Sömürgeci ülkeler artık silahlı taarruzlarla, sıcak savaşlarla değil algı yönetimiyle ve uzaktan kumandayla hedeflerine ulaşıyorlar. Bunu kimi zaman haberler, filmler, müzikler… gibi medya yoluyla kimi zamanda yardım kuruluşları ve yardımlar aracılığıyla yapıyorlar. Kullanılan metotlar ne kadar çok olsa da ortak noktaları bunları sinsice ve sütre gerisinden yapmaları.
Bu tür yardımlara! 1948-1951 yılları arasında Amerika’nın Marshall Planı adıyla yaptığı sözde ekonomik ve askeri yardımlar örnek olarak verilebilir. ABD, Rusya ile sınır komşusu olan Türkiye’nin hem Rusya’nın yanında yer almasına engel olmak hem de kendisine ticari bir pazar oluşturmak için 2. Dünya Savaşı sonrasında bu yardımları! yapmıştır. Bu çerçevede her türlü hurda askeri malzeme ve traktör Türkiye’ye verilmiş, üstelik anlaşmaya konulan bir kısım maddeler ile ülkemiz ekonomik yönden de zor durumda bırakılmıştır. ABD’ye petrol araştırma izinleri, fonlardan faydalanma hakları, iktisat politikamızın denetimi gibi haklar da verilmiştir.
Bu süreçte ABD Türkiye’de okullarda öğrencilere süt tozu içirilmesini zorunlu kılmış, öğretmenler çocukların başında bekletilerek bu tozlar zorla içirilmiş bu arada balık yağı hapı da yutturulmuştur. Süt tozu kullanımının akabinde ülkemizde ilk çocuk felci salgını ortaya çıkmış üstelik bu hastalığın aşıları da ABD’den satın alınmıştır. Bu döneme ait trajik olayları, mesela çocuk felcinden iki kardeşini kaybeden hatta 10 çocuktan geriye sadece 1 çocuk kalan acı hatıraları bizzat yaşayanların kendilerinden dinlemiştim. Süt tozu ile hayvancılığımız, bedava buğday ve zeytinyağından margarine geçiş ile tarımımız köreltilmiştir. Tarım ve hayvancılığımızı baltalayacak her türlü uygulamaya bu yardımlarla mecbur bırakılmış, neyi ekip ekemeyeceğimize dahi ABD karar vermiştir. Ülkemizi kendisine bir pazar yapmış, askeri yardımlarla savunma sanayimizi yok ederek kendi teknolojisine mahkûm etmiş ve uzun vadeli borçlandırmıştır. Üstelik borç verdiği para ile yine kendisinden mal almamızı mecbur tutmuş, borcu nereye harcayacağımızın kararını da kendisi vermiştir. Amerikan ordusunun envanterinden çıkardığı, her türlü, işe yaramaz, hurda malzemeyi bize satmıştır. Verdiği silahları istediği zaman geri alabileceği şartını koymuş, nerede kullanıp kullanamayacağımıza kendisi karar vermiştir. Bu minvalde 1964’te Kıbrıs’ta Türklere katliamlar yapıldığı zaman ABD Türkiye’ye bir mektup göndererek bu yardım anlaşması çerçevesinde kendisinden alınan askeri malzemelerin Kıbrıs’ta kullanılmasına izin vermediklerini belirtmiştir.
Marshall yardımı ile dış borcumuz yokken dış borcu olan bir ülke haline gelerek 1991 senesine kadar faiziyle borç ödemek zorunda kaldık. 1926’da kurduğumuz uçak fabrikamızı kapattık, Devrim arabalarını rafa kaldırdık, Amerikan bezi ile kumaş üretimimiz, margarin ile zeytin ve zeytinyağı üretimimiz baltalandı. Fullbright Anlaşması ile eğitim sistemimiz ABD’ye teslim edildi. Bu eğitim sistemi ile değerlerinden, inancından uzak, tarihini ve coğrafyasını dahi bilmeyen, bir tane bile yabancı dil konuşamayan, öğrendiklerini hemen unutan, ezberci mezunlar verdik. İşte ABD’nin ülkemizi etkisi altına alan sürecin başlangıcıydı bu yardımlar.
2020 yılına girilirken bile bu yardımların etkisi ile siyasi, askeri, ekonomik ve teknolojik bağımsızlığımızı hala kazanabilmiş değiliz. Son örneklerden birisi S-400 hava savunma sistemidir. Parasını ödediğimiz F-35’ler bile bize teslim edilmiyor. Kendi silah, savunma, uçak sanayimize sahip olmamız gerekirken ABD’den mi Rusya’dan mı alım yapalım diye düşünüyoruz. Birisini diğerine tercih edince bu siyasi bir başarı olarak görülüyor. Bu tür dış yardımları alırken bir değil belki bin kere düşünmek zorundayız. Bu konular anlık ve para odaklı düşünülemez!
(Devam edecek)