Daha önce sizlere sunduğumuz geri kalmışlığımızın, 1. Cihan Harbine girişimiz, Çanakkale ve diğer cephelerde yaptığımız savaşlara yazı dizisine bu gün beşinci yazı dizimizle devam ediyoruz. Çalışmamızı bir bütün olarak değerlendirmeyip kısım kısım değerlendirirseniz konuyu ve haliylşe yazımı tam olarak anlamanız mümkün olmaz.
Dört yazı dizimizin devamına beşinci yazımızla devam ediyoruz.
Dördüncü yazımızı "..........Üç devletin elçisi Osman Türk Devletinin topraklarını kendi aralarında bu şekilde paylaşılması noktasında antlaşmaya varmıştır" diye bitirmiştik.
Çünkü Rusya’ya göre Osmanlı artık ellerinde idi. Bu da askeri güç bakımından doğru gibiydi. Rusya çok büyük bir askeri güç idi. Türkiye’yi Rusya ya karşı koruyacak İngiltere ve Fransada Rusya ile müttefikti…Topraklarını tek başına koruyamayacağı belliydi Osmanlını ne yapacaktı. Çok güçlü bir Kara devleti olan Almanya’nın kucağına itildi. Bunu bütün yabancı tarihçiler de yazıyor.
Osmanlı için ittifak yapılabilecek tek devlet Almanya kalmıştır. Almanlar çıkabilecek bir dünya savaşı ihtimaline karşı Osmanlı Devleti ile ittifak yapmayı düşünüyorlardı. II. Wilhem, İstanbul‟u ikinci ziyareti sırasında II. Abdülhamit‟e bu konu ile ilgili olarak fikrini açmıştır. Almanya ve Avusturya kendi menfaatleri bakımından kuvvetli bir Osmanlı‟ya ihtiyaç duymuş ve elerinden geldiğince destek olmaya çalışmıştır. Ancak iç istikrardan mahrum bulunan, her tarafta türlü türlü sorunlarla karşılaşan Osmanlı ile ittifaka girmek riski göze almak olduğu için bu devletler işbirliği konusunda kararsız kalmışlardır.
Jön Türkler Almanlarla ilk ittifak teklifini Eylül 1913’te yapmışlardır. Ancak Alman Büyükelçisi verdiği cevapta; “Türkiye ittifak kabiliyetine hazır olmadığı cihetle keyfiyetin hükümetçe tecile uğradığını” söylemiştir.
Alman İmparatoru II. Wilhem teklifin reddedilmemesini açık kapı bırakılmasını söylemiştir. Türkiye’yi pahalı bir müttefik olarak gören Almanya ne olur ne olmaz düşüncesiyle Osmanlı Devleti’ni oyalama politikası takip etmişlerdir.
Mart 1914‟de Alman Genelkurmay Başkanı Avusturya Genelkurmay başkanına bu konu ile ilgili olarak görüşlerini şöyle dile getirmiştir: “Türkiye askeri bakımdan sıfırdır. Askeri heyetimizin raporları tamamen ümit kırıcıdır. Ordu, anlatılması güç bir durumdadır. Türkiye‟den daha önce hasta adam diye söz edildiğine göre, şimdi ölen adamdan söz edilmesi gerekiyor. Artık yaşama gücü kalmamıştır. Kurtarılması olanaksız ve can çekişme halinde bulunuyor. Askeri heyetimiz, şifasız bir hastanın ölüm döşeği başında bulunan doktorlara benziyor.”
Von Moltke 18 Mayıs 1914 tarihli muhtırasında da şöyle diyordu: “…Yakın gelecekte Türkiye’yi üçlü ittifakın ya da Almanya’nın yararına hesaba katmak tam bir yanılgı olacaktır.
Her iki görüşte Türkiye’nin kolay yutulacak bir lokma olarak algılandığını gösterir. Almanlar, I. Dünya Savaşı’nın başlamasına bir ay kalana kadar dahi aynı düşüncedeydiler. Alman büyükelçisi Wangenheim, İstanbul’dan 18 Ekim 1914’de Alman Dışişlerine çektiği bir telgrafta: “Osmanlı Devleti müttefik rolüne asla layık değildir. Bu hükümet müttefiklerine hiç bir fayda sağlamaz, ancak müttefiklerinin yükünü arttırır” demiştir.
Alman devlet adamları bir kısmı Türkiye’yi istemezken diğer bir kısmı bu ittifakın Almanya’nın Balkanlarda yükünü hafifleteceğini düşünmektedir. Alman siyasilerin her ne kadar Türklerin ittifaka alınması halinde Türkiye’nin Ermenistan’daki Rus kuvvetlerine karşı Almanya’dan yardım istemesi endişesi kaplıyorsa da buna karşılık Boğazların kapanması, ittifak devletleri için büyük yararlar sağlayacaktır. Çünkü böylece Rusya’nın müttefiklerle ulaşımı kesilecek, dolayısıyla savaş uzayacaktır. Bu süre içinde de Türkiye Asya’sındaki hazırlıklar bitirilecektir. Bu düşüncelerle Alman diplomasisi tutumunu değiştirmek zorunluluğunu duymaya başlayacaktır. Ama Avusturya Sırbistan’a ültimatom verene kadar, Alman siyasileri Türkiye ile bir ittifaka girmeyeceklerini tekrarlayıp duracaktır.
Türk- Alman anlaşmasının imzalanması; Avusturya’nın Sırbistan’a kesin uyarı verdiği tarihte Alman devlet adamları, Türk -Alman ittifak meselesini tekrar düşünmeye başladılar. İstanbul’daki Alman Büyükelçisi Wangenheim, Sadrazam Said Halim Paşa’ya “Alman hükümeti namına size ittifak teklif ediyorum” (Karabekir, 1994: 74) diyerek Almanya’nın düşüncelerini açıkça ortaya koymaktadır. Bu tekliften sonra Said Halim Paşa, Sultan’ın başmabeyincisi Ali Fuat Bey’i Sultan Reşad’a göndererek ittifak için Sultan’ın onayını almıştır.(Türkgeldi,
Osmanlı üst düzey yöneticilerinden sadece Sultan Reşad, Said Halim Paşa, Melis-i Mebusan reisi Halil Menteşe, Dâhiliye Nazırı Talat Paşa ve Harbiye Nazırı Enver Paşa bu ittifaktan haberdardır. Padişah’ın bu ittifak hususunda görüşlerine başvurduğu Halil Menteşe; Daha evvelki başarısız ittifak denemelerinden sonra bu ittifakı gerçekleştirebilirse memlekete büyük hizmeti olacağını padişaha söylemiştir.
Talat Paşa gizli ittifak hakkında hatıralarında şunları yazar; “Bu sırada Sadrazam Said Halim Paşa bir gün sefir Von Wangenheim’in Almanya’nın Türkiye ile müsavi şartlar hakkında bir ittifak akdetmek etmek istediğini kendisine açmış olduğunu bize bildirmek üzere Enver Paşa’yı ve Halil Bey’i ve beni yanına çağırdı. Bizim noktai nazarımızı sordu. Hepimiz şu kanaatteydik ki mevcudiyetimizi muhafaza için Türkiye’nin böyle bir Avrupa devleti ile ittifakı elzemdir. Türkiye ancak ilim sanat, sanayii ve ticaret bakımından bu derece ilerlemiş bir devletin yardımı ile kendi mevcudiyetini ve terakkisini temin edebilir… Sadrazam bu meseleyi gizli tutmamızı rica etti. Henüz resmi ve muayyen teklif olmadığından diğer arkadaşlara hiçbir şey söylememesini istedi. Biz derhal bu teklifin bir harp tehlikesinden doğmuş olduğunu anladık… Bizim düşüncemiz, bir umumi harbin çıkmayacağı ve bu ittifaka girmekle devletimizi her türlü tehlikeden korumuş olacağı merkezinde idi .
Almanların ittifak anlaşması imzalanmasından önce üzerinde önemle durdukları bir konu, Alman subaylarının Osmanlı ordusunda etkili bir görev almalarıydı.
Wangenheim, 27 Temmuz, Alman Başbakanı 1 Ağustos tarihli telgraflarında bunun önemli bir anlaşma şartı olduğunu belirttiler. Konu ile ilgili görüşmeler Enver Paşa, Liman Von Sanders ve Wangenheim arasında yapılır. Sanders görüşmelerin sonuçlarını hatırlarında şöyle anlatır: “Eğer askeri heyet Türkiye’de kalırsa ve Türkiye de savaşa girerse, Alman subayları savaşın yürütülmesinde gerçekten etkili olacak makamlara getirilmelidirler, dedim. Bunun üzerine askeri heyet hakkındaki bu teklif tereddüde yer bırakmamak için Fransızca olarak şu şekilde ifade edildi: ordunun genel yönetiminde etkili nüfuz” Bu ifadeler anlaşma şartlarının ne kadar ağır olduğunu açıkça gösterir. Türk - Alman anlaşmasının maddeleri. Antlaşmanın şartları Almanya tarafından kabul edildikten sonra 2 Ağustos 1914’te gizli savunma ittifakı anlaşması imzalanmıştır(Çetinkaya, 1995: 35). Her iki devlet, Avusturya Macaristan ile Sırbistan arasındaki anlaşmazlıkta tarafsız kalacak, Rusya, Avusturya- Macaristan aleyhine fiilen askeri tedbirlerle müdahale ederek, Almanya’nın savaşa girmesini zorunlu kılarsa, bu husus Türkiye’nin savaşa girmesi için geçerli bir sebep sayılacak, Savaş halinde Alman ıslah heyeti Türkiye emrinde kalacaktır. Buna karşılık Türkiye„de ıslah heyetine, Harbiye Nazırı ile ıslah heyeti reisi arasında doğruca karalaştırılan esaslara dayanarak ordunun sevk ve idaresi hususunda fiili bir nüfuz vermeyi temin eder. Bir tehlike anında Almanya Osmanlı topraklarını savunmayı taahhüt eder, Her iki imparatorluğu şu anda ki savaştan doğacak ihtilaflara karşı korumak amacıyla imzalanmış olan bu anlaşma aşağıda imzası bulunan temsilciler tarafından imzasını takiben yürürlüğe girecek ve karşılıklı taahhütlerle 31 Aralık 1918 tarihine kadar hükmünü devam ettirecektir.
(Yazımız devam edecektir inşallah)