Türkiye yükseköğretiminin tarihçesi!

YÖK, Türkiye Yükseköğretim Sisteminin Tanıtım Toplantısı için hazırlanan kitapçıkta Türkiye yükseköğretim tarihçesine yer verdi. İşte Türkiye yükseköğretim tarihçesine kısa bir bakış...

Reklam
Reklam

~~SÖZCÜ EĞİTİM- Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı tarafından, YÖK tarihinde ilk kez, Türkiye’de bulunan yabancı ülke Büyükelçiliklerinin Eğitim Ataşeleri ve temsilcilerinin katıldığı (Afrika’dan Asya’ya, Amerika’dan Avrupa’ya 70’e yakın ülke) bir toplantı gerçekleştirildi.

Türkiye Yükseköğretimi ile uluslararası eğitim camiası arasında bir network (tanıtım, iletişim) toplantısı özelliği taşıyan ve açılış konuşmasını Yükseköğretim Kurulu Başkanı Prof. Dr. M. A. Yekta Saraç’ın yaptığı toplantıda, YÖK Yürütme Kurulu üyesi Prof. Dr. Hasan Mandal tarafından “Türkiye Yükseköğretim Sisteminin Genel Yapısı” hakkında sunum gerçekleştirildi. YÖK, ayrıca bu toplantı için “Türkiye Yükseköğretim Sistemi Tanıtım Kitapçığı’ yayımladı.

Türkiye Yükseköğretim Sistemi Tanıtım Kitapçığı’nın önsözünde Yükseköğretim Kurulu Başkanı Prof. Dr. M. A. Yekta Saraç’ın şu açıklamaları yer alıyor:

“Türkiye Yükseköğretim sistemi, ülke geneline yayılmış yükseköğretim kurumları ve altı milyona ulaşan öğrenci sayısı ile Türk eğitiminin önemli bir parçasını oluşturmaktadır. Sahip olduğumuz bu büyüklük gelişmekte olan ülkemizin geleceğinin en önemli teminatıdır. Türkiye Yükseköğretim sistemindeki öğrenci sayısı EHEA (Avrupa Yükseköğretim Alanı) ülkeleri arasında Rusya’dan sonra en yüksek ikinci ülkedir. Yıllar içindeki artışta ise en yüksek ülkedir.

Çeşitli değişim programları, burslar ve diğer imkânlarla yurtdışına giden ve ülkemize gelen öğrenci ve araştırmacı sayısı son yıllarda önemli bir oranda artış göstermiştir. Bu gelişme yükseköğretim sistemimiz açısından uluslararasılaşma yolunda atılan önemli bir adımdır. Ülkemizde, yükseköğretime erişim ve yükseköğretim alanındaki okullaşma oranı açısından nicelik olarak yüksek bir başarı elde edilmiştir. Şimdi en önemli gün-

demimiz bu yatay ve sayısal büyümeye nitelik ve kalite bakımından büyümenin de hızla eşlik etmesi ve bilim hayatımızın derinlik kazanmasıdır. Bu yıl kalite süreçleri çalışmalarımızın odak noktası olacaktır.

Bu kitapçık, yeni YÖK olarak Kurulumuzu ve ülkemiz yükseköğretiminin genel hatlarını paydaşlarımıza ve muhataplarımıza tanıtma amacıyla hazırlanmıştır. Kitapçıkta, Türkiyemiz yükseköğretim sisteminin yapısını, özelliklerini ve sayısal verilerini içeren genel bir çerçeve çizilmiştir. Kitapçığın yükseköğretim sistemimiz ve Kurulumuz hakkında genel bir bilgi sunacağını umuyoruz.”

Kitapçıkta “Türkiye yükseköğretim tarihçesine kısa bir bakış” başlığı altında şu bilgilere de yer veriliyor:

Ülkemizin yükseköğretim tarihinin kökleri XV. yüzyılda Fatih Sultan Mehmet tarafından kurulan “Sahn-ı Seman” isimli döneminin en önemli eğitim kurumunun kuruluşundan öncelere uzanmakla birlikte çağdaş anlamda üniversite kavramıyla ilişkilendirilebilecek yükseköğretim kurumlarının kuruluşu XVIII. yüzyılda gerçekleştirilen çalışmalarla başlamıştır. Bilindiği gibi dünyada üniversiteler son iki yüzyılda, devletlerin eğitim, araştırma ve insan kaynağı ihtiyacını karşılama gibi önemli işlevler üstlenmişlerdir.

Bu bağlamda ülkemizde kurulan ilk yükseköğretim kurumunun 1776 yılında açılan Mühendishane-i Bahrî-i Hümâyûn (İmparatorluk Deniz Mühendis Okulu) olduğunu görürüz. Bunu 1795 yılında açılan Mühendishane-i Berrî-i Hümâyûn (İmparatorluk Kara Mühendis Okulu) izlemiştir. Açılan bu kurum günümüzde İTÜ (İstanbul Teknik Üniversitesi)’nün başlangıcı sayılmaktadır.

Tanzimat dönemine kadar olan süreçte açılan yükseköğretim kurumları Osmanlı modernleşmesinin ilk döneminin niteliğini de yansıtacak şekilde daha çok ordu için gerekli becerileri üretmek üzerine düzenlenmişti.

istanbul-universitesi_eski

Ancak Tanzimat’ın hemen İstanbul Darülfünunu (Şimdiki İstanbul Üniversitesi Beyazıt Yerleşkesi) öncesinde ve özellikle Tanzimat’ın ilanıyla başlayan evrede yeni ve sivil bir bürokrasinin inşasının gündeme gelişi buna yönelik bir yükseköğretimi de zorunlu kılmıştır. Merkezileşmek ve modernleşmek isteyen imparatorluk yöneticileri için yükseköğretim büyük önem kazanmıştır.

Daha sonraki yıllarda açılan 1827 tarihli Tıphâne-i Âmire (Devlet Tıp Okulu), 1839 tarihli Mekteb-i Tıbbiye-i Şâhâne (Tıp Okulu), 1859 tarihli Mekteb-i Mülkiye, 1867 tarihli Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye (Sivil Tıp Okulu), 1880 tarihli Mekteb-i Hukuk-ı Şâhâne gibi yeni okullar izlemiştir. Bu okullar arasında ilk sivil yükseköğretim kurumları da yer almıştır. Kurulan bu okullar isim ve yer değiştirerek günümüzde de varlıklarını sürdürmeye devam etmektedirler.

Yukarıda isimlerini saydığımız eğitim kurumlarından farklı olarak bir üniversite (Darülfünun) kurma fikri XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren gündeme gelmiştir. 1851 yılında üniversitelerin temellerini oluşturmak için Âli Paşa, Fuad Paşa ve Cevdet Paşa üçlüsü bir bilim akademisini (Encümen-i Dâniş) kurdular. Böylelikle Darülfünun hazırlıkları başladı. Saffet Paşa’nın Maarif Nazırlığı zamanında hazırlanan 1869 Maarif Nizamnamesi’nde ilk olarak Darülfünun adı geçmiştir. 1870 yılında kurulan Darülfünun-ı Osmani dönemin koşullarında uzun ömürlü olmamış 1871’de kapatılmıştır. 1874’te yine Saffet Paşa’nın girişimleriyle Darülfünun-ı Sultani açıldı. Bu okul Avrupa’daki benzerlerinde olduğu gibi İlahiyat, Tıp, Turuk ve Maâbir, Hukuk ve Edebiyat olmak üzere beş bölümden oluşuyordu.

ankara-universitesi_eski

Ankara Dil ve Tarih – Coğrafya Fakültesi – 1946

II. Abdülhamit döneminde ihtiyaçlarla ilgili olarak yüksekokullar ve meslek okulları açılmaya devam etti. 1890’lardan itibaren bu okullar İmparatorluğun diğer bölgelerinde de yaygınlaştı. Aynı zamanda Darülfünun kurulmasına yönelik çalışmalar 1890’lara kadar çeşitli aşamalarla sürdürüldü.

Darülfünun-ı Şâhâne kalıcı olarak, ancak 1900 yılında Sadrazam Sait Paşa’nın telkinleriyle eğitime başlamıştır. Ulûm-ı Âliye-i Diniye (Yüksek Din Bilimleri), Ulûm-ı Riyâziye ve Tabiiye (Doğa Bilimleri ve Matematik) ve Edebiyat olmak üzere üç şubesi kurulmuştur. Hukuk ve Tıp fakülteleri daha önce açıldığı için Darülfünun içine katılmamıştı. Cağaloğlu’ndaki Mülkiye Mektebi binası içinde eğitime başlayan kurum 1909’da Darülfünun-ı Osmanî adını almıştır.

II. Meşrutiyet’in ilanın sonrasında yükseköğretim konusu daha da önem kazanacaktır. Maarif Nazırı Emrullah Efendi, eğitimde ıslahat ve düzenlemelerin ilköğretimden değil yükseköğretimden başlaması gerektiğini savunacak ve bunu “Maarif, Tûbâ ağacına benzer” diyerek ortaya koyacaktır. Meşrutiyet dönemindeki genel hava yükseöğretime de yansıyacaktır. 1909 yılında Hendese-i Mülkiye Nafia Nezareti’ne bağlı Mühendis Mekteb-i Alîsi haline geldi. Darülfünun’da eğitim programı yenilenerek tarih, edebiyat ve felsefe dersleri kondu. 1912’de Emrullah Efendi bir nizamname ile Darülfünun’u yeniden örgütledi. Üniversite beş şubeye ayrılırken, vilayetlerdeki Tıbbıyelerle Hukuk Mektepleri de Darülfünun’a bağlandı. Ancak bu kurum asıl canlılığını Balkan Savaşları (1912-1913) döneminde yaşadı.

Birinci Dünya Savaşı sürerken 1915 yılında yapılan bir reformla 19 Alman ve 1 Macar profesör Darülfünun’un kadrosu içine alındı. Yine savaş yıllarında 1914’de Darülfünun konferans salonunda, kadınlara dersler ve konferanslar başlamış ve bunu takiben kızlar için İnâs Darülfünunu kurulmuştu. 1919 yılında üniversiteye “bilimsel özerklik” (ilmi muhtariyet) tanındı.

Cumhuriyet döneminde eğitimin modernleşmesi yolunda çaba gösteren yöneticiler 1924 yılında İstanbul’da en önemli kamusal binalardan olan Harbiye Nezareti binasını Darülfünun’a vererek aynı yıl 493 sayılı kanunla, Darülfünun bütçesini Maarif Vekaleti bütçesinden ayırdılar. Üniversite böylelikle “katma bütçeli” ve “tüzel kişilikli” oluyordu. 1924’te ayrıca Cumhuriyetin ilanından sonra, ilk yükseköğretim kurumu olarak Zonguldak Maden Mühendis Mekteb-i Âlisi açıldı. Yükseköğretimin niteliğini geliştirmek için Bakanlar Kurulu 1927’de aldığı bir karar ile liseyi bitirmeyenlerin Darülfünun’a ve diğer yüksek okullara girmesi şeklindeki uygulamaya son verdi.

zeynep-hanım-konagi

Ankara’da 1925 yılında kurulan Hukuk Mektebi yükseköğretim açısından öneminin yanında hukukun modernleşmesi açısından da büyük önem taşımaktaydı.

Daha sonra yine başkent Ankara’da 1933’de Yüksek Ziraat Enstitüsü, 1935’de DTCF ( Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi), 1936’da Siyasal Bilgiler (Mülkiye) okulu eğitime başladı. İstanbul’daki Darülfünun’un ıslahı tartışmaları bu dönemde gündeme geldi. İsviçre’den davet edilen Profesör Albert Malche hazırladığı raporla bu konuda yapılması gerekenler konusunda görüş bildirdi.

Bu çalışmaların sonunda 31 Mayıs 1933 tarih ve 2252 sayılı yasa ile Darülfünun kaldırılarak, Maarif Vekaleti 1 Ağustos 1933’ten sonra İstanbul Üniversitesi’ni kurmakla görevlendirildi.

universite-sayisi

İkinci Dünya Savaşı yıllarında İstanbul’da bir üniversite çatısı altında toplanan fakülteler ve Ankara’da Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı dağınık fakültelerden oluşan bir yükseköğretim sistemi bulunuyordu. Savaş sonrasında 13 Haziran 1946’da kabul edilen 4936 sayılı Üniversite Kanunla üniversite “özerklik ve tüzel kişilik kazandı.

1946’da Türkiye’de üç üniversite bulunmaktaydı: İstanbul Üniversitesi (1933), İstanbul Teknik Üniversitesi (1944) ve Ankara Üniversitesi (1946).

Eğitim sistemindeki gelişmeler ve toplumsal talepler sonucunda 1955-1957 yılları arasında Türkiye’nin farklı bölgelerinde dört yeni üniversite daha kuruldu.

1955’de Ege Üniversitesi (İzmir), aynı yıl Karadeniz Teknik Üniversitesi (Trabzon), 1957’de Atatürk Üniversitesi (Erzurum) açıldı. 1956 yılında öğrenci kaydına başlayan Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nin kuruluşu (ODTÜ – Ankara) 7334 sayılı kanunla yasalaştı.

Yıllar içinde bunları başka üniversiteler izledi.

1967 – Hacettepe Üniversitesi (Ankara)

1971 – Boğaziçi Üniversitesi (İstanbul)

1973 – Dicle Üniversitesi (Diyarbakır)

Anadolu Üniversitesi (Eskişehir)

1975 – İnönü Üniversitesi (Malatya)

1982 – Akdeniz, 9 Eylül, Trakya (Edirne), Van 100. Yıl, Gazi (Ankara), Marmara

üniversiteleri kurulmuştur.

1970’li yıllarda toplumsal talepler Anadolu’da yeni üniversitelerin açılmasını gündeme getirirken, Türkiye’de üniversite sayısı 18’e yükseldi.

Yükseköğretim Kurulu’nun 06 Kasım 1981 tarihinde kurulmasıyla birlikte yeni bir dönem başlamış, yükseköğretime erişim ve kurumlarının sayıları hızla artmaya başlamıştır. Bu dönemde gerçekleştirilen yasal değişikliklerle Türkiye’nin ilk vakıf üniversitesi olan Bilkent Üniversitesi 1984 yılında kurulmuştur.

Türkiye’de 2003 yılında 53 olan Devlet üniversitesi sayısı 2015’de 109’a ulaştı. Vakıf üniversitesi sayısı da 84 oldu.