Türk Ocakları Alparslan Türkeş'i andı

Alparslan Türkeş'in Doğumunun 100. Yılı Anısına 'Türkiye'nin Beka Meselesi ve Orta Doğu' Paneli Gerçekleştirildi

Reklam
Reklam

~~

Türk Ocakları Genel Merkezi, Ankara’da Millî Kütüphane Konferans Salonu'nda, 18 Kasım 2017 Cumartesi günü, Alparslan Türkeş'in doğumunun 100. yılı anısına "Türkiye'nin Beka Meselesi ve Ortadoğu" konulu bir panel düzenledi.  Türk Ocakları Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Ayşe Filiz Yavuz’un yönettiği panele konuşmacı olarak Prof. Dr. Suphi Saatçi (FSM Vakıf Üniversitesi, Mimarlık ve Tasarım Fak.), Prof. Dr. Hasan Onat (AÜ, İlahiyat Fak.), Prof. Dr. Mehmet Akif Okur (YTÜ, İktisadi ve İdari Bilimler Fak.) ve Doç. Dr. Nihat Ali Özcan (TOBB ETÜ, İktisadi ve İdari Bilimler Fak.) katıldı.

Programın açılışını, Türk Ocakları Genel Sekreter Yardımcısı Doç. Dr. Bülent Aksoy yaptı. Alparslan Türkeş'i anarak konuşmasına başlayan Doç. Dr. Aksoy, sözlerine "Kore yaylasından kopan bir fırtına kendi sahillerinde söner. Vietnam’dan kopan bir fırtına, ancak kendi sahillerini yalar; Himalayalardan kopan bir fırtına dahi Hint Okyanusu’nda kırılabilir. Fakat Anadolu yaylasında kopan bir fırtına, bütün dünyayı etkisi altına alabilir." diyerek devam etti. Saygı duruşu ve İstiklal Marşı'nın okunmasından sonra Türk Ocakları Genel Başkanı Prof. Dr. Mehmet Öz'ü konuşmasını yapmak üzere kürsüye davet etti.

“Alparslan Türkeş’in Hayatı Mücadeleyle Geçti.”

Genel Başkan Prof. Dr. Öz, konuşmasına Alparslan Türkeş’i anarak başladı ve özetle şunları söyledi:

“Bu paneli, hayatını Türk milletine adamış Alparslan Türkeş'in hatırasına düzenlemeyi kararlaştırdık, çünkü onunda hayatı bu mücadelelerle, tabutluklarda, sürgünlerde, millet yolunda ve 12 Eylül'den sonra hapishanelerde geçti. Mahkemelerde yargılandı. Ama Türk milliyetçileri, maruz kaldıkları bütün bu sıkıntılara rağmen her dönemde sadece Türk milletinin birliğini ve Türk devletinin bekasını düşündü. Soğuk Savaş'ın sona ermesinin ardından dünya, yeniden tanzim çalışmasına sahne oldu. Türk Ocakları, öteden beri bu olayın çeşitli boyutlarıyla ilgili toplantılar düzenledi ve uyarılarda bulundu. Türk Ocakları, Suriye krizinin başında da gerekli uyarıları yaptı. Ülkemizin çok geniş yelpazede sorunları vardır. Türk Ocakları Genel Merkezi bunlarla ilgili çalışmalarını sürdürmüş ve sürdürecektir. Bütün bu sorunlardan gerek bizim kadim devlet yönetme geleneğimiz gerek evrensel ilkeler açısından gerekse dinimiz İslam'ın kitabı Kur’an-ı Kerim'de emredilmesi açısından üç ilkeye riayet etmemiz ve onların hakkını vermemiz gerekir. Bu ilkeler ‘adalet’, ‘liyakat’ ve ‘meşveret’tir.”

Panel’in oturum başkanı Prof. Dr. A. Filiz Yavuz ise ciddi ve önemli bir zaman diliminden geçtiğimizi, meselenin sadece Orta Doğu meselesi olmadığını, bu coğrafyanın bütün olarak ele alınması gerektiğini; Kıbrıs, Balkanlar, Kafkasya ve Türkistan coğrafyasındaki kardeş ülkelerin meselesinin ortak olduğunu belirtti. Prof. Dr. Yavuz, ”Sistemi önce istişare etmek, sonra alınan kararları yerine getirmek, ardından tevekkül etmek üzerinden kurmamız gerekirken şu an sadece seyirci kalıp Allah'a tevekkül ediyor; karşımıza çıkan olaylarda bir yerlerde oturup sadece tespih çekip Allah'a dua etmekle yetiniyor ve sorunların böyle çözüleceğini sanıyoruz.” dedi ve konuşmacıları kürsüye davet etti.

“Musul Olmazsa Anadolu da Olmaz.”

Panelde ilk olarak Prof. Dr. Suphi Saatçi söz aldı ve özetle şunları söyledi:

"Coğrafyamızda yaşanan olaylar, gençler tarafından anlaşılmamaktadır. Gençler, Türkiye'nin meselelerine çok ilgisiz. Bu ilgisizlikle problemlerimizi çözemeyiz. Bütün dünyanın Musul'da, Kerkük'te planı varken bu toprakların esas sahibi olan Türkiye'nin hiçbir planını yok, hatta kendini plan yapma ihtiyacında bile hissetmemektedir. Musul’un işgali Mondros Mütarekesi’ne uygun değildir. İngilizler Musul’u uygunsuz ve usulsüz bir şekilde ele geçirdi. Musul konusunda, Lozan Anlaşması sırasında büyük çabalar harcandı. Bu çabalar; teknik, mali, diplomatik yetersizlikler ve geri kalmışlık yüzünden Musul konusunda olumlu sonuçlandırılamadı. Musul, Türk toprağıdır ve Türkiye’nin Musul’da tarihî hakları vardır.”

“Barzani, Türklere Kan Kusturdu.”

Kerkük doğumlu olan Prof. Dr. Saatçi, 2003 yılında Saddam'ın zulmünden kurtulduklarını zannederken Barzani'nin zulmüyle karşılaştıklarını ve 2003'ten bu yana Barzani'nin bölgede Türklere kan kusturduğunu, Türkiye'nin de bunu göz ardı ettiğini söyledi. Türkiye'nin Sünni-Şii tartışması içinde eritilmeye çalışıldığını belirten Prof. Dr. Saatçi, Türkiye'nin bu coğrafyada ekonomik ve askerî gücü ile var olabileceğini ve bu gücün gençliğe eğitim yoluyla millî ruh verilerek devamlılığının sağlanabileceğini vurgulayıp sözlerini bitirdi.

“Devletin Dini Adalet Değilse O Devlet Çöker.”

İkinci sırada söz alan Prof. Dr. Hasan Onat, "Adalet bekanın kök unsurudur. Eğer bir devlet adalet üzerine yürümüyorsa daha doğrusu devletin dini adalet değilse önünde sonunda o devlet çöker." diyerek başladığı konuşmasına şöyle devam etti:

"Müslüman insanın İslam'a, İslam'ın yüksek değerlerine ne kadar ihtiyacı var, bilmiyorum ama insanlığın İslam'ın yüksek değerlerine gerçekten çok ihtiyacı var. Burada İslam dininin önemi iyi anlaşılmalıdır. Türklerin geçmişi ve dünya üzerinde kapladıkları alan asla göz ardı edilemez. Bu önemli mevki, Türkçe ile var olmaya devam edecektir. Basına bakıldığında Irak'taki Türk varlığının özgül ağırlığı dışa yansımıyor ve Iraklı Türkler, hak ettikleri değeri Türkiye'de de görmüyorlar.”

“Mezhep ve Tarikatlar Beşerî Kurumlardır.”

Iraklı Türklere hak ettikleri değerin verilmemesinin mezheplere dayanan sebepleri olduğunu söyleyen Prof. Dr. Onat, mezhepçi bakış açısının cahilce olduğunu vurguladı ve “Müslüman olmak için veya cennete gitmek için bir mezhebe ihtiyaç yoktur. Mezhepler ve tarikatlar beşeri şeylerdir. Allah’ın kitabı Kur’an’dır ve ona uymak her Müslüman’ın görevidir.” diyerek mezhepçiliğin ilmî ve dinî bir dayanağı olmadığını vurguladı.

“Yeni 15 Temmuzlar Olmaması İçin Dinî Gruplar Kontrol Edilmeli.”

15 Temmuz gibi acı olayları tekrar yaşamamamız için devletin dinî grupları kontrol altına alması gerektiğini vurgulayan Prof. Dr. Onat, “Devlet, tarikatlar gibi dinî grupları hukuki ve mali açıdan denetlemelidir. Türk milletinde, devletsiz kalmayız, şeklinde yanlış bir algı var. Bu, elbette çok devlet yıkıp çok devlet kurmaktan ileri gelen bir algı. Bunu aşmalıyız ve devletimizi korumalıyız. Türkiye Cumhuriyeti’nin beka meselesi, Türk Milleti’nin beka meselesidir.” diyerek sözlerini tamamladı.

“Türkiye, Stratejisini Ortaya Koymalı, Müttefiklerini Seçmelidir.”

Daha sonra söz alan Prof. Dr. M. Akif Okur, sözlerine günümüzün en önemli meselesinin beka meselesi olduğunu söyleyerek başladı ve şöyle devam etti: “Eğer beka ile ilgili bir sıkıntı mevcutsa, bunun anlamı şudur: Tek tek tezahürlerini gördüğünüz sıkıntıların köklü bir büyük sıkıntının yansımaları olduğunu düşünmeye başlamışsınızdır. Bizi beka tartışmasının dışarısına çıkaracak büyük stratejiler geliştirmeliyiz. Bunların bir kısmı dış politikadaki tercihlerimizle bir kısmı devlet kimliğiyle ilgili tartışmalardan, bir kısmı cemiyet hayatından çıkaracağımız sonuçlara bağlıdır.".

“Türk Dünyasıyla İşbirliği Gelişmeli.”

Prof. Dr. Okur, dünyanın kurulmakta olan çok merkezli yapısının Orta Doğu’yu da etkilediğini ve iç savaşların, terör örgütlerinin ve vekâlet savaşlarının bundan kaynaklı olduğunu belirtti ve özetle şöyle devam etti:

“İlerleyen zamanlarda bu karışıklık çözülemezse şu an kazançlı durumda olan Rusya-İran-Suriye cephesini yenilgiye uğratmak için daha büyük olaylar çıkabilir. Türkiye’nin bu karışık ortama girerken yapması gerekenler ideolojik tutarlılık ve istikrarlı ülkelerle iş birliğidir. İstikrarlı ülkeler derken söyleme istediğim Türkistan coğrafyasıdır. Türk dünyasıyla iş birliği her konuda güçlenmelidir. Türkiye, geçmişte tecrübe ettiği zor durumlardan ders çıkarmalıdır. Yaşadıklarımızdan; karşımızdaki büyük meselenin bizi rahatsız eden tesadüflerinden gerekli dersi, uyarıyı alıp, kendimizi toplayarak bu meselelerin üzerine gitmemiz gerekir. Defalarca beka meselesiyle sınanmasına rağmen tarihî devamlılığı en yüksek olan milletler arasında Türk milletini ön safa yazmak lazım. Yeter ki her fırsatta karşımıza çıkan, bizi tokatlayan bu acı hakikatlerden öğrendiğimiz dersleri zihnimizden çıkarmayalım.”

“En Önemli Tehdit PKK.”

Son konuşmacı Doç. Dr. N. Ali Özcan, Ortadoğu'nun en büyük problemlerinden biri olan terörün geçmişini ve gelecekte nasıl bir yol izlenebileceğini, terörle mücadelenin nasıl olması gerektiği anlattı. Doç. Dr. Özcan özetle şunları söyledi:

“Bekanın odaklandığı üç nokta var. Bunlardan ilki coğrafyanız ya da topraklarınız. Eğer birileri topraklarınızla oynamak istiyorsa beka probleminiz var demektir. Bir diğeri siyasal sisteminiz ya da siyasi mimarinizle ilgili. Eğer birileri sizin siyasi mimarinizi demokrasiden alıp, etnik referanslı yeni bir yapıya dönüştürme çabası içindeyse beka probleminiz vardır. Üçüncüsü de vatandaşlarınız veya başka bir grup için anlamlı ve değerli olan şeyler tehdit altında mı değil mi bunla alakalıdır. Beka meselesi kapsamında karşılaştığımız en önemli tehdit, PKK’dır. Bu meseleyi anlamak için üç noktaya odaklanmak gerekir. Bunlardan birincisi bu örgüt ne durumda, nereye doğru gidiyor? İkincisi etrafımızda olup bitenler devletimizi ve örgütü nasıl etkiliyor? Üçüncüsü de örgütü kendi bekası için bir tehdit olarak gören Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve vatandaşları ne yapıyor? Arap Baharı ve Suriye'de yaşananlar, terör örgütüne daha çok silah kazandırıyor; örgütün daha fazla insana hükmetmesine sebep oluyor; ekonomik güç sağlıyor; uluslararası alanda daha fazla görünmesine yol açıyor ve bu yüzden bazı taraflarca meşru görülüyor. Terör örgütünün Türkiye sınırı boyunca coğrafi bir derinlik kazandı ve Irak ile Suriye'de varlığını sürdürecek bir iklim buldu. Gelecek kırk yıl boyunca Şam'da ya da Bağdat'ta meşru ve güçlü otorite göremeyiz. Çalkantılar devam edecek. Devlet büyüklerimiz, bu çalkantılı ortamda sorunlarımızı nasıl çözeriz, diye kendilerine sormaları gerekir. Terör örgütü, son beş yılda elde ettiklerine karşı çok ciddi kayıplar da verdi. Rakka'daki 1000 kadar ölü ve 3000 kadar yaralısını bu duruma örnek olarak gösterebiliriz.”

“PKK’nın Söylem Krizi Var.”

Türkiye'nin son 5-6 yılda askerî alanda önemli teknolojik gelişmeler kaydettiğini ve PKK'nın canını çok fazla yaktığını ancak bunun PKK'yı bitirmek için yeterli olmayacağını kaydeden Doç. Dr. Özcan, sözlerine şöyle devam etti:

"PKK gibi örgütler belli bir coğrafyayı kontrol etmeye başladıklarında belli başlı krizler yaşarlar. Örgütün bugün ideolojik bir ikilemi var. Örgütte yıllarca Marksist, ardından liberal, şu an da Amerika ile kol kola girmiş olmanın ortaya çıkardığı söylem krizleri de var. Bunlar, terör örgütünün zayıf noktalarıdır. Türkiye, bir seçime gidiyor ve yeni bir açılım yapılması sürpriz olmayacaktır. Türkiye'nin en büyük şansı, terörizm gibi meseleleri telafi edebilecek bir kapasiteye sahip olmasıdır. PKK, bölgede küçük gruplarla hareket etmeye devam edecek ve halkın desteğini kaybetmemek için sosyal gruplar kurmak isteyecektir. PKK, bu işlere şehirlerde girişecektir. PKK, 44 yıldır varlığını sürdürüyor ve bazı devletler, PKK'yı kendi amaçlarına hizmet eden bir araç olarak gördükleri için PKK, bir süre daha devam edebilir. Seçime giderken PKK'da bir hareketlenme yaşanabilir."

Panel, dinleyicilerin sorularının cevaplandırılması ve Türk Ocakları Genel Başkanı Prof. Dr. Mehmet Öz'ün konuşmacılara hediyelerini takdim etmesiyle sona erdi.

Haber: Batuhan KURT