyle icra edilen sihir ve efsunların değişmiş biçimlerinden veya kalıntılarından ibarettir. Güneşin, ışığın, gücüne inanan eski insan ateşin yardımıyla olumsuz ruhları, soğuk, karanlık, hastalık getiren, yaşama sıkıntı veren şer güçleri kovmağın mümkünlüğüne inanıyordu. Ve tüm makamlarda ateş Güneşin sembolü olarak görülüyordu. Ateşin-yanan çalının üstünden atılırken:

               Ağırlığım, uğurluğum

                 Dökülsün, bu ateşte yansın, - söylentisi de çilleden, kışın ağrı acısından kurtulmak için ateşe - mikrogüneşe bir kurtarıcı gibi yanaşılması düşüncesi ile ilgili olmuştur.

  

                 Çarşamba akşamlarında evin bacasından kurşak sallamak, papakatmaq, yumurta savaştırmak vb. Nevruz'un esas adetlerinden, eğlencelerindendir. Bayram sofrasını semeni, daha çok sarı, kırmızı ve yeşil renklerle boyadılmış yumurtasız tasavvur etmek olmaz. Nevruz sofrasında aile üyelerinin adına mumların yakılması da önemlidir.     Nevruz inamları, ayin ve törenleri oldukça çoktur. Özellikle ilaxır çarşambada icra olunan "Kulak falı", "Kuze falı" (veya "su falı"), "Danatma" (çille çıkarmağa benzer) da dikkat çekici ayin ve merasimlerdendir. Bu gelenek, ayin ve törenlerin büyük çoğunluğu eski düşünce ve mitolojik bakış açısıyla ilgilidir ve özellikle kışın bitmesi, doğanın dirilişi ve yazın gelmesi ile görülen tedbirlerdir. Tabii ki, bu törenlerde Azerbaycan halkının yaşam tarzı kendini yansıtmaktadır.

  

            Azerbaycan Nevruz bayramının önemli özelliği olan "Kosa-kosa" töreni de Türk milli düşüncesinden ileri gelen bir törendir. "Kosa" - eski yılın temsilcisi olan yıllanmış keçi karakterinde çıkış edir ve törenin sonunda oyun sahneye giren yeni, genç keçi tarafından kovulur veya öldürülür. Burada genç keçi yeni yılın, meclisten kovulub uzaklaştırılan Kosa - eski keçi ise eski yılın sembolü olarak düşünülmüştür. Bu sıradan olan birçok folklor örnekleri Nevruz'u bayram gibi kutlayan başka ulusların (Fars, Tacik, Arap) yazı karşılama törenlerinde görülmez. 



                Nevruz geleneğinin en yüksek makamı eski yıl yetkilerini yeni yıla verende olur, bayram şenlikleri daha büyük coşku ile devam ediyor. Bu bayramda küsülüler barışır, akraba-komşular birbirine konuk gidiyor, hediye verirler. Yeni yılın birinci günü bütün gece ışıklar söndürülmür, çünkü sönmüş ateş, ışık bedbahtlık belirtisi sayılır.

   

               Gece gündüz eşitliği anından sonra doğada, hayatta bir canlanma, dirilme, ağırlıklardan, sıkıntıdan kurtulma başlanır. Işıklı günler, gündüzler uzanır ve doğal hadiselerin karanlıktan - karanlık denilen "çille"den azat olma aşaması başlar.   Doğanın uyanışı, yazın gelişi ile ilgili insanın hayata, yeni güne, hoş güzerana, aydınlığa inamını ifade eden Nevruz Bayramı içeriğine göre milli seciye taşıyor ve hümanizm, kuruculuk, imar,  hoş insani ilişkiler tebliğ edir.  

      Tüm Türk dünyasının ulu bayramı olan Yeni gün - Nevruz Bayramı kutlu olsun.