TÜRKİYEMİZİN GİDİŞATINA RUHSAL BAKIŞ VE DERİNLEMESİNE TAHLİL

Yüreği buram buram vatan sevgisi kokan insanlar, Rabbimizin Türk Milletine ihsan ettiği son Kalemiz Türkiye Cumhuriyeti Devletinin geleceğinden endişe eder duruma geldiler. işte size uzaktan ve yakından sağlıklı bir endişe tahlili...

Reklam
Reklam

~~~~“Dostlarım ve yol arkadaşlarım;

 

İnanışlarla dopdolu fakat dini bomboş olan ulusa ne yazık…

Ne yazık o ulusa ki, bir urba giyer kendi dokunmaz, bir ekmek yer kendi hasat etmez ve bir şarap içer ki, kendi testisinden akmaz…

 

Ne yazık o ulusa ki, zorbayı kahraman gibi alkışlar ve gösterişi Fatih cömertliği sayar.



Bir ulusa ne yazık ki, rüyasında küçümsediği tutkuya uyanıkken boyun eğer.

 

Ne yazık o ulusa ki,  bir cenaze töreninde yürürken sesini yükseltmez, kendi yıkıntıları içindeyken bile övünür. Ensesi kılıçla kütük arasında uzanmışken bile ayaklanmaktan geri duracaktır.

 

Devlet adamı bir tilki, düşünürü bir hokkabaz ve sanatı yamama ve taklit olan o ulusa ne yazıktır.

 

Ne yazık o ulusa ki, yeni yöneticisini borazanlarla karşılar ve yalnızca bir diğerini yine borazanlarla karşılamak için, yuhalarla uğurlar…

 

Ne yazık o ulusa ki, bölgeleri yıllardır dilsizdir ve güçlüleri beşiktedir henüz.

 

Ne yazık o ulusa ki, parçalara bölünmüştü, her parçası kendini bir ulus sanır…”



Halil Cibran’dan alıntı yaptığım yukarıdaki metin bizi ne güzel özetliyor değil mi?

 

                 Nasıl ki yüksek  ahlaki değerler evrenselse, şerefsiz ve onursuz yaşamanın da emareleri; dili,dini,ırkı farklı toplumlarda benzer biçimlerde ortaya çıkıyor. Aynı hatayı tekrarlamaktan bıkmayan, sürüleşen toplumlar, sürekli hezimete uğruyor, sürekli kaybediyor.Aklını kullanmayan hiç kimseye maalesef çıkış yolu yok.Masumluk ve süreci oluşturmaya katkısı olmamak mağduriyete engel olmuyor.

 

                  Sevdiğim bir söz var:”Arzu hayatın yarısıdır, kayıtsızlık da ölümün”.Dikkat ederseniz parçalanan toplumlarda bu sonu ölümcül olan “kayıtsızlık hem iç, hem dış dinamiklerle çok bilinçli bir şekilde oluşturuluyor. Önce üretim durduruluyor, tüketimin çılgınca arttırılmasına teşvik ediliyor.Yapay bir muhtaçlık durumu yaratıldıktan sonra cebindeki paranın dış borç mu,kara para mı olduğunu sorgulamayan toplum;yediğini ,giydiğini,eğitim politikasını merak bile etmiyor.

 

                   Kafası boşaltılmış,midesi doldurulmuş,iradesi zayıflatılmış bu güruhun düşük ekonomik düzeyde bulgurla,yüksek ekonomik düzeyde ihalelerle sürekli yemlenmesi sürdürülerek mevcut durumun ikamesi sağlanmış ve tam bir meskenet haline dönüşmüştür.Bu durum bilinçli ve gönüllü bir hal almıştır.Bu toplumsal ataletin en büyük yükü verimliliği aşırı artışa zorlanan çalışan kesimdir ki bunun komplikasyonları (iş kazası vs.) çeşitli argümanlarla boğulmakta,önemsenmemekte.Ama ne yazık ki bu kesimde de toplumsal arazlarımız aynı şekilde kendini göstermektedir.

 

                Her kesimin kaybetmekten korktuğu bir şeyler yaratılıp gönüllü uyuşukluk, uyku, ataletin süreğenliği perçinleşiyor. Herkesin bir putu var ve kaybetmekten korkuyor.Araçlar ve amaçlar yer değiştirmiş.Örnek mi?Mahkemenizin olması adaletin olduğu anlamına gelmiyor,doktorunuzun olması sağlıklı olduğunuz anlamına gelmiyor,polisinizin olması güvende olduğunuz anlamına gelmiyor,ordunuz olması savaşabileceğiniz anlamına gelmiyor,bir milyon imam hatiplinin olması inançlı olduğumuz anlamına gelmiyor…

 

                       Bir toplumda “hak” olgusunu ortadan kaldırdınız mı ayakta tutacağınız hiçbir şey kalmaz. Her şey çarkından fırlayarak dağılır. “Devleti koruyorum” diye her şeyi yapanlarla bugün “ama dinimi yaşayabiliyorum” diye her türlü zulme göz yumanlar birbirinin kopyası kadar aynıdır. Her iki taraf da putperesttir.

 

                  Bu öğretilmiş, hatta sevilmiş çaresizlik durumunun neticesi ne olur? Oyunu bilmeyen her zaman oyunun maskarası olur. Hiç tahmin yürütmeyelim, bu toplumlar yaptıklarından daha çok yapmadıklarından çok ceza görürler. Saddam’ı beğenmeyip ABD bizi yemlesin diyen güruh ilk önce;ülkesi için savaşmadı,  “her şeye rağmen yaşamak” dedi ve Ebu-Gureyb’deki tutsaklar haline dönüştüler.Biz,aşağılanmanın veya insanın insana nasıl zulmedebileceğinin limitlerini koalisyon askerlerinde gördük.Savaşmayan, üretmeyen,düşünmeyen toplum onlarca yıldan beri her türlü yokluğun pençesindedir. İsimleri, yaşları, cinsiyetleri yoktur. Onlar sadece istatistik rakamlarında yaşıyor. Kaç  bin veya kaç milyon olduğunu yine gavur batı bilgi olarak verirse bilebileceğiz. Açlık,tecavüz,hastalık,bombalar altında kalmak,şanslıysanız ölmek,değilseniz sürekli bu cehenneme şahit olmak onların kader miydi?Yoksa tercihleri mi…

 

                             Bizler bu vahşete yıllardır üç maymun gibi baktık. IŞİD’i görünce şaşırmamıza en çok ben şaşırıyorum. Bu ortam IŞİD’i doğurdu… Ve  çok  trajik ama IŞİD’in kafa kesmesi kendilerine yapılanlar yanında hiçbir şeydir…Henüz onları kurbanlarına tecavüz edip onların üzerlerine idrarlarını yapar halde seyretmedik…

…Ve yine yabancılarla işbirlikçilik yaparak ülkelerinin dağılmalarına daha yüksek çıkarlar uğruna ses çıkarmayanlar, gördüğünüz gibi güney sınırlarımızın önünde cehennem görüntüsü oluşturmaktadırlar. Dokuz doğuran, konuşması böğürme biçiminde olan, dilenmeyi kendine ar etmeyen,balçık gibi üzerimize yapışan yığınlar bana yıllar önce bir somun ekmek için birbirinin boğazına yapışıp ezen,ama o kutsal dediğimiz ekmeği ayaklarının çamuruyla çiğneyen önceki sürüleri hatırlattı.Bu sürülerin dünyaya vahşetten başka verebileceği şey yok mudur? Siz bu Müslüman dediğiniz ülkelerin dünyanın herhangi bir meselesi için proje ürettiğini gördünüz mü?

Ağaçlar, gökyüzü, okyanusla, iklimler, rüzgarlar,böcekler,hayvanlar…Siz hiçbir şeyi merak etmez misiniz? Bu kadar komplike bir yaşam, sonsuz bilgi sizi hiç ilgilendirmez mi? Zaimliğinizin temelinde de bu var zaten, bilgizisliğiniz...Bilgisiz sevgi olmaz.Ancak bilgilenirseniz sevebilirsiniz.Bilgiye indikçe rahmeti görebilirsin.Bir ağaç dikseydin,her gün sulasaydın,on kilometre yürürdün ama yol için ağaç kesmezdin.Temiz suda bir gün yüzseydin,gidip bir su pınarının doğduğu yeri,yerin kaç metre altından çıktığını görseydin akarsularını satıp HESlere kurban etmezdin.Bir hayvan sevseydin bu kadar yalan söylemezdin.Bu böyle uzar gider…

 

                       Bu başkalaşmış toplum elinde avucundaki her şeyini sattı da,benim hala anlayamadığım,analar  şehitlerini nasıl satar?Yası henüz tutulmamış,Türk tarihinin belki en gariban şehitleridir güneydoğu şehitleri. Subayı, eri, sivili, öğretmeni, doktoru,mühendisi hepsi burnumun sızısıdır.Okuma imkanı bulamamış,askerliğini yapmamak için tilkilik yapamamış yüzü ergen çocuk,geriye sağ dönse de işsiz,aşsız bırakacağımız,amcası dayısı,gemisi olmayan sadece ve sadece vatanı için verebileceği tek şeyi bedeni kalmış olan Mehmetler… Son nefesime kadar yüreğimde yarası kanayacak olan Mehmetler…

 

                      Bu milletin ordusuna, şehidine takındığı duyarsızlık ne yazık ki onun sonunu getirecektir. Depremde, selde her türlü felakette ilk gördüğümüz devletin yüzü olan “ordu” yediği kazık yetmezmiş gibi kendisinin sebebi olmadığı bir cehenneme,bu lanet sistem sürsün diye sürülmek istenmekte.Bu savaş bizim savaşımız değildir.Çok istiyorlarsa meydanlara bindirilmiş gönüllü milyonlar gönüllü gitsin bu savaşa…Yoksa Mehmetler on yıllar sonra soykırım yapmakla kahpece suçlanabilirler.

 

                         Biz bu güruha ait hissetmiyoruz kendimizi. Bizler sizin kadar çok değiliz.Çok da olmak umurumuzda değil.Bizler “olmak” isteyenleriz; ya onurlu yaşarız,ya ölürüz.Bizim ruhumuzu  “sıradan yaşam” teskin etmez.Bizler “vatan-millet-Sakarya”yız.Gerçeğin ışığı bizim gözümüzün nurudur.Gönlümüzü Allah’tan başka hiçbir şey mutmain etmez.Savaşarak yaşarız biz.Sizin mantığınız bizi kavramaya yetmez.Bizi bedenen ortadan kaldırmaktan başka hiçbir yol bırakmayız size.

Bir ölüp bin doğanlarız biz…



DR. Figen Payal Aktener

Türkiye’mizin gidişatına bakış ve derinlemesine tahlili