Türkçe Ezan - Arapça Ezan A.Menderes Bu sonu asla hakketmemişti

 

Son resimdeki gazete kupürü tarihine dikkat edin ! Yıl 1953 !.. Celâl Bayar ve Adnan Menderes’in DP’si, 1950-60 arası iktidar yıllarında gericileri hiç bir dönemde olmadığı kadar hırpaladı, süründürdü. Siz Recep Bey’e kulak asmayın; her fırsatta övdüğü, kendisini hiç bir benzerlikleri yokken, cahil halkımıza devamıymış gibi kakalamaya çalıştığı Menderes’i ve dönemini bilmez; ya da huyudur, bilir ama saptırır. Az bilinen bir örnek belgeyi tekrar yayınlıyorum. Ancak öncelikle belirteyim: Ezan Türkçe olur mu? Bana göre olur, dinen hiç bir mahzuru yoktur ! Peki, ezan Türkçe olsun mu? Ben “Hayır ” derim; “Allahüekber” bizim için artık anlamı dışında da, sırf ses dizisi olarak bile kutsal bir deyiş !

1950’de DP milletvekilleri Ahmet Gürkan ve İsmail Berkok Paşa ile arkadaşlarının TBMM’ne verdikleri Türkçe okunan ezanın Arapça aslında okunabilmesi konulu iki ayrı teklif üzerine DP yanlısı Zafer gazetesi başyazarı Mümtaz Faik Fenik’in sorusu üzerine Başvekil Adnan Menderes'in, ertesi gün bütün gazetelerde yayınlanacak 5 Haziran 1950 tarihli demeci şöyleydi. Adnan Menderes diyordu ki:

"Her taassup cemiyet hayatı için zararlı neticeler doğurur. Cemiyet hayatında esas değişikliklerin yapılabilmesi evvelâ taassup zihniyetinin yıkılmasına bağlıdır. Bu hakikatin iyice kavranmış olması neticesidir ki, Büyük Atatürk bir takım hazırlayıcı ön inkılâplara başlarken taassup zihniyetiyle mücadele etmek lüzumunu hissetmişti. Ezanın Türkçe okunması mecburiyeti de böyle bir zaruretin neticesi olarak kabul edilmelidir. Zamanında çok lüzumlu olan Bu Türkçe ezan mecburiyet ve tedbiri diğer bütün tedbirlerle beraber bugünün hür Türkiye’sine zemin hazırlamıştır.

Ezanın Türkçe okunmasına mukabil cami içinde bütün ibadet ve duaların din dilinde olması garip bir tezad teşkil eder gibi görünür. Bunun izahı arz ettiğim gibi, geçmişteki hâdiselerin hatırlanmasına ve taassup zihniyetine karşı mücadele zaruretinin kabul olunmasına bağlıdır. Aradan bunca yıllar geçtikten ve vaktile zarurî görülen ısrar bu sefer vicdan hürriyetine karşı bir taassup teşkil eder.

Şimdi meselenin lâiklik ve vicdan hürriyeti bakımından hâlline sıra gelmiştir. Dini siyasete karıştırmak ve “dinî ibadetler amme nizamına ve umumî adaba aykırı olmamak şartiyle herkesin dinî vecibe ve ibadetlerini serbestçe yerine getirebilmesi vicdan hürriyeti” ve lâiklik esası bu anlayışa göre tesbit edilmiştir.

Diğer inkılâplarımız gibi lâiklik esasının muhafazası bugün için ancak prensiplere bağlı kalmakla mümkündür. Halbuki umumî adaba ve amme nizamına hiç bir aykırılık göstermeyen ezan meselesinde memnu'iyetin (yasağın) devamı lâiklik prensibini menfi cihetten (olumsuz yönden) zedelemek manasını tazammun eder (içerir).

Tekrar edelim ki irtica, taassuba, geriliğe karşı mücadeleyi ancak prensiplere sıkı sıkıya bağlı kalmakla mümkün görüyoruz. Bu izahımın milletimize mal olmuş inkılâplarımızın tamamıyla korunacağı manasını taşıdığını da ayrıca tafsile lüzum görmemekteyim.

Hükümet olarak ezan meselesi hakkında görüşümüz bundan ibarettir. Ancak kanunî hükümlerle de alâkalı olan bu meselenin gerek prensip, gerekse grubumuzca lüzum görüldüğü takdirde kanunda değişiklik yapmak bakımından Meclis Grubumuza arzı ve Grubumuzca alınacak karara göre olunması pek tabiîdir.”

(5.6.1950 günkü Zafer ve Son Posta gazeteleri, Sebilürreşad dergisi c. IV, S. 80, Haziran 1950. s.71)

Böyle diyordu rahmetli ! Mekânı Cennettir inşaallah ! Onun da çok hatası, suçu vardı elbet; kimin yok ki? Ama 56 yıl önce bugünkü o sonu asla affetmedi. Sorumlularının da ateşi bol ve gür olsun !

Mehmet Yazar